Zamanın ağında Kürt hikayesi

Eduardo Galeano, "Zamandanız hepimiz. Bizler onun ayakları ve ağızlarıyız. Zamanın ayakları ayaklarımızda yürüyor. Artık biliyoruz ki, kısa ya da uzun vadede, zamanın rüzgarları ayak izlerini silecek" der, Zamanın Ağızları kitabında.
Şimdi elimde zamanın ağzı ve dahi ayağı olan bir kitap var: Eski Kürt Öyküleri.
Kürtlere ait eski öykü ve söylenceleri derleyen kitap, 20 yıl aradan sonra tekrar basıldı. İlk baskısı 1997 yılında Belge Yayınları’ndan yapılan Eski Kürt Öyküleri, iki yeni öyküyle bu kez La Kitap tarafından basıldı.
"Botan’ın Yiğitleri" ve ünlü masal "Siyabend ve Xece"nin eklendiği kitap, 4 parça Kürtlerinin coğrafi özellikleri ile harmanlanmış bir mutluluk. İlhami Yazgan bu kitabı yeniden baskıya hazırlarken, önemli bir önsöz yazıyor. Önemli çünkü, zamanın ayaklarını bugüne taşıyan bu öykülerin hangi ağızlardan döküldüğünün geçmişini anlatıyor. Yüz yıl önce Kürdistan’ın çeşitli yerlerinden derlenen bu öykülerin batı kaynaklarında yer bulması ve oradan Türkçe’ye çevrilmesi kitabı daha da özel kılıyor. 19. Yüzyılda Kürdistan’da dolaşan misyonerler (bu tanımlamayı sevmemekle beraber yine de yapılan çoğu çalışmanın salt bilim adına yapıldığına da ikna olamıyorum), çeşitli bilimsel faaliyetleri yürütürken alan dışı bu sözlü edebiyata da ilgi duymuş, yüzlerce söylenceyi yazıya geçmişler.
Kürtleri dört parçada tüm hissiyatları ile kavrayabilmek adına da ilgi çekici bir çalışma çıkmış ortaya. Dêrsim’den Şengal’e, Musul’dan Suriye’ye uzanan yelpazedeki Kürtler’in hayatın tüm dinamiklerine dahlini bu söylencelerden anlamak mümkün. Mesela kadın vurgusu kahramanlık hikayelerinin içinde olmazsa olmaz bir unsur. Ama mümkünse en güzel olana vurgu baskın. Eşcinselliğin de yer aldığı bu anlatıların, yerleşik ya da göçebe Kürt kültüründe bir karşılığı var. Kürtlerin doğayla barışıklığını ise bu kitabın içinde yer alan fabl örneklerinden anlıyoruz. Enfes hikayeler var. Masal/misalden mesel evresine geçişte hayvanların dilinden anlatımlar hem süslü hem zengin...
Eski Kürt öykü ve söylencelerinin ilk olarak Kırım Savaşı sırasında Ruslara esir düşen Kürtlerin anlatımlarından derlendiğini de öğreniyoruz Yazgan’dan.
Yazılı kültürün yaygın olmadığı Kürt toplumunda kuşaktan kuşağa aktarılan öykü ve söylencelerin Kürt tarihinin aydınlatılmasında önemli bir yeri var. Ve elbette sadece tarih değil, bu hikayelerde Kürt kadınının varlığı, rolü, toprağa dayalı ekonomik sistem, ağalık-beylik, hiyerarşinin düzenlenmesi, her şeyin sahibi sultan, para ile kurulan ilişki, doğayla kurulan bağ... Hepsi hakkında en iyi bu hikaye ve söylenceler bilgi veriyor. Yazgan’ın iki hikaye ile yeniden raflara koyduğu Eski Kürt Hikayelerinde Kürt erkeğinin varlık-gösteriş-kahramanlık ilişkisini kadından bağımsız düşünmemiş olması, bugüne de taşınan bir miras aslında. Toplum tarafından saygı gösterilen/hayranlık beslenen/ takdir gören ve yüceltilen adamın "dillere destan güzelliği" olan kadınları eş olarak tercih etmesi kadına bakışı özetliyor. Hatta aşiretler/ ağalar arası savaşın gerekçesi bir diğerinin güzelliği dillerde olan eşini elde etmek için yapıldığını da öğreniyoruz.
Musul’dan, Bağdat’tan, Hewraman’dan kilometrelerce öteye taşınan ve uğrunda savaşlar verilen, yollar tepilen güzellikler.. Ağanın gücü biraz da haremindeki güzelliklerin çokluğu ile ölçülüyor. Yeme içme kültürü bir misafirperverlik içinde, herkes elinde avucunda ne varsa paylaşmayı biliyor. Ama ha deyince de ata binip, köyler basan, kadınları ve değerli eşyaları atın terkisine atıp, geriyi viran eden bir zalimlik var.
Kürt hikayeciliğinin dayandığı duvar halk masallarıdır, der bir görüş. Hayal dünyasının kusursuz talepkârlığıyla, gerçek dünyanın kusurlu yetinmişliği arasında ağzı açık kalıyor zamanın. O ağızdan ne çıkıyorsa besleniyoruz biz de.
Bu kitap da tam tarihini bilmediğimiz zamanlara bir solukluk yolculuk olmuş. Galeano ile başladık, son cümlesiyle noktalayalım: "Hiçin güzergahı mı, hiç kimsenin adımları mı? Zamanın ağızları anlatıyor yolculuğu."
