ZERDEŞT TOLHILDAN: Uslanmaz Kürtler ve Reşkotan aşireti

Haberleri —

 Zira Kürtler, 20. yüzyıldan beri egemen güçlerin Ortadoğu’yu dizayn etme ve bu topraklarda yaşayan toplumların yaşamsal değerlerini kendi tekeline alma çabalarına karşı amansız bir direniş içinde. Fiziki-kültürel soykırımlara, tüm parçalama, ezme ve katliam uygulamalarına karşı her an bu toprakların ve toplumsallığın savunucusu konumunda oldu. Özellikle son iki yüzyıllık süreçte, ulus-devletin Ortadoğu topraklarında şekillenişiyle beraber, Kürt halkı sürekli olarak egemen güçler karşısında direnmeyi esas almıştır. Bugün bile bu gerçeklik somut anlamda yaşanmaktadır. Dört parçaya ayrılan Kürdistan’da yaşayan Kürtler, hiçbir zaman özgür yaşamdan umudunu kesmemiş, başkaldırıyı ve direnişi seçmiştir. Kapitalist uygarlığın egemenliğini şekillendirme ve yaşamsallaştırma anahtarı olarak elinde tuttuğu ulus-devlet yoluyla dört parça Kürdistan’daki Kürtler etkisiz hale getirilmek istenmiş, hep kullanılabilecek bir koz olarak tutulmuştur. Bu temelde, dört parça Kürdistan’daki ulus-devletler, Kürt halkına uygulanmadık kirli politika bırakmamıştır. Getirdiği yasaklar yoluyla asimile etmiş, gelişen isyanlara karşı fiziki ve kültürel soykırımlar uygulamıştır.

Kürdistan’daki ulus-devletlerin Kürtleri etkisizleştirme ve kendi denetiminde tutma amaçlı benimsediği temel yöntem terbiye etme olmuştur. Arapça bir kelime olan terbiye, eğitim anlamına gelmektedir. Hayvanlar içinde kullanılan bu kelime daha çok alıştırma anlamında kullanılmaktadır. Özcesi kendine benzeştirme, istediğini uygulatır hale getirme amaçlı olan bu yaklaşım kültürel asimilasyona karşılık gelmektedir. Kürtlerin terbiye edilmesinden kast edilen temel gerçeklik budur. Çünkü özgürlükten ve toplumsal yaşamından taviz vermeyen Kürtler, ihanet ve işbirlikçi zehrinden içenler hariç, gelişen tüm uygulamaları boşa çıkarmıştı. Kökü kazınmak istenmiş ve kültürel soykırımın uygulatıldığı 'biricik' halk olmuştur.
Osmanlı'nın son demlerinde başlayan bu uygulamalar, Cumhuriyet'in kuruluşundan bugüne kadar süre gelmiştir. Bugün bile 'Kürt nerede olursa olsun kendi olamaz, kendini idare edemez, kendi gerçekliğiyle yaşayamaz’ anlayışıyla hareket edilmektedir. Bu gerçeklik Kürdistan’ın diğer parçalarındaki ulus-devletler için de geçerlidir. Daha doğrusu bu kapitalist hegemonyanın en temel yaklaşımıdır. Kürtler ancak kendi egemenlikleri altında, isteklerini uyguladıkları vakit Kürt olabilirler. Aksi durumda, üzerine gidilmesi gerek, uslandırılması ve terbiye edilmesi gerekendir.
Osmanlı döneminde yoğunluklu olarak özerk bir yapıda yaşamını sürdüren Kürtler, Kürdistan’ın dörde bölünmesi ve bu parçalarda Arap, Fars ve Türk ulus devletlerinin uygulamaları sonucunda birçok direniş içerisine girmiştir. Türk ulus-devletinde Cumhuriyet'in ilanıyla beraber milliyetçilik eksenli bir ulus yaratma arayışı da artmıştır. Türk milletinin dışında kalan, yüz yıllardır beraber-uyum içerisinde yaşayan diğer halkları ve toplumları entegre etme ve kendine benzeştirmeyi hedeflemiştir. Bu temelde birçok halk ve inanç grubu katliamlardan geçirilmiş, göçertilmiş, kendi gerçekliğine karşıt konuma getirilmiştir. Ulus-devletin 'tek' mantığı, diğer halklara ve topluluklara her uygulamayı mübah görüyordu. Tanrının yeryüzündeki silueti olan ulus-devlet, varolmak için yok etmeyi esas alarak toplumları kırımdan geçirdi.
