12 Eylül ölmedi, yaşıyor

Diyarbakır zindanı

Diyarbakır zindanı

  • 12 Eylül sürecinde Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde direnenler, aradan 43 yıl geçmesine rağmen 12 Eylül zihniyetinin yaşadığını ama buna karşı direnişin de sürdüğünü söyledi.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in başını çektiği 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 43 yıl geçti. Darbe döneminde çok sayıda siyasi parti, sendika ve sivil toplum örgütü kapatıldı. Resmi verilere göre; 2 milyona yakın kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. Yargılananlardan 7 bin kişi için idam cezası istenirken, 517 kişiye idam cezası verildi ve bunlardan 50'si idam edildi. 300 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi ve 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. Darbe sonrası 30 bin kişi "sakıncalı" olduğu gerekçesiyle işten atıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi "siyasi mülteci" olarak yurt dışına gitmek zorunda bırakıldı. Ancak söz konusu sayıların, açıklanandan daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Darbenin yaşandığı dönemde ağır işkenceler ve insanlık dışı uygulamaların yaşandığı Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nde kalanlar, darbe süreci ve sonrasını anlattı. 

 

Rıdvan Ayhan

 

Cezaevine kadar 72 gün işkence

Rıdvan Ayhan da darbe döneminde gözaltına alınarak, tutuklananlardan. Arap olan Ayhan, Êlih'ın Heskîf (Hasankeyf) ilçesinden. Aralık 1980'de gözaltına alındığında henüz 18 yaşındaydı. Darbe dönemi Sêrt'e bağlı bir ilçe olan Êlih merkezde gözaltına alındı ve ilk olarak Çarşı Karakolu’na götürüldü. Ayhan, burada iki gün boyunca işkenceye maruz kaldı. Daha sonra İlçe Jandarma Komutanlığına götürüldü ve burada bir ay tutuldu; birçok işkence türüne maruz bırakıldı. İşkence, götürüldüğü Siirt Alay Komutanlığında devam etti. Burada tam 40 gün sürdü. Ayhan, 72 günlük işkencenin ardından Diyarbakır Alay Komutanlığında "istikam" denilen yere sevk edildi. Savcılık ifadesinden önce yaralarının iyileşmesi için 15 gün burada tutuldu. Ardından çıkarıldığı mahkemece “Örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklandı. 

5 Nolu’da direndi

Tutuklandıktan sonra Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi'nde C Blok 8. koğuşa konulan Ayhan, cezaevindeki ağır işkence ve insanlık dışı uygulamalara karşı direndi. Cezaevinde ölüm orucuna katıldı. Eylemin 25. gününde görüşe gelen babası ile Arapça konuşması sonrası da “Başka bir dile konuşmayın” diyen yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran tarafından işkenceye maruz kaldı. Ayhan, 7 yıllık tutukluluğun ardından tahliye edildi. 

Onları mutlu etmedi

MA’ya konuşan Ayhan, 12 Eylül zihniyetinin de buna karşı direnişin de devam ettiğini belirterek, "72 günlük işkencenin ardından 5 Nolu Cezaevi girişinde gardiyanların saldırısıyla karşılaştık. Yanımızda biri vardı; köyden alıp getirmişlerdi. Ona ne kadar işkence ettilerse de sesi çıkmadı. Bağırmanın onlara zevk verdiğini biliyordu ve onları mutlu etmek istemiyordu. Daha sonra Esat Oktay’ı çağırdılar. Burada Oktay’ın insan onurunu zedeleyen işkencesine maruz kaldı. Yine sesi çıkmadı. Bu olay cezaevinin; direniş ve işkencenin özetiydi” dedi. 

Sen Arap’sın, ne işin var?

Ağır işkenceler sonrası vahşete karşı direniş; ölüm orucu, kendini yakma gibi eylemlerin başladığını hatırlatan Ayhan, “Ben de ölüm orucuna girdim. Babamı beni ikna etmek için cezaevine getirmişlerdi. Babamla Arapça konuştuk. Ancak Arapça konuştuğum için de işkenceye maruz kaldım. Esat Oktay Yıldıran, ‘Sen Arap’sın bu gavurlar arasında ne işin var?’ deyip işkence ediyordu. Ben de ona direnişin kimliğinin olmadığını söyledim. Kürtlerin yaşadığı zulme şahit oldum. Aynı zulmü gördüm. Bu zulme karşı gelmek insani bir görev” şeklinde konuştu. BATMAN

 

*****

Hüseyin Barış

12 Eylül’den daha derin

12 Eylül’ün işkencesini yaşayanlardan 78’liler Girişimi’den Hüseyin Barış, bugün yaşananlara dikkat çekerek, “Cezaevlerinde 12 Eylül’den daha derin politikalar uygulanıyor” dedi.

