Erdoğan’ın stratejisi

Forum Haberleri —

6 Şubat 2023 Depremi - Erdoğan

6 Şubat 2023 Depremi - Erdoğan

  • Erdoğan, enkaz altında kalan insanlar yardım beklerken 25 saat boyunca ortadan kayboldu. Erdoğan hükümeti bu süreyi kurtarma çalışmalarını koordine etmek için değil, seçim ve propaganda stratejilerini yeniden şekillendirmek için kullanmış görünüyordu.

UTKU BALABAN - Çeviri: Serap GÜNEŞ

Türkiye'deki mevcut kriz doğal değil, siyasi bir felaket. Türkiye'nin güneydoğusunu büyük bir depremin vuracağını biliyorduk. Yıllardır birçok jeolog, sadece fay hattının nereden kırılacağını değil, depremin hangi yerleşim birimlerini hedef alacağını da belirlemişti. Hiç kimse Türkiye'de 7 Şubat'ta meydana gelen depremin beklenmedik olduğunu iddia edemez, buna rağmen binlerce insan bu felaket nedeniyle hayatını kaybetti.

Depremin etkilediği alan kabaca Portekiz büyüklüğünde. Deprem Türkiye'nin 81 ilinden 10'unu vurdu; bu iller 13,4 milyon insanın memleketi ve 3,3 milyon haneyi, yani Türkiye'nin toplam nüfusunun yaklaşık yüzde 16'sını barındırıyor.

İlk resmi rakamlara göre deprem nedeniyle en az 6444 konut yıkıldı. Türkiye İstatistik Kurumu'nun son araştırmasına dayanarak yaptığım hesaplamalara göre bu binalarda yaklaşık 60.000 kişi yaşamaktaydı. Dolayısıyla nihai sayım 100.000'i aşarsa kimse şaşırmamalı ve bu sayı muhtemelen şu anda Türkiye'de sağın nefret kampanyasının hedefi olan birçok kayıtsız Suriyeli göçmeni içermeyecek.

2021 yılında ulusal ekonominin yüzde 9'unu oluşturan bu bölge, aynı zamanda gelişen bir imalat üssü ile ülkenin ekonomik olarak en hızlı büyüyen kısımlarından biri. Türkiye'nin imalat çıktısının yaklaşık yüzde 10'unu üretirken, bu 10 il birlikte ülkenin imalat çıktısındaki paylarını 2004'ten bu yana yüzde 27 oranında artırdı. Bu iller arasında en büyük sanayi üreticisi olan Gaziantep, ülkenin imalat üretimindeki payını yüzde 42 oranında artırmıştır.

Hükümet kayıplarda

Hükümet, olaydan sonraki ilk üç gün içinde kaynaklarını harekete geçirmekte başarısız oldu (ya da geçirmemeyi tercih etti). Bu beceriksizliğin ya da bilinçli tercihin sonucu, donarak ölmek de dahil olmak üzere birçok faktör nedeniyle ölüm sayısının artması oldu. 2010'larda Antep'te yıllar süren araştırma projemde görüştüğüm insanlar, kendi şehirlerinde hiçbir devlet kurumunun, şehir merkezlerinde bile, depremden sonraki kritik saatler ve günlerde kurtarma çalışmalarını yürütmek, başlatmak ya da en azından koordine etmek için mağdurlara ulaşmadığını doğruladı. Pek çok insan hilti gibi en basit ekipmanlara (ya da bunları kullanabilecek insanlara) erişim olmadığı için hayatını kaybetti.

Türkiye yoksul bir ülke değil. Önemli mali kaynaklara, yeterli teknolojik altyapıya ve bu tür afet bölgelerine etkili ve hızlı bir şekilde müdahale edebilecek nispeten iyi eğitimli bir işgücüne sahip. Türkiye 425.000 aktif personeliyle NATO'nun en büyük ikinci, dünyanın ise en büyük on birinci ordusuna sahip.

Ayrıca, İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) 2022 yılı itibariyle yıllık bütçesi yaklaşık 600 milyon dolar. Ve 2002'den beri hükümette olan AKP, sözde "deprem fonu" için yaklaşık 36,5 milyar dolar vergi veya "özel iletişim vergisi" topladı, ancak AKP'nin bu kaynağı nereye ve nasıl harcadığı veya bu kaynağın mağdurlara yardım etmek için hala mevcut olup olmadığı belli değil.