İşin tuhaf yanı, ulus-devletçi zihniyet bu uygulamalarını dayatırken 'barış, demokrasi’ söylemleriyle süslemesidir. Türk ulus-devleti de ilk çıkışında 'Yurtta Barış, Cihanda Barış’ sloganı etrafında egemenliği altındaki halklara etmedik zulmü bırakmadı. İçte savaşı, çatışmayı, çelişkileri, ihaneti ve işbirliği geliştirdi. Dışarıda daha fazla güç elde etmek için egemenlerin kuklası oldu. Barış yerine savaş, demokrasi yerine diktatörlük ve zorba yönetimler yükseldi. Ne yurtta ne de dünyada barış amacı vardı. Tek amaç daha fazla iktidarını güçlendirme, kendini garantiye alma çabasıydı.
Kürt halkı da bu uygulamalara maruz kalmış, bunun karşısında büyük direnişler göstermiş bir halktır. Kürdistan dörde bölünmüştü. Ama daha vahimi; Kürtler bulundukları parçalarda içte de paramparça edilmişti. Onlarca isyanın başarısızlıkla sonuçlanmasını bu temelde yorumlamak en doğrusudur. Bunun farklı etkileri de vardır. Ama sonuç itibariyle ele alınacak tüm etkenler varolan parçalılıktan kaynağını almaktadır. Buna rağmen Kürt halkının arayışları bitmemiştir. Bölgesel, aşiretsel ve ailesel düzeyde kalmış olsa da bu isyan PKK'nin çıkışına kadar, yer yer duraksamalar olmuşsa da sürmüştür. Egemenlerin, özellikle de Türk ulus devletinin bu isyanlar karşısında esas aldığı uygulama şiddetle bastırma, sonrada 'temizlik operasyonları’ düzenlemekti. Buna da tenkil ve tedip harekatları olarak adlandırmaktaydı.
Tenkil ve tedip Arapça kelimeler olup özcesi 'temizlik' anlamına gelmektedir. Tenkilin kelime anlamı; uzaklaştırma, herkese örnek olacak şekilde ceza verme, düşman veya zararlı kimselerin topluca ortadan kaldırılmasıdır. Tedip ise; uslandırma, yola getirme, terbiye etme anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimelerden de anlaşılacağı üzere; Türk ulus-devleti Kürtleri ve diğer halkları kökten temizleme, kendine benzetme amacı gütmüştür. Bununla iktidarını sonsuza dek sürdürmek istemiştir.
Bu tenkil ve tedip harekatına maruz kalan aşiretlerden bir tanesi de Reşkotan aşiretidir. Türk ulus-devlet tarihine Reşkotan-Raman tenkil ve tedip harekatı olarak geçen Reşkotan-Raman isyanı, Şeyh Said isyanının katliamlarla bastırılmasından sonra, bölgede çıkabilecek her hangi bir başkaldırı olasılığına karşılık, bölge aşiretlerinin ve önde gelen ailelerinin 'ellerindeki silahlara el koyma’ bahanesiyle Kürt bölgelerine şiddet ve baskı politikalarının uygulanması sonucunda çıkmıştır.
Bugün yoğunluklu olarak Batman’nın Beşiri İlçesi bölgesinde yaşayan Reşkotan aşireti, geniş bir aşiret olup Amed çevresinde de yaşadıkları bilinmektedir. Reşkotan aşiretinin isyan öncesi tarihine ilişkin net bilgiler olmamasına karşın; 16. yüzyıldan kalma, halkın dilinde destanlaşmış Filîtê Quto ve Emê Etmaneki olayı bu aşirete aittir. Yine kimi kaynaklara göre; Reşkotan ismi, Reşi aşiretinin bir kolu olması itibari ile Reşkotan olduğu, kimi kaynaklarda da Ermeni tarihinde bahsi geçen "Reşdinyan" isminden geldiği belirtilmektedir. Bağlantılı olarak Reşkotan aşiretinin esas olarak çıkış yaptıkları yerin, İran’ın dağlık bölgelerinden olan Mazendaran bölgesi olabileceği belirtilenler arasındadır.