Darbe zeminin uzun yıllar öncesinden hazırlandığını ifade eden 78’liler Girişimi’den Hüseyin Barış da darbe öncesi yaşanan katliamları hatırlattı. Barış, darbenin devrimci hareketlerin önünün kesilmesi için yapıldığına işaret ederek, “Kurdistan’da bütün toplum hedef alındı. Dernekler, köylüler, işçiler... kimler varsa silindir gibi üzerinden geçtiler” dedi. 

Mêrdîn’in Nisêbîn (Nusaybin) ilçesinde Ziraat Odası Şubesi’nde memurken tutuklandığını aktaran Barış, Nisêbîn'de bulunan Bolu Komando Seyahat Tugayı’nda ve Qoser (Kızıltepe) ilçesinde "istasyon" adı verilen yerde birer ay gözaltında tutulduğunu söyledi. Tutuklandıktan sonra Esat Oktay’ın kendilerini kapıda "Askeri okula hoş geldiniz” diyerek karşıladığını belirten Barış, C Blok’a gidene kadar demir, cop, kalas ve çeşitli malzemelerle işkenceye maruz kaldıklarını ifade etti. Ardından hücreye konulduğunu kaydeden Barış, “Biz gözaltındayken ‘hapse gireceğiz, işkence artık durur’ diye sevindik. Sonra hücrede 15-16 kişi kaldık. İşkence uygulanıyordu. 20 gün boyunca bize mehter marşı ezberlettiler. Sonra 32. koğuşa geçtim” diye konuştu.

 İşkencelere karşı direnişin de sürdüğünü dile getiren Barış, günümüzde de benzer uygulamaların olduğunu söyledi. Barış, yüzbinlerce kişinin şu an cezaevinde olduğuna işaret ederek, "2016’dan bu yana mutlak tecrit uygulanıyor. Kanun yok, yasa yok. Bugün keyfiyet hakim. İstediklerini bırakıp istediklerini tutukluyorlar. Cezaevlerinde 12 Eylül’den daha derin politikalar uygulanıyor” şeklinde konuştu.

 

*****

Gani Alkan

Direniş kültürü oluştu

12 Eylül tanıklarından Gani Alkan, 12 Eylül’ün sol-sosyalist ve Kurdistani gruplara karşı gerçekleştiğini belirterek, “1980 darbesini Kürtlerin örgütlenmesinden korktukları için yaptılar” dedi.

Toplumdaki sessizliğin ardından cezaevine yönelimin başladığını hatırlatan Alkan, "Amed’deki zindanda Kemal Yamak, Birol Şen, Esat Oktay Yıldıran, Ali Osman Aydın gibi özel bir ekip oluşturuldu. Bu ekip burada siyaseti bitirmeye çalışıyordu. Burada en ahlaksız şeyleri yapıyorlardı" diye konuştu. Saldırılara karşı direnişin olduğunu; direnişin de büyük bir inançtan kaynaklandığını ifade eden Alkan, şunları söyledi: “Mahkemelerde tutuklular siyasi savunma yapıyordu. Bu kadar işkenceye karşı zihinde bir direniş vardı. Mazlum, Hayri... Dörtler’in eylemleri oldu. Bu eylemleri yapanlar 'bizlerden her şeyi isteyin ihaneti istemeyin' duruşundaydı. Bugün her yerde örgütlü bir durumumuz varsa bu canını feda edenlerin sayesindedir.”

Türkiye’nin bugün 12 Eylül’de yapılan yasalardan daha da geride olduğunu söyleyen Alkan, şunları ekledi: “Bu nedenle Esat Oktay’ın zihniyeti bugün de devam ediyor. 12 Eylül’ün en büyük mirası direnişti. Bu direniş, bir kültüre dönüştü.”

 

*****

Ahmet Candan

Yine insanlar ölüyor

Ahmet Candan ise darbe sonrası görüşe gelen avukatların "yük cezaevlerinde" dediklerini ve sonrasında yaşadıkları uygulamalarla söz konusu sözün ne anlama geldiğini anladıklarını dile getirdi.