AKP ayrıca Türkiye'nin "milyarlarca dolar harcayan, dünyanın en büyük insani yardım bağışçılarından biri" olmasıyla da övünüyor. Türkiye 2010'ların sonunda GSYH'sinin dış yardıma ayırdığı oran bakımından dünyada birinci, dış yardıma harcanan para miktarı bakımından ise ABD'den sonra ikinci sırada yer alıyordu. Peki Türkiye'nin harcayacak bu kadar kaynağı ve deprem yardımı için hükümet bütçesinde milyarlarca doları varken, neden hala depremzedelere yardım etmek için halktan para toplamaya ihtiyaç duyuyor?

Bunun cevabı, AKP'nin sivil toplumun depremzedelere doğrudan ulaşma çabalarını bypass etme arzusu olabilir çünkü bunun hükümetin ülkeyi etkin bir şekilde yönetme konusundaki acizliğini halka gösterdiğinin farkındalar. Sosyal medya sayesinde Türkiye'de milyonlarca insan hemen yardım etmenin alternatif yollarını aramaya başladı. Bu vatandaşların çoğu, AKP'nin bağışlanan yardımları cebe indireceğine inandıkları ve 2000'li yılların başından beri ödedikleri "deprem vergileri" ortadan kalkmış gibi göründüğü için, artık devlet kurumlarına para bağışlamaktan çekiniyor.

Rüşvetçi müteahhitler cumhuriyeti

Türkiye'de insanlar özellikle felakete zemin hazırlayan inşaat kurallarının yetersiz uygulanmasından dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda.

Şu an itibariyle, çöken binaların kaçının AKP'nin 2002'de iktidara gelmesinden sonra inşa edildiğini bilmiyoruz. Ancak bu 10 şehirdeki nüfusun yüzde 51'inin 2001 yılından sonra inşa edilen binalarda ikamet ettiğini biliyoruz. İnternet yepyeni binaların çöküş videolarıyla dolup taşıyor. Buna ek olarak, arkadaşlarım, aile üyelerim ve eski araştırmamdan ulaştığım kişiler, yeni binaların depreme dayanıklılık açısından eski binalardan daha iyi performans gösterdiğine dair hiçbir kanıt olmadığını doğruladılar. Bu gözlemler çürütülebilir, ancak şu soru hala geçerli: AKP hükümeti bu felaketin olacağını bildiği halde neden son 22 yıldır eski binaların arsalarında oturmasına izin verdi?

Bu sorunun cevabı "kaynak yetersizliği" değil. Öncelikle, Euronews'in Türkiye Mimarlar Odası ile işbirliği içinde yaptığı hesaplamaya göre, deprem yardım fonu oluşturmak amacıyla "özel iletişim vergisi" olarak toplanan 36,5 milyar dolar, yaklaşık 1,3 milyon adet 93 metrekarelik konutun inşaat maliyetini karşılamaya yetiyor. Bu rakamı perspektife oturtmak gerekirse, depremden etkilenen bölgede yaklaşık 1,5 milyon konut bulunuyordu.

İkinci olarak, özel inşaat müteahhitleri AKP döneminde fahiş kârlar elde etti. Bu kârlar, inşaat kanunlarını uygulamak ve eski bina stokunu yenilemek için uygun şekilde vergilendirilebilirdi. Türkiye 2000'li yılların başından bu yana ulusal tasarruflarının önemli bir kısmını inşaata harcadı: AKP iktidarının ilk on beş yılında iki veya daha fazla katlı yaklaşık 1,05 milyon konut inşa edildi. AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde inşaat sektörü ulusal katma değerin yaklaşık %5'ini üretiyordu. Bu rakamlar 2008 küresel mali krizi nedeniyle kısa bir kesintiye uğramakla birlikte artarak 2017 yılında %9,5'e ulaştı.

Bir başka deyişle, inşaat sektörü AKP iktidarı döneminde ulusal ekonomideki payını iki katına çıkarırken, aynı dönemde dünya ortalaması %6,2'den %5,5'e gerilemişti.

