Zaman kavramı

Zaman, birçok insan için yaşanılan süreçte kaybedilenler arasında yer alıyor. Zaman kaybettiğimiz değerlerden yalnızca bir tanesi; fakat en önemli değerlerin başında yer alan bir kavram. İnsanlar eskisi gibi yaşamıyor, yaşayamıyorlar. Bazı anlayışların ve yönelimlerin mevcut olduğu sistemde hissedilişlerin yerini uzaklaşmalar aldı. Birbirinden kopan zamanlarımız birlik mücadelesi içerisinde kendisini yıpratıp, tarihe karışıyor.
Geçen gün bir tartışma içerisinde üzerimize olan yönelimlerin boyutlarını tartışmaya koyduk. İnsanların birbirleri adına iletişim kurma aracı olarak en önemli değerleri tartıştık. Bana sorulduğunda insanlar arasındaki en iyi iletişimin ne dil, ne ırk ne de din gibi kavramlar olduğunu söylediğim. Bu cevabım oldukça şaşırttı. Tartışmada yer alan bir arkadaş, ‘’Nasıl yani, peki tüm bunlar değilse insanlar arasında ki en önemli bağı ne kurabilir’’ diye sordu. Yanıt olarak; aramızdaki en önemli bağın zaman dilimlerimiz olduğunu söyledim. Daha da açarak: İnsanlar artık birbirleriyle zaman geçirmiyor. Birbirlerinden soyut yaşıyor. Devletin en küçük yapısı olan aile ilişkileri bile zamansızlığa terk edildi. Bu anlamda insanların boşta kalan zamanlarını da içinde bulunduğumuz kapitalist sistem kendine çevirdi. Aslında bu, kapitalizmin şu ana kadar en büyük kar payıydı. Çünkü ceplerine giren ‘’money’’leri insanlar sağlıyor. Ne kadar insana ait zaman, o kadar sermaye. Tüm bunları yaparken aynı zamanda kahrolası sistem cehennem yaşamını dünyada mevcut kılıyor. Kadınları eve kilitleyen politikalar ile zamanlarını kendilerini gelişmeden uzakta tutacak alanlarda hapsediyor. Demir parmaklıkları dar hücreler ötesinde, çok güvenlikli hapishaneler ötesinde yaşamımızın ‘’inciğine-cinciğine’’ kadar diken bir sistemden ne beklenirdi ki zaten?
Zaman hırsızlarının taktikleri
Avrupa merkezli, özentili bir yaşam, daha lüks dilde oryantalizm gibi sapkınlıklarla insanlar moda yığıntısı haline getiriliyor. Bu da tabi zaman hırsızlarının ayrı bir taktiğidir. O kadar değerli zamanlarımızı nerelere yönlendiriyoruz? Ya da bu yönlendirmeler kendi istemimiz dışında gelişen durumlar mıdır? Yüce divandaki efendilere sormak lazım; yöneten, yönetilen neden hep sabittir? Bunu belirleyenler yine kimlerdir? Zamanımız ne zamandan beri hırsızların en büyük hedefi haline getirildi? Birçok doğru soru…
Neden bu kadar yabancılaştık diye de tartışmayı sürdürdük. Aslında bunun kaynağı olarak da insanlığa aşılanmış olan doyumsuzluk duygusunun yaygınlaştırıldığının tespitini yaptık. Üzerimize şiddetle yönelen teknik, en büyük düşmanımızdı. Ve biz insanlık bunu göremez hale getirilmiştik. Görsek bile doyumsuzluk duygusunun yarattığı hissiyatsız, duyarsız ve umarsız yaşamın endamları olmak bu sorgulamaları yapmamızın önüne geçiyordu. Bir araya geldiğimiz kahve sohbetleri bile artık aranan durum haline dönüştü. Artık birbirimize vereceğimiz zamanı bile onlar belirler oluyor. Randevu defterlerimiz kimin elinde? İpler kimin elinde? Hepimiz mi kuklayız? Vedat ustamız, ‘’Hepimiz bir kuklayız’’ diye güzel sesini tüketirken ne kadar da haklıymış. Bu muhabbet “Marx haklıymış” muhabbetine benzedi. Haklı olan daima haklı ise bunun kanıtlanması yılları, asırları alan bir durum haline dönüşmeseydi ne olurdu sanki! Çok felsefi değil, çok net bir tartışma aslında. İçinde bulunduklarımız, içinde yaşadıklarımız, içinde gördüklerimiz, içinde vesaire dışarıdan görülmesi gereken durumdur.
Zaman ölüyor!
“Ah o eski zamanlar!” diye övüneceğimiz her değerli zamanlarımız ellerimizden birer birer çalındı. Artık eskileri bile anmaktan, anlamaktan, anlatmaktan korkar hale geldik. Hani o eski zamanlardaki sokak oyunlarımız, hani o eski zamanlardaki seyyar satıcılarımız, hani o eski zamanlardaki buluşmalarımız, hani o eski bayramlarımız nerede kaldılar? Sanki ileride tarih araştırmacıları bugünlere ait anıları toparlamak adına kazı çalışmaları yapmaya başlayacaklar. Çünkü olalı baya oldu. Ve biz unutalı da baya oldu. Bak yine sonuç zamana kilitlendi. Kilitlendiği gibi de çıkmazlar içerisinde, labirentler içerisinde boğulur oldu. Empati duygusunun da zamanla birlikte yok edildiği yaşama ait dilimlerde buna anlam verebilme duygularımızı da yitirmiş bulunuyoruz. Geçmiş olsun. Rahmetli zamanı nasıl bilirdiniz ey cemaat? İyi, hoş mu bilirdik; yok hatırlamıyoruz. Üzerinden baya “zaman” geçti. Rahmetli üzerine bir fikrimiz yok. O zaman bu cenazenin yapılma olanağı da kalmamıştır. Biz rahmetlinin nasıl olduğunu bilmeden onu nasıl defnedeceğiz. Olmaz ey cemaat!
Her neyse… Cemaat ötesine geçersek, “ne yapmalı” sorusunu sormak yerinde olacaktır. Bu soruyu hep sorup, hep yanıt aramaktan sakın ola bıkmayın. En gelişkin insanlık bu sorulara yanıt arayan ve çözümleyen insanlık olacaktır. Demokratik bir yaşamın kurulma temelinde de bu sorulara yanıt arayan insanların birliği rol oynamadı mı? O sebepten yola çıkarsak bu anlamlı sorulara zaman vermek gerekiyor. Mesela zamanınız var ama yok mu; o zaman bugün bilgisayarın başında biraz daha az oturun ve düşünün. Zamanınız yine var ama yok mu; bugün yürüyerek eve gidin ve yürürken düşüncelere dalın. Zamanınız var ama yok mu; onlara ait kıldığınız zamanlarınızı geri alın ve düşünmeye başlayın. Sadece düşünüyorum işte demekte yetmiyor elbet. Düşünüyorum o halde varım tezini biz artık düşünüyorum ve düşündüğümü gerçekleştirdiğim kadar varım olarak değiştirmiş bulunuyoruz.
Son bir kez; düşünüyoruz ve düşündüğümüzü gerçekleştirdiğimiz kadar varız. Ve bizlere ait olan zaman dilimlerini ek olarak da bizlere ait olan iplerimizi kendi ellerimize alarak bu tezi doğrulamak ve pratikleştirmek adına mücadeleyi bırakmayacağız. Her yer zaman her yer direniş!
#direnzaman