Candan, şöyle konuştu: “12 Eylül sonrası insanlıktan çıktılar. İnsanlıktan çıktıkları için büyük vahşetler gerçekleşti. İnsanlar, onur, şeref ve haysiyetlerinin kırılmasından dolayı ölüm yolu arıyorlardı. Burada ‘Emret komutanım, emredersiniz komutanım’ dışında konuşmaya izin vermediler. Bizi yaz ortasında dört gün susuzda bıraktılar. Koğuş kapılarını kapatıp nefessiz bıraktılar. Tarif edemeyeceğimiz birçok işkence uyguladılar.”

12 Eylül uygulamalarının devam ettiğine dikkati çeken Candan, şunları söyledi: “Dün, bugün, yarın fark etmiyor. İnsanlıktan uzaklaşıldığı için aynılar. Bugün yine cezaevlerinde insanlar ölüyor. 30 yıl cezaevinde kaldıktan sonra infazları yakılıyor. 30 yılı bitirince başka mahkemelerde ceza veriyorlar. Yargı, mahkeme dahi kalmadı. 12 Eylül’de bu uygulama yoktu. Bu büyük bir suçtur.”

 

*****

Vahit Akgün

12 Eylül’ü aşan sistem

17 yaşında işkenceden geçirilerek 5 Nolu’ya atılan 78’liler Girişimi’nden Vahit Akgün, “Bugün 12 Eylül’ü de aşan bir sistemle karşı karşıyayız. Üstelik çok daha inceltilmiş politikalarıyla” dedi. 

12 Eylül sürecinde Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde uzun yıllar tutulan Vahit Akgün, bugün Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Riha İl Eşbaşkanı ve 78’liler Girişimi üyesi. Akgün, 12 Eylül’den 40 gün sonra gözaltında tutuldu. Gözaltına alındığında 17 yaşında henüz lise öğrencisi olan Akgün, önce Riha’da işkence merkezine, ardından Diyarbakır Cezaevi’ne götürüldü. Akgün, şunları anlattı: “20 Ekim 1980’de gözaltına alındım. Tabii bu süreçte Suruç Emniyeti’nde birkaç gün kaba işkence gördüm, sonra Urfa’ya getirildim. Urfa’ya getirildiğimizde şu an Cebeci İş Hanı’nın karşısında bulunan kız meslek lisesini bir işkence merkezine dönüştürmüşlerdi. Urfa’da o dönemde gözaltılar çok yoğundu. Sürekli bir sirkülasyon vardı. İşkence bittikten sonra bizi Diyarbakır’a götürdüler. Orada da 40 gün kaldık ondan sonra sıkıyönetim mahkemesine çıkarıldık ve tutuklanarak Diyarbakır Cezaevi’ne gönderildik. Fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz kaldık. Tek kişilik hücrelerde 9-19 kişi tutulduk. Gündelik öğünleri de dahil olmak üzere her şeyin bir kişi için ayarlanmıştı. Hücrelerde ayakta kalıyorduk ve sırayla yatmak zorunda kaldık.”  

Öncüler moral oluyordu

Akgün Ocak 1981’de cezaevinde açlık grevi başlatıldığını; irade kırmaya yönelik birçok girişimde bulunulduğunu hatırlatan Akgün, şöyle devam etti: “Ancak Kürt hareketi içerisinde yer alan öncülerin bu noktadaki tavır ve davranışları bizi umutlandırıyordu. O dönem Kürt halkının tüm direnişi ve mücadelesi, betona gömülerek yok edilmek isteniyordu. Onların yaşamı ilişkileri, bakış açıları bir yerde bize moral ve motivasyon oluyordu. O dönemin öncü kadrolarının bir tespiti vardı. ‘Biz fiziksel olarak teslim olsak bile ruhen teslim olmadık’, bu teslim olmama hali beraberinde büyük bir direniş izledi. Başlatılan direnişler önce tüm cezaevlerine sonra da tüm Kürt halkına yayıldı. O dönemin ‘Ben her şeye hakimim’ diyen egemenler geri adım atmak zorunda kaldı.” 

İmralı Cezaevi’ndeki tecridin 12 Eylül’ün ürünü olduğunu söyleyen Akgün, “Bugün çok daha farklı bir hukuk işliyor. Bu toplumun en seçkin üyeleri bugün yine dört duvar arasına konulmaya çalışılıyor. Bu kimliksizleştirme politikalarının devamıdır. Bugün 12 Eylül’ü de aşan bir sistemle karşı karşıyayız. Üstelik çok daha inceltilmiş politikalarıyla” şeklinde konuştu.  

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.