Servet transferi

Bu, müteahhitler ve imalat ihracatçıları koalisyonuna büyük bir servet transferi anlamına geliyor. Gelir İdaresi Başkanlığı'nın vergi takdiri amacıyla kullandığı inşaat maliyet endeksi ve Türkiye İstatistik Kurumu'nun 2003-2017 yılları arasındaki yeni binaların kayıtlı değerlerine ilişkin verilerine dayanarak yaptığım hesaplamalar, inşaat maliyetleri ile bu yeni binaların kayıtlı değerleri arasındaki uçurumun giderek büyüdüğünü gösteriyor: Bu dönemde inşa edilen 1,05 milyon konutun değeri 515 milyar dolar ve bu rakam 2017 yılında Türkiye'nin GSYH'sinin %60'ına eşit.

Ancak hükümet bu büyüyen pastayı eski binaları yenilemek için bir kaynak olarak kullanmayı tercih etmedi ve inşaatçılar eski konut binalarını onarmaktan çok daha kârlı bir girişim olan yeni inşaat projelerine yatırım yapmayı seçti. Eğer 2003 yılında inşa edilen konut binalarının toplam kayıtlı değerinin toplam inşaat maliyetine oranı 2003-2017 yılları arasında aynı kalsaydı, bu 15 yılda inşa edilen 1,05 milyon konut binasının kayıtlı toplam değerinin 416 milyar dolar olması gerekirdi. Çok katlı konut binaları 2003-2017 yılları arasında en yüksek güvenlik standartlarına göre inşa edilmiş olsaydı ve bu binaların müteahhitleri 2003 yılında elde ettikleri kârın aynısını elde etmiş olsalardı, yeni inşaatlar bu dönemde ceplerine giren gerçek miktardan yaklaşık 99 milyar dolar daha az kazanmış olacaktı.

Kısacası, tüketiciler son yirmi yılda "deprem fonu" için son derece yüksek satış vergileri ödediler, ancak kendilerini kendi evlerinin enkazı altında buldular. Ancak müteahhitler on milyarlarca doları daha ceplerine indirdiler. Yine de durum farklı olabilirdi. AKP hükümeti ya 36,5 milyar doları "deprem fonunda" kullanabilirdi ya da 99 milyar doları eski binaları rehabilite etmek ve inşaat yönetmeliğini düzgün bir şekilde uygulamak için vergilendirebilirdi.

99 milyar dolar nereden geldi?

Konuyla ilgili bir soru da elbette bu 99 milyar doların nereden geldiği. Cevap küreselleşmiş finans piyasasıdır. Çin ve diğer pek çok ihracat odaklı ekonomi gibi Türkiye de artan ihracat gelirinin önemli bir kısmını betona gömdü. Kaynakların bu denli yanlış kullanılmasının en önemli nedenlerinden biri de, birçoğu milyonlarca çalışkan işçinin ucuz emeği sayesinde küçük servetler edinmiş olan küçük ve orta ölçekli imalat ihracatçılarının perspektif, yaratıcılık ve azim eksikliğiydi. İmalatçılar, artan imalat ihracatı gelirlerini yüksek teknolojili ve çevre dostu yatırım projeleri için kullanmak yerine, hızla biriken servetlerinin değerini korumanın bir yolu olarak gayrimenkul satın almayı seçtiler.

Başka bir deyişle, Türkiye'de inşaat sektörü sonradan görme zenginler için çok maliyetli ve ilkel bir bankacılık biçimidir.

Kent yoksulları

Bu emlak çılgınlığının sonucu, ülkenin her yerinde boş konutların mantar gibi çoğalması oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan tahminlere göre, İstanbul'daki konutların 400.000 ila 700.000'i boştur; bu da ülkedeki tüm konut stokunun yaklaşık yüzde 2'sine karşılık gelmektedir. Durumun diğer şehirlerde de farklı olduğuna inanmak için bir neden yok, dolayısıyla ulusal konut stokundaki boş konut birimlerinin payı yüzde 10'a kadar çıkabilir. Bu durum bilhassa endişe verici çünkü Türkiye'nin metropol bölgelerindeki kent yoksulları ciddi bir konut krizinden muzdarip.

AKP hükümetinin 2000'li yılların başından bu yana emlak çılgınlığının gelişmesine izin vermesinin nedenlerinden biri de işçilerden imalatçı ihracatçılara ve ardından inşaatçılara yapılan büyük servet transferi olmuştur. Depremin bize acı bir şekilde hatırlattığı gibi, bu kısır döngü sadece ülkedeki gelir ve servet dağılımını daraltmakla kalmadı, şimdi de binlerce insanın hayatına mal oldu.

