Kapitalizm, gelir eşitsizliği ve Marksizm

Forum Haberleri —

  • Kapitalist üretim tarzı, üretimin maddi koşullarının, sermaye ve toprak mülkiyeti biçiminde işçi olmayanların ellerinde olması, öte yandan, kitlelerin ise yalnızca kişisel üretim koşullarının, emek gücünün sahipleri olması gerçeğine dayanır.

Branko MİLANOVİC - Çeviri: Serap GÜNEŞ

Marx'ı okuyanlar arasında, Marx'ın kapitalizmde eşitsizlik konusuna oldukça ilgisiz olduğu iyi bilinmektedir. Onu okumuş olmayan ama sosyal demokrasiden gelen sol görüşleri bilen ve Marx'ın görüşünün de benzer (sadece daha radikal) olduğunu düşünenler arasında, bu gerçek pek iyi bilinmiyor ve böyle bir tutumun gerekçeleri de doğal olarak anlaşılmış değil.

(Marx'ın bu konudaki ilgili görüşleri tek bir yerde değil dağınıktır: Grundrisse, 18. Brumaire, Kapital, Gotha programının eleştirisi... Bu konuda yakın tarihli çok güzel ve özlü bir tartışma, Allen W. Wood'un "Marx’ın eşitlik üzerine görüşleri" adlı eserinde bulunabilir.)

Marx'ın şu anda anladığımız şekliyle eşitsizliği -yani, bireyler arasındaki gelir veya servet eşitsizliğini- göreli olarak önemsiz görmesinin birkaç nedeni var.

Birinci gerekçe, ikincil çelişkilerden farklı olarak, kapitalizmdeki temel çelişki ile ilgilidir: sermaye sahipleri ile emek-güçlerinden başka hiçbir şeye sahip olmayanlar arasındaki çelişki. Marx için olduğu gibi Ricardo için de sınıf, kişinin gelir dağılımındaki konumunu belirler. Bu nedenle sınıf, gelir dağılımından önce gelir. Önemli olan sınıfların kaldırılmasıdır. Engels (ki bu konuda kesinlikle Marx'la aynı fikirdeydi) şöyle yazıyordu: "Sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması" yerine, (eleştirdiği sosyal demokrat programda belirtildiği gibi) ‘tüm toplumsal ve siyasi eşitsizliklerin ortadan kaldırılması’… müphem bir ifadedir çünkü yaşam koşulları ülkeden ülkeye, ilden ile, hatta bir yerden diğerine daima, bir asgariye indirgenebilse de asla tamamen ortadan kaldırılamayacak şekilde, belirli derecede bir eşitsizlik gösterecektir." (August Babel'e Mektup) Dolayısıyla, "ücret sistemi temelinde... adil ücret için feryat etmek, kölelik temelinde özgürlük için feryat etmekle aynıdır" (Marx, Ücret, Fiyat ve Kar).

Sınıflar ortadan kaldırıldığında, "arka plandaki kurumlar" adil hale gelir ve tam bu moment, adil dağıtımın ne olduğu hakkında gerçek bir tartışmaya başlamanın zamanıdır. Marx'ın nispeten geç bir dönemde, 1875’te Gotha Programının Eleştirisi'nde yazdığı konu budur. Sosyalizmde ("herkese emeğine göre") ve komünizmde ("herkese ihtiyacına göre") gelir dağılımı arasındaki ünlü ayrımı burada ortaya koydu.

Sosyalizmde, Marx'ın söylediği gibi, eşit olmayan fiziksel veya zihinsel yeteneklere sahip insanlar eşit olmayan bir şekilde ödüllendirileceğinden, muamelede eşitlik orijinal bir eşitsizliği varsayar: "Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit olmayan bir haktır."

Bununla birlikte, bir bolluk ütopyası olan komünizmde, "ihtiyaçları" daha fazla olan bazı insanlar "ihtiyaçları" daha az olan diğer insanlardan daha fazla tüketmeye karar verdikleri için, gerçek eşitlik, tüketimde gözlemlenen bir eşitsizliği ifade edebilir. Varsayımsal bir komünist toplumda, bugünün Amerika Birleşik Devletleri'ndeki gibi 0,4'lük bir Gini katsayısı gözlemlersek, bu bize iki toplumdaki eşitsizlikler hakkında hiçbir şey söylemez - ve iki toplumun aynı düzeyde eşitsizlik sergilediği anlamına kesinlikle gelmez. Birinde (komünizmde) eşitsizlik gönüllü, diğerinde ise istemeksizin maruz kalınan bir şey.

İnsanın aklına elbette Amartya Sen’in "kabiliyetler yaklaşımı" geliyor: eşitliğe ulaşılması, eşitsiz bireylere eşitsiz muamele edilmesini gerektirebilir.

