Hêvî ve Yekta
Toplum/Yaşam Haberleri —
- Bir gün Yekta ansızın ayrıldı aramızdan. Tarihin o en eski şehirlerinden birinde, Halep şehrinin orta yerinde Yekta son kez sahneye çıktı. O güzel yüzünü, o upuzun dal gibi bedenini alevlere verdi… Bu onun hayatının son perdesiydi.
- Hêvî’nin acıları çok sürmedi. Ondan sonra bir kez daha tiyatro sahnesine ayak basmadı. Hêvî o mutlu tebessümü ile son soluğunu verdi. Henüz bir mevsim bile geçmemişti, Yekta'nın arkasından koşarak gitti.
HALİL DAĞ
Ustalar, son tahlilde, fotoğrafın gerçeğin kendisi olmadığını söyleseler de, ben dağlarda fotoğraflarla öylesine çok şey yaşadım ki, onların gerçeklerden daha gerçek olduğuna inanmaya başladım. Çok uğraşmama rağmen henüz iyi bir fotoğrafçı olduğum söylenemez, ama fotoğraf gerçeği beni hala hayretler içinde bırakmaya devam ediyor. Onların geçmiş ve geleceğe ilişkin ne çok şeyi açıkladığını fark ettikçe fotoğraf tutkum daha da artıyor.
Belki de bu nedenle arkadaşlarımı ısrarla fotoğraflamaya devam ediyorum. Belki fotoğrafların içinde onlara ilişkin bir şeyler bulurum diye basıyorum deklanşöre… Ama fotoğrafın içinde olup biteni hep sonradan fark ediyorum. Bir kez zamanında okuyabilseydim bir fotoğrafı, kim bilir neler olurdu…
Hêvî ve Yekta’nın bu fotoğrafı yeni geçti elime. Kim tarafından fotoğraflanmış olduğunu öğrenmeyi çok isterdim. Bu fotoğrafın sahibini arkadaşlara sordum, kimse bilemedi.
Fotoğrafta Hêvî ve Yekta yıkılmış bir tiyatro sahnesinin orta yerinde duruyorlar. Tüm samimiyetleri fotoğrafa yansımış. Birbirlerini tamamlarcasına biri sağ, diğeri de sol elini kaldırmış. Ellerini öyle bir uyumla kaldırmışlar, objektife öyle bir uyumla bakmışlar ki, her ikisi birden aynı sözü söyler gibidir. Merhaba veya hoşça kal…
O kadar iz bıraktılar ki
Bir oyunun sonunda mıyız, yoksa oyun yeni mi başlıyor… Söyleyecekleri ne olursa olsun, ikisinin aynı anda aynı şeyi söyledikleri kesin. Aynı duygu ve aynı anlayışla duruyorlar o sahnede…
Oysa birbirlerinden farklı, bambaşka iki insan onlar. Biri Mardin’den, diğeri Dersim’den çıkıp geldi.
Onların her ikisini birlikte tanıdık. Her ikisi beraber girdi dağlardaki yaşamımıza. Biri yokken diğeri yoktu. Ve biri gelince diğeri de ardından koşarak geldi. Bu bir tesadüf müydü, bilemiyorum ama kahkahalarıyla, neşeleriyle atlayıverdiler dağlardaki yaşamımızın orta yerine. Bu kayalar onların kahkahalarıyla yankılandı onca yıl…
Ve çok sonraları öğrendim ki, dağlardan önceki yaşamlarında birbirlerini hiç tanımamışlar, duymamışlar, görmemişler. Ama biz onları birlikte tanıdık, seslerini birlikte duyduk, ve bu dağların her yerinde onları birlikte gördük.
O kadar çok iz bıraktılar ki buralara, o kadar çok çınlattılar ki buraları, o kadar çok alkışlandılar ki buralarda…
İkisinin ortak özellikleri miydi onları bir araya getiren, yoksa bir araya geldikleri için mi bir birlerine benzemişlerdi, bilemiyorum. Ağız dolusu gülebilen insanlardı ikisi de… Kahkahaları çınlatırdı vadileri ve bir kez olsun kısık sesle konuşmazlardı. Kalpleri öylesine doluydu ki sözler onlardan taşardı. Yanlarında bir an olsun hüzünlü duramazdınız. Onlar sizi neşelendirmenin mutlaka bir yolunu bulurdu.