Felaketler ve seçimler

AKP, 1999 yılında ülkenin kuzeybatı bölgesinde meydana gelen ve 18.373 kişinin hayatını kaybettiği deprem ve 2001 yılında Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizinin ardından 2002 yılında iktidara geldi. Bugünkü depremde olduğu gibi 1999'daki felaket de ülkenin ekonomik açıdan en canlı bölgelerinden birini vurmuş ve iki yıl sonraki ekonomik krizi tetikleyen faktörlerden biri olmuştu.

AKP 1999 depremini siyasi bir metafor olarak kullandı. Hem şu anki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem de İslamcı medya bu felaketi "devletin çöküşünün" bir işareti olarak nitelendirdi (Bkz. Yeni Şafak). Hatta bazı İslamcılar felaketi, tesettürlü olmayan kadınların sefahati nedeniyle Allah'ın verdiği bir ceza olarak göstermeye cüret etti. Başka bir deyişle, her iki taraf da depremi ve mali krizi müstakbel bir İslamcı hükümetin ahlaki ve ekonomik erdemlerini meşrulaştırmak için kullandı.

Bu olaylar ile şu anda yaşananlar arasındaki paralellikler Türkiye'deki pek çok kişi için çağrışım yapıyor. Türkiye'de kişi başı gelir dokuz yıldır düşüyor ve 2023 depremi 1999 depreminden bile daha yıkıcı oldu. Bu çifte kriz, tıpkı 2002'de AKP'yi iktidara getiren gibi sandıkta bir isyana yol açabilir mi? Rejim kesinlikle böyle düşünüyor. Bu yıl cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri var ve Erdoğan'ın kliği depremin vurduğu andan beri bir "hasar kontrol" stratejisi üzerinde çalışıyor. Yaklaşık 10 saat sonra kısa bir televizyon programının ardından Erdoğan, enkaz altında kalan insanlar yardım beklerken bile 25 saat boyunca ortadan kayboldu. Erdoğan hükümeti bu süreyi kurtarma çalışmalarını koordine etmek için değil, seçim ve propaganda stratejilerini yeniden şekillendirmek için kullanmış görünüyordu.

Beş bileşen

Tüm parçaları bir araya getirdiğimizde, ana planlarının omurgasını oluşturan beş bileşen olduğu görülüyor.

* Bunlardan ilki, mağdurların yaşadığı hayal kırıklığının ulusal siyasi gündemi ele geçirmesini önlemek. Hükümet yetkilileri ve hükümet güdümündeki medya tarafından depremin büyüklüğüne yapılan vurgu bu taktiğin bir parçası. Hükümet şu anda kamuoyunu, depremin olağanüstü şiddetli olması nedeniyle insanları kurtarmak için hiçbir şey yapamayacaklarına ikna etmeye çalışıyor.

* İkinci olarak, sosyal medyada Erdoğan ve kliğinin bir komplo teorisini geliştirip yaydığına dair güçlü sinyaller var: ABD'nin gelişmiş askeri teknolojileriyle depremi tetiklediğine dair bir komplo teorisi.

* Üçüncü ve benzer bir bileşen ise, müteahhitleri, hükümeti ya da gerçek suçluları değil, kimliği belirsiz sivilleri "yağmacılar" ya da aksi halde şanlı olan bir ulusun "çürük elmaları" olarak bir nefret kampanyasının hedefi yapmak. Erdoğan 10 Şubat'ta Adıyaman'da yaptığı konuşmanın önemli bir bölümünü yağmacıları kınamaya ayırarak, onlarla siyasi rakipleri arasında sembolik bir bağ kurdu. Kendisini dinleyen kitleye, "ne yağmacıların ne de acımızı siyasi bir yağma stratejisine dönüştürenlerin amaçlarına ulaşmasına izin vereceğiz" vaadinde bulundu. Afetten etkilenen bölgelerdeki mağdurları suçlayan bu söylem son derece tehlikeli çünkü bu insanlar devlet yardımı olmadığı için gıda, temiz su veya çocuk bezi gibi temel ihtiyaçlarını yakınlardaki kapalı süpermarket ve bakkallardan temin etmek zorunda.

