Dersim’deki mezarsız on binler için…
Dosya Haberleri —

Cemal Taş
Dersim'in toplumsal hafızasını yaşatmaya çalışan Cemal Taş ile “Hey Allah’ın Zalımları” kitabını konuştuk
- Yıllardır binlerce hikaye dinledim. Annemin derdini, acılarını, hikayelerini 60 yıldır dinler dururum. Aslında kitapları ben yazmadım, anlatılanları aktaran biriyim. Kendimi, ailemi, insanlarımı, halkımın hikayesini; yaşanmışlıkları, eksik kalanları aktarıyorum.
- 30-40 yıldır Dersim’den her geçtiğimde o hikayeleri dinliyorum. Onların hikayelerini, seslerini, çığlıklarını duyuyorum. Bu yüzden yaşananlara sessiz kalamam. Kayda geçiriyorum, yazıyorum. Gelecek kuşaklar bu coğrafyada insanlara neler yapıldığını bilsin istiyorum.
- Her tanığın hikayesi etkileyici ve acı doludur. Unutamadığım çok hikaye var ama hep aklımın ve yüreğimin bir yerinde Fadima (Fatma) Albayrak’ın hikayesi durur. Fadima ve Xezal, uzun uğraşlar sonucunda babalarını ikna ediyor. Öylece baba ve çocuklar bir araya geliyor.
SELİM SONTAY/İSTANBUL
Dersim Katliamı Kürdistan tarihine en büyük katliamlardan biri olarak kayıtlara geçer. Türk devleti kadın, çocuk, yaşlı demeden tüm halkı büyük bir kırımdan geçirir. Şans eseri hayatta kalanlar yaşadıklarını günümüze taşır. İşte o tanıklara ulaşan yazar Cemal Taş'ın, geçtiğimiz yıl İletişim Yayınları’ndan çıkan “Hey Allah’ın Zalımları” adlı kitabında Dersim Katliamı’nın bilinmeyen yönlerini gün yüzüne çıkarıyor. Katliamı, tanıkların gözünden okuyucuyla buluşturan Taş, diğer kitaplarından farklı olarak bu kez ‘dışarıdan’ diye tariflediği faillerin aktarımlarına da yer veriyor. Taş, kitabını yazma amacını ise şöyle özetliyor: “Dersim’de mezarsız, kefensiz on binlerce insan var. Bütün derdim gelecek kuşakların bu coğrafyada insanlara neler yapıldığını bilmesi.”
Yıllardır tanıklıkları derleyen ve Dersim'in toplumsal hafızasını yaşatmaya çalışan Cemal Taş ile arayışlarını, “Hey Allah’ın Zalımları” ve kitapta geçen anlatımları konuştuk.
“Hey Allah’ın Zalımları” ve diğer tüm kitaplarınız Dersim’e dair. Sizi katliamı yazmaya, anlatmaya iten nedir?
Yıllardır binlerce hikaye dinledim. Annemin derdini, acılarını, hikayelerini 60 yıldır dinler dururum. Aslında kitapları ben yazmadım, anlatılanları aktaran biriyim. Kendimi, ailemi, insanlarımı, halkımın hikayesini; yaşanmışlıkları, eksik kalanları aktarıyorum. Ben Dersim’in Rengule köyünde Alevi bir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya geldim. İlkokulu bitirdikten sonra eğitim için köyümden ayrılmak zorunda kaldım. Bölgede hayvancılık yapanlar bilirler, yeni bir kuzulama olduğunda oğlağın kulağına “Annenden, babandan ayrılma, kurda kuşa yem olursun” diye fısıldarlar. Okul için başka bir kente giderken babam da beni tembihledi; kulağıma “Bir, Dersimli olduğunu; iki, Alevi olduğunu sakın söyleme” diye fısıldadı. Babam, “Kimliğini, dilini, inancını açık etme” diyerek beni uyarır, “Dersimli değil, Elazığlıyım de” derdi. O zamanlar babamın ne söylemek istediğini, tüm bunların ne anlama geldiğini bilmiyordum. Köyde herkes benim gibiydi, hepimiz aynı dili konuşuyorduk.
İstanbul’da 1972 yılında ortaokula başladım. Bir yıl sonra annem ve babam beni ziyarete geldi. Üsküdar vapur iskelesinde inip, Ümraniye’ye gidecektik. Minibüs kuyruğuna girdik. Annem ve babam Dersim’de giydikleri yöresel kıyafetlerini giymişti. Herkesin bize baktığını hissettim. Orada annem ve babamdan utandığımı fark ettim. Onların çocuğu olmaktan utanmaya başlamıştım. “Kabile hayatı yaşayan insanların yanında ne işim var” gibi bir duyguya kapılmıştım. Annem ve babamın yanında ben, modern bir insandım. Daha sonra sinirli bir şekilde onları aldım ve taksiyle oradan uzaklaştık. Uzaklaşınca sorunun çözüleceğini düşünmüştüm. Ama tabii olayın öyle olmadığını yıllar sonra daha iyi anladım.