Direngen ve savaşkan bir yapıya sahip olan Reşkotan aşireti, egemenler karşısındaki tutumundan dolayı Osmanlı tarihine geçmiştir. Osmanlı devletinin Kürtlere karşı bölgede geliştirdiği ıslahat uygulamalarına karşı baş eğmez isyancı duruşuyla cevap vermiştir. Bu temelde; Kasım-Aralık 1890 tarihli, Reşkotan ve civar bölgelerdeki aşiretlerin ıslahatı için Osmanlı Sarayı tarafından görevlendirilen Salih Safi Paşa’nın hazırladığı raporun girişinde Reşkotan Aşiretine şu şekilde atıfta bulunulmaktadır:
"Siirt mutasarrıflığında bulunduğum esnada, Bitlis Vilayeti’nde iskân edilmiş bütün aşiretler içinde en vahşisi olup defalarca ıslahat fırkalarını püskürtüp girişimleri sonuçsuz bırakmış Reşkotan aşireti…"
Zulme, teslimiyete gelmeyen Reşkotan aşireti, savaşkan yapısıyla hep egemenlerin karşısında durmuştur. Ama Reşkotan aşireti de öncesindeki ve sonrasındaki isyanlarda olduğu gibi varolan parçalılığı aşamayışından dolayı sistemin saldırılarından yenilgiyle çıkmıştır. Bölgedeki aşiretlerle çeşitli birlik arayışları gelişmiş olsa da; Şeyh Said isyanından sonra oluşan yenilgili ruh hali istenen düzeyde birliği sağlayamamıştır. Yanı sıra işbirlikçi güçlerin etkisi de Reşkotan ve diğer isyanların başarısızlıkla sonuçlanmasında büyük bir etkiye sahiptir. En küçük çelişkiyi bile derinleştirerek tepkileri açığa çıkaran egemen sistem, bu yolla tarih boyunca Kürtleri birbiriyle çatıştırmıştır. Birlik arayışlarının geliştiği bugün bile, eğer istenen düzeyde bir birlik sağlanamıyorsa bu varolan işbirlikçi güçlerden kaynağını almaktadır. Kürtlerin birlik olması egemenlerin işine gelmeyeceğinden hep parçalı ve kendi içinde çatışan halde bırakılmak istenmektedir. Bu şekilde ne egemenler karşısında bir tehdit olabilir ne de statü elde edebilir. Parçalılık yenilgiyi, yenilgi tükenmişliği getirdiği de bir gerçektir.
Tarih boyunca Kürt halkına karşı geliştirilen terbiye etme ve uslandırma politikaları bugün de sürdürülmektedir. Yola getirilmeleri için başvurulmamış yöntem bırakılmamaktadır. Bugün Kuzey Kürdistan’da ve Rojava'da süre gelen mücadele ve buna karşı geliştirilen uygulamaları bu temelde okumak gerek. Bağlantılı olarak Güney Kürdistan’daki egemenler yoluyla susturulan, işlevsiz ve refleksiz bırakılan halk gerçekliği de bu temelde ele alınabilir. Geliştirilen tüm politikalar istenen temelde Kürtleri terbiye etme eksenlidir. 'Kürt sorununu kendileri isterse çözer! Bir hak verilecekse Kürtlere, ancak kendileri verebilir! Statülerini, yaşamlarını ve toplumsallıklarını kendileri bahşedebilir! Belirledikleri sınırlar çerçevesinde hareket edebilir ve yaşayabilirler!'
Ama Kürt gerçekliği bunu kabul edecek, hazmedecek bir yapıya sahip değildi. Nasıl ki tarih boyunca bu anlayışın karşısında direniş saflarında yerlerini aldılarsa, bugün de direniş mevziilerini doldurmaktalar. Rojava’da Kürt halkının destansı direnişi egemenleri ne yapacakları konusunda tıkatmaktadır. Gelişen direniş, yürütülmek istenen tüm politikaları işlevsiz kıldı. Uslandırma, terbiye etme, kendine benzetme anlayışı yerle bir edildi. Evet, bir noktada Kürt halkı uslandı, terbiye oldu! O da; her koşul altında özgürlükten ve demokratik toplumsallıktan bir an olsun taviz vermeyeceğidir.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.