Erdoğan'ın konuşmasının ardından sosyal medya, polis tarafından ciddi şekilde dövülen sivillere ilişkin rahatsız edici haber ve videolarla doldu. Bir vakada, yağmacı olduğu iddia edilen bir kişi, resmi rapora göre "gözaltındayken başını duvara çarpması" üzerine polis karakolunda hayatını kaybetti. Bu "yağmacı karşıtı" kampanyada çeteler de kolluk kuvvetlerine katıldı. Bir videoda üç genç adamın cesedi, iddiaya göre onlarca yıllık mobilya ve ev aletlerini korumak için onları öldüren çete üyeleri tarafından sokağa yığılmıştı. Aynı olaya ilişkin bir başka videoda ise, çete üyeleri zaferlerinin sembolik bir ödülü olarak cesetlerin fotoğraf ve videolarını neşeyle çekerken, kolluk kuvvetlerinin sadece seyirci kaldıkları görülüyor.

* Planın dördüncü kısmı ise bu felaketi, bu yılki seçimlerden önce demokratik hakları engellemek için kullanmak. AKP hükümeti, nüfusun yaklaşık yüzde 16'sının yaşadığı deprem bölgelerinde üç ay sürecek bir olağanüstü hal ilan etti. Bu seçmenlerin önemli bir kısmını Kürtler ve Aleviler oluşturuyor ve Kürtlerin oyları muhtemelen seçim sonuçlarında belirleyici bir rol oynayacak. Anketler sürekli olarak Erdoğan'ın İslamcı partisi ile sosyal demokrat ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) başını çektiği iki seçim bloğunun birbirine yakın oy oranlarına sahip olduğunu gösteriyor.

Dolayısıyla AKP hükümeti, tıpkı birkaç yıl önce yaptığı gibi, depremi daha geniş kapsamlı seçmen bastırma stratejisinin bir parçası haline getirirse kimse şaşırmamalı: 2016 yazındaki başarısız darbe girişiminin ardından ülke çapında iki yıl süren olağanüstü hal sırasında İslamcı hükümet, Erdoğan'ın diktatör rejimini pekiştirmesine yardımcı olan anayasa değişikliklerini 2017'de geçirecek şekilde muhalefeti susturdu. Daha da önemlisi, eğer Halkların Demokrasi Partisi (HDP) ana muhalefetin seçim bloğunu desteklerse, Erdoğan'ın seçim koalisyonu muhtemelen seçimi kaybedecek; AKP'ye kaydırılabilirse, kazanacak.

* Son olarak, AKP hükümeti bu felaketi, imalat ve inşaat sektörlerindeki küçük ve orta ölçekli işletme (KOBİ) sahipleri arasındaki desteğini pekiştirecek yatırımlar vaat etmek için de kullanacaktır. Erdoğan'ın deprem sonrası ilk vaatlerinden birinin mağdurları enkazdan hızla kurtarmak değil, yıkılan binaları "bir yıl içinde" yeniden inşa etmek olması dikkat çekici.

Benzer şekilde, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ve Erdoğan'ın sağ kolu Mustafa Varank da depremden bir gün sonra yaptığı ilk basın açıklamasında sevinçle "depremin bölgedeki sanayi tesislerini etkilemediğini ve bunun iyi bir haber olduğunu" ifade etti. Varank, önündeki acil sorunun insani bir kriz değil, felaketin KOBİ sahipleri için ekonomik sonuçları olduğunu da biliyor: onların desteği olmadan, AKP hükümeti iktidarda kalamaz.

Başka bir deyişle, AKP'nin 2002'de iktidara gelmesinden önceki koşullar ile şimdiki koşullar arasındaki paralellikler güçlü ve Erdoğan'ın kliği, depremi bir sonraki seçimde zafere giden yolun merkezi haline getiren iyi düşünülmüş bir siyasi ve ekonomik stratejiye sahip. Tek umudumuz Türkiye'de seçmenlerin bu felaket ile onlarca yıllık yozlaşmış politikalar arasındaki bağlantıyı kurarak kendi gelecekleri için ne istediklerine dair kesin bir karar vermeleri.

Kaynak: https://publicseminar.org/essays/theres-nothing-natural-about-turkeys-earthquake-disaster/

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.