6-7 Eylül: Türk milliyetçiliğinin sıradan hali

Cihan DENİZ yazdı —

  • Sadece bu coğrafya değil, tüm dünya tarihi şunu göstermektedir ki, geçmişin inkarı, sadece hakikatin üstünün örtülmesi değil, ama aynı zamanda gelecekte yaşanacak yeni acılara da zemin hazırlanması anlamına gelmektedir.
  • 6-7 Eylül devlet kışkırtmasıyla galeyana gelen güruhların içlerindeki öfke ve nefreti sistemin ötekilerine kustukları tipik bir Türk milliyetçiliği eylemidir.

İnkar ve çarpıtma, Türk milliyetçiliğinin kendi tarihiyle kurduğu hastalıklı ilişkiyi en güzel tanımlayan iki kavramdır. Hakikat, tüm milliyetçilikler gibi Türk milliyetçiliği için de, aranıp bulunup ve korunacak bir şey değil, tersine üstü örtülecek veya tahrif edilecek bir şey olduğundan, bu coğrafyada yaşanmış büyük acılar, soykırımlar inkar edilip yok sayılmakta, bunlar asla olmamış gibi davranılmaktadır. Bu mümkün olmadığında ise hakikat çarpıtılarak faillerin mağdur, mağdurların ise fail olduğu yeni bir tarih yazılmaktadır. İnkar ve çarpıtmaya dayanan bu anlayış halklara, ezilenlere dayatılmakta, bunlar ile bilinçleri zehirlenmek istenmektedir.

Bu anlayışın panzehiri ise hakikattir; yani geçmişle hiçbir önyargı olmadan ve bahanelerin ardına saklanmadan yüzleşmektir. Bunun en fazla bilincinde olan ise bizzat iktidarın kendisidir. Bu nedenle de hakikatin ortaya çıkmaması için, özellikle de ezilenlerin hakikate ulaşmaması için her şeyi yapmaktadır; her türlü yasağa, baskıya başvurmaktadır. Böyle olmakla birlikte, kimileri, saf bir şekilde, geçmiş ile yüzleşmenin bugüne bir faydası olmadığını düşünmektedir. Onlara göre acısıyla tatlısıyla geçmiş geçmişte kalmıştır ve onu kurcalamanın bugüne bir yararı yoktur. Bunu savunanlar, bilerek veya bilmeyerek anlayış olarak iktidarın bir uzantısı gibi hareket etmektedirler. Çünkü tarih asla sadece geçmişe ait bir şey değildir; onunla kurduğumuz ilişkiye göre bugün de yaşamaya devam eden bir şeydir. Sadece bu coğrafya değil, tüm dünya tarihi şunu göstermektedir ki, geçmişin inkarı, sadece hakikatin üstünün örtülmesi değil, ama aynı zamanda gelecekte yaşanacak yeni acılara da zemin hazırlanması anlamına gelmektedir. Bu coğrafyanın ezilen halkları defalarca yaşayarak görmüştür ki inkâr bu coğrafyada yaşanan acıların kesintisiz bir şekilde tekrarlanmasının da en önemli nedenidir, adeta anahtarıdır. Bundan dolayı da, doğru bir şekilde yüzleşilmediği için, hesaplaşılmadığı için acılar farklı biçim ve şekillerde kendini sürekli tekrar etmektedir.

Ezilenler olarak çok da gerilere gitmeden örneğin, 1915 Ermeni Soykırımı ile doğru bir şekilde yüzleşebilseydik, onu ortaya çıkaran ideolojik yapı ile hesaplaşabilseydik, sonrasında yaşanacak birçok acı ve felaketin de önüne geçebilirdik. Ama bunu başaramadık ve hala bunun bedelini ödemekteyiz. Ama bugün de durum farklı değil; bugün de hala mevcut iktidar gerçekliği ve onun yaptıklarıyla gerçekten yüzleşemiyoruz; ki bu da yaşadığımız sorunların daha da ağırlaşması ve gelecekte daha da acılarıyla karşı karşıya kalacağımız anlamına gelmektedir.

İktidar tarafından unutturulmak istenen tarihsel anlardan biri de başta Rumlar olmak üzere bu coğrafyada her şeye rağmen varlığını sürdürmeyi başarmış Rum, Ermeni ve Yahudileri hedefleyen 6-7 Eylül pogromlarıdır.

6 Eylül 1955’te ilk önce devlet radyosunda ve daha sonra da iktidardaki Demokrat Parti’ye yakın gazetelerde “Atatürk’ün Selanik’teki evine bombalı saldırı düzenlendi” şeklinde haberler yapıldı. Bu haberlerin ardından faşist çevreler “Mukaddesata el uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz, ödeteceğimizi alenen söylemekte de bir mahzur görmüyoruz” diyerek adeta neyin gelmekte olduğunun ipuçlarını verir. Ve kısa zamanda da iktidarın sadece basın ve kendine bağlı dernekler ile kışkırtmakla kalmadığı ama aynı zamanda bizzat organize ettiği, bir araya getirdiği güruhların Rumları, Ermenileri ve Yahudileri hedef alan saldırıları, yağmaları ve linçleri başladı. Özel Harp Dairesi'nde görev yapan Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun “6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı” şeklindeki sözleriyle veya dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın “Galiba dozu kaçırdık” şeklindeki sözleri tüm bu saldırıların bizzat iktidar tarafından planlandığını ve yönlendirildiğini ortaya koymaktadır. 7 Eylül sabahına kadar süren bu saldırı, yağma ve linçler sonucu aralarında evlerin dışında iş yeri, kilise, sinagog ve mezarlıkların da olduğu binlerce bina yağmalandı; en az 60 kadın cinsel saldırıya maruz kaldı ve en az 11 kişi yaşamını yitirdi. Tüm bunlar olurken polis, jandarma ise sadece olanları seyretmekle yetindi.

6-7 Eylül devlet kışkırtmasıyla galeyana gelen güruhların içlerindeki öfke ve nefreti sistemin ötekilerine kustukları tipik bir Türk milliyetçiliği eylemidir. Hıristiyan ve Musevilerin, demografik ve ekonomik yapıdan tasfiyesinin amaçlandığı 6-7 Eylül pogromları, Türk milliyetçiliğinin onu oluşturan her şeyi tüm çıplaklığıyla görebileceğimiz en sıradan, en yalın halidir ve tekçiliğiyle, kendinden olmayana dönük düşmanlığı ve tahammülsüzlüğüyle yüzleşilmeyen ve hesaplaşılmayan 1915 Ermeni Soykırımı’nın devamıdır.

Tıpkı geçmişteki benzer olaylar karşısında olduğu gibi 6-7 Eylül karşısında da iktidarlar inkar pozisyonu alagelmiştir. Onun üstünü örtmeye, hiç olmamış gibi davranmaya çalışmıştır.

Bunun karşısında bu coğrafyanın gerçek demokratlarına, gerçek aydınlarına, gerçek devrimcilerine düşen hakikat savaşı vermektir. Yani bu coğrafyanın acı dolu tarihi ile yüzleşmek ve onu doğuran ideolojik örgü ile hesaplaşmaktır. Bu sadece geçmişin kurbanlarına dönük ahlaki bir borç değil, aynı zamanda güncel bir siyasal görevdir. Çünkü ancak bu şekilde bu coğrafyadaki bu döngüyü kırabiliriz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.