İmralı sadece İmralı değildir

Cihan DENİZ yazdı —

  • İmralı sistemi iktidarın tüm Türkiye için ön gördüğü sistemin adeta bir prototipi niteliğindedir. İmralı, toplumu boğup onu nefesiz bırakan, toplumu baskı altına alan “olağanüstü”  iktidar pratikleri ve uygulamalarının ilk denendiği ve daha sonra da yeni “normal” olarak tüm topluma dayatıldığı bir laboratuvar niteliğindedir.

Bu coğrafyanın en temel sorunlarının başında muhalefetin geniş bir kesiminin iktidarın politikalarının gerçek anlamını kavramadaki yetersizliği ve buna bağlı olarak da iktidarın bir strateji kapsamında uyguladığı bütünsel politikalarına karşı bir strateji ve bütünsellikten yoksun politikalarla sonuç alınabileceğine safça inanması gelmektedir.

Bunun en güzel örneği İmralı tecrididir.

Tecrit edilen demokrasidir, hukuktur

Türkiye’de muhalif olanların önemli bir kesimi, muhalif gözüküp özünde bu coğrafyada siyasete şeklini veren, onun sınırlarını belirleyen anlayışla zerre sorunu olmayan kesimlerin tamamı İmralı tecridini, o tecrit ile neyin amaçlandığını, bu tecrit siyaseti mutlak bir başarı kazanırsa halkları neyin beklediğini görememekte, belki de görmek istememektedir.

En başta İmralı’da uygulanan tecrit tüm temel ulusal ve uluslararası insan hakları normlarına ve kurallarına aykırıdır. Bu nedenle de, sadece bu nedenle bile olsa demokrasiden, hukuktan, insan haklarından yana derdi olan herkesin bu tecrit politikasına karşı çıkması gerekmektedir.

Ama tecrit, bazılarının görmek veya inanmak istediği gibi, bununla sınırlı olsaydı yani sadece bir insan hakları sorunu olsaydı; İmralı tecrit sistemi sadece İmralı ile sınırlı olsa veya sadece bir kişiyi hedef alan bir uygulama olsaydı; sadece cezaevleri ile ilgili bir konu olsaydı o zaman işler de daha kolay ve net olurdu ama öyle değil.

İmralı, sistemin prototipidir

İmralı sistemi iktidarın tüm Türkiye için ön gördüğü sistemin adeta bir prototipi niteliğindedir. İmralı, toplumu boğup onu nefesiz bırakan, toplumu baskı altına alan “olağanüstü”  iktidar pratikleri ve uygulamalarının ilk denendiği ve daha sonra da yeni “normal” olarak tüm topluma dayatıldığı bir laboratuvar niteliğindedir. Bu laboratuvarda, PKK Lideri Abdullah Öcalan, PKK, “bölücülük”, “terör” gibi iktidarların her zaman kullandığı çarpıtma araçları ile hukuksuzluklar, adaletsizlikler, baskılar kamufle edilmekte ve zaman içinde de normalleştirilmektedir.

Hapishanede devreye sokulan konsept

Bunun en yakın ve yakıcı örneği cezaevlerinde devreye sokulan yeni konsepttir. Gazete, kitap, televizyon, radyo, mektup gibi en temel haklar nerdeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Mahpusların havalandırma hakkı sınırlandırılmıştır. Onlarca yıl cezaevinde tutulan siyasi mahpuslar yatmaları gereken süre dolmuş olmasına rağmen serbest bırakılmamaktadır. Bu tecrit siyasetinin daha iyi uygulanması için mahpusların adeta bir ölüm hücresine konulduğu yeni tip cezaevleri inşa edilmektedir. Özcesi tüm mahpuslara 1999’da İmralı’da devreye konulan ve o günden bu yana kesintisiz olarak uygulanan sistem dayatılmaktadır. İmralı’da uygulanan cezaevi sistemine karşı gerekli mücadele verilmediğinden coğrafyadaki tüm cezaevleri adım adım İmralı’ya dönüşmektedir.

Ama belirtildiği gibi, tecrit sadece cezaevleri ile ilgili bir konu değildir; tüm bir coğrafyayı hedefleyen bir anlayıştır.

Bu noktada, durumu en iyi özetleyecek bir diğer konu da adaletsizlik konusudur. Bugün bu coğrafyada toplumun geniş bir kesimi, buna yeri geldiğinde iktidara yakın kesimler de dahildir, adaletsizlikten, en geri haliyle bile olsa mevcut yasaların fiiliyatta anlamı yitirmesinden, iktidarın kendi koyduğu yasa ve kurallara bile uymadığından, mahkeme kararlarını uygulamadığından şikayet etmektedir.

Ama görülmeyen nokta şu; eğer daha en başında İmralı’da uluslararası sözleşmeler, anayasa ve yasalar ile garanti altına alınmış hakların askıya alınmasına, bunları tanımayan bir sistem kurulmasına karşı çıkılıp bu engellenmiş olsaydı, bugün bunları bu şekilde konuşmuyor olacaktık.   

Ama bunun yerine Kürtler ve bir avuç dostları dışında herkes bu konu karşısında 3 maymunu oynadı: görmedi, duymadı, konuşmadı. Kürt siyasi aklının "90’lardaki kirli savaş konsepti nasıl Türkiye’yi çöküşe sürüklediyse, İmralı’da devreye konan konsept de demokrasi, adalet ve özgürlüklerin sonunu hazırlayacak” şeklindeki uyarıları görmezden gelindi. Bundan cesaret alan iktidar da, İmralı’da denemesi yapılan sistemi sadece cezaevleri ile sınırlı olmayacak bir şekilde tüm Türkiye’ye yaymaya girişti.

Gelinen nokta ortada.

Tecride karşı mücadele de aynı bütünlükte olmalı

Dolayısıyla da bu bütüncül tecrit siyasetine karşı mücadele de aynı bütüncüllükte olmalıdır. Tecrit, bu coğrafyadaki sadece özgürlük, demokrasi, barış mücadelesinin değil sınıfsal mücadelenin de en önemli cephesi olarak görülmelidir. Aksi durumda, İmralı tecridini “terörle mücadele” olarak görenler, İmralı’dan çıkacak en ufak bir sese bile tahammül edemeyenler, ne kadar muhalif olduklarını iddia ederlerse etsinler, ne kadar bu coğrafyada adaletsizlikten, hukuksuzluktan, hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasından şikayet ederlerse etsinler, günün sonunda iktidarın adalete, hak ve özgürlüklere, demokrasiye açtığı savaşın bir parçası olmaktan kurtulamayacaklardır. Diğer bir ifade ile aynı anda hem tecride gözlerini kapatıp veya tecridi destekleyip hem de muhalif olmanın, demokrat olmanın, özgürlükçü olmanın imkanı yoktur. Kendine muhalifim diyen herkes çemberin içinde mi yoksa dışında mı olduğunu seçmek zorundadır artık.

Sonuç olarak, solcuların sosyalistlerin devrimcilerin Kürt halkı tarafından tecride karşı yürütülen mücadelede Kürt halkı ile dayanışmak, onun yanında olmak için değil bizzat kendi tüm ezilen ve sömürülen kesimlerin hakları ve geleceği için yer almalıdır. Gelinen nokta itibarıyla tecride karşı verilen mücadeleye destek artık enternasyonalist bir dayanışma konusu olmaktan çıkmıştır. Herkesi için bu mücadeleye destek vermek değil bu mücadelenin bir öznesi olmak gerekmektedir artık.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.