Marx’ın eşitsizliğe görece ilgisizliğinin ikinci nedeni, üretim ve dağıtımın "birleşik" olduğu konusundaki ısrarından gelir: üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ücretli emek ile kapitalist üretim tarzı, belirli bir gelir dağılımı ile sonuçlanır. Doğuştan gelen yeteneklerin eşitsiz dağıldığı ve bazı insanların bu eşitsiz yetenek dağılımı sonucu başkalarını çalıştırarak gelir elde edebildiği bir durumda gelir dağılımında değişime odaklanmak mantıklı değildir. Marx burada, dağıtım yasalarının tarihsel, üretim yasalarının ise "fiziksel" ya da "mekanik" olduğunu düşünen J.S. Mill ile açıkça görüş ayrılığına düşmektedir. Marx için her ikisi de tarihseldir.

Tüketim araçlarının dağıtımı, yalnızca üretim koşullarının dağıtımının sonucudur. Bununla birlikte, üretim koşullarının dağıtımı, üretim tarzının kendisinin bir özelliğidir. Örneğin kapitalist üretim tarzı, üretimin maddi koşullarının, sermaye ve toprak mülkiyeti biçiminde işçi olmayanların ellerinde olması, öte yandan, kitlelerin ise yalnızca kişisel üretim koşullarının, emek gücünün sahipleri olması gerçeğine dayanır. Üretim araçlarının bu şekilde dağıtılması, kendiliğinden, tüketim araçlarının günümüzdeki dağılımı ile sonuçlanır. (Gotha programının eleştirisi).

Ve son derece önemli olarak:

Vulger sosyalizm, dağıtımın üretim tarzından bağımsız olarak ele alınması ve bu yüzden de sosyalizmin esas olarak dağıtıma dayalıymış gibi yansıtılması şeklindeki burjuva iktisadi yaklaşımı devraldı. (Eleştiri…)

Bu bakış açısı, devletin yeniden dağıtımdaki rolüne işaret edilerek eleştirilebilir. Marx zamanında bu rol asgari düzeydeydi ve dolayısıyla gelir dağılımı, yeteneklerin dağılımını mükemmel bir şekilde yansıtıyordu. Ama ikisi arasındaki bağ devletin aracılığı ile kopar veya değiştirilirse, üretim tarzı artık "tüketim araçlarının" dağılımını tek başına belirlemez.

Görece ilgisizliğin üçüncü nedeni biraz felsefi. Ücretli emek, işçinin emeğine ve emeğinin ürününe yabancılaşmasını ifade eder. Temel mesele yabancılaşma ise, sadece gelir dağılımındaki iyileştirmelerle bunun üstesinden gelinemez. Amazon'da çalışan bir işçi olarak, saatlik ücretim ister 10 dolar ister 50 dolar olsun, Amazon'daki emeğime yabancılaşmış durumdayım. Yabancılaşmayı aşmak için hem özel mülkiyetin hem de işbölümünün ortadan kaldırılması gerekir.

Marx’ın kapitalizmde eşitsizliğin önemini belirgin görmemesine tüm bu gerekçeler yol açmaktadır. O halde, işçilerin maddi koşullarında sağlanacak iyileşmeler, kapitalizm koşulları altında faaliyet yürüten Marksist bir hareketin nihai hedefi olamıyorsa, sendikal faaliyetin ya da genel olarak toplumcu aktivizmin ne manası var? Burada Marx, alışılagelmiş sosyal demokrattan çok farklı bir duruş sergiliyor. Ücretlerin artırılması, çalışma haftasının kısaltılması, işin yoğunluğunun azaltılması vb. için verilen mücadele, kapitalist ilişkilerin uzlaşmaz doğasını vurguladıkları ve daha da önemlisi, toplumcu aktivizmde örtük olarak bulunan imece ve amaç birliği, gelecekteki işbirliği ve hatta fedakarlık toplumunu haber veren bağlar yarattığı için değerlidir.  Shlomo Avineri'nin yazdığı gibi: "(İşçi derneğinin) önemi, ne dar anlamda politik ne de dar anlamda sendikaldır: önemi, gelecekteki insan ilişkilerinin toplumsal dokusunu yaratacak olan gerçek yapıcı çabanın odağı olmasındadır" (Karl Marx'ın toplumsal ve siyasal düşüncesi, s. 142).

Bu tür bir toplumcu aktivizmin birincil amacı… pedagojiktir: toplumsal işbirliğinin öğrenilmesi ve ancak bundan sonra, ikincil olarak, işçi sınıfının veya çıkarları bu şekilde desteklenen herhangi bir grubun-cinsiyet, ırk veya etnisite-ekonomik koşullarında iyileşme. (Daha da ileri gidilerek böyle bir toplumcu aktivizmin praksis'in özü olduğu bile söylenebilir: "insanın değişen tarihsel koşulları bilinçli olarak şekillendirmesi" (Kolakowski, cilt 1, s. 138)).

Tüm bu nedenlerle, şu ya da bu iyileştirici önlemi öneren bir gelir dağılımı araştırmacısı ya da toplumcu aktivist, Marx'ın bakış açısına göre, hepten yararsız olmasa da (çünkü temelde yatan sınıf çelişkilerini belirginleştirir), kapitalizm koşulları altında hayatın gerçeklerini adil "arka plan kurumlarının" oluşumuna doğru değiştirmekten fazlasını yapmayan bir işle meşguldür.

https://glineq.blogspot.com/2022/02/marxs-on-income-inequality-under.html

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.