Küresel özgürlük hamlesini büyütme ihtiyacı
Selahattin ERDEM yazdı —
- Elbette İmralı’da bir rehine sistemi var, İmralı bir tecrit, işkence ve soykırım sistemi. Bu temelde sorun ideolojik ve politiktir. Fakat iyi bilelim ki, bir o kadar da hukukidir. Bu bakımdan her türlü siyasi eylemle birlikte hukuk mücadelesini de önemsemek ve daha da geliştirmek gerekli.
Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen Küresel Özgürlük Hamlesi kapsamında eylemler her alanda ve her yöntemle gelişiyor. En başta gerilla ve öz savunma güçleri AKP-MHP faşizmine öldürücü darbeler vurmaya devam ediyor. Başta Zap olmak üzere tüm Medya Savunma Alanları gerçekten de faşizme mezar oldu ve daha fazla da oluyor. Başta metropoller olmak üzere tüm kentlerde antifaşist savaş ve direniş her geçen gün daha da büyüyor. Fedai gerilla savaşı tüm halklara ve özgürlükçü güçlere moral ve ilham kaynağı olmayı sürdürüyor.
Bu temelde Kürt halkı, gençleri ve kadınları her alanda ayakta ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamakta kesin kararlı. Özellikle Kürt anaları, zindandaki direnişi destekleme temelinde en önemli ve kesintisiz eylemi sürdürüyor. Kuşkusuz en anlamlı ve etkili eylemler ise dünyanın dört bir yanındaki Kürt dostlarından, sosyalist ve demokratik güçlerden geliyor. İngiltere’den sonra İtalya, İspanya ve Norveç’ten aydın ve siyasetçilerin CPT üzerinde oluşturduğu baskı, hem AKP-MHP faşizmi ve hem de Avrupa’daki destekleyicileri üzerinde ciddi bir etki oluşturmuş bulunuyor.
Son süreçte Avrupa siyasetinde belli bir hareketlenme gözleniyor. Bir hafta önce İrlanda, Norveç ve İspanya yönetimleri Filistin Devletini tanıma kararı aldı. Belli ki bu yolla işgalci İsrail ve Hamas yönetimleri üzerinde baskı oluşturmayı hedefliyorlar. Ardından da söz konusu ülkelerin demokratik çevreleri tarafından, Kürt halkını desteklemek üzere İmralı’daki mutlak iletişimsizliğin aşılması için CPT’ye acil çağrı içeren mektuplar gönderildi. Bu temelde İmralı kilidini kırmak, yaşanan mutlak hukuksuzluğa son vermek istiyorlar.
Kuşkusuz söz konusu çabaları çok önemsemek ve daha da yayıp geliştirmek gerekiyor. ‘Mektupla, yürüyüşle, hukuk mücadelesi ile ne olur?’ dememek gerekiyor. İmralı’daki mutlak hukuksuzluğu her alanda etkili biçimde teşhir etmek, tüm hukuk çevrelerini bu temelde seferber ederek İmralı gerçeğini dünyanın dört bir yanına daha fazla yaymak önem taşıyor. Elbette İmralı’da bir rehine sistemi var, İmralı bir tecrit, işkence ve soykırım sistemi. Bu temelde sorun ideolojik ve politiktir. Fakat iyi bilelim ki, bir o kadar da hukukidir. Bu bakımdan her türlü siyasi eylemle birlikte hukuk mücadelesini de önemsemek ve daha da geliştirmek gerekli.
Diğer yandan, ‘Cumartesi Anneleri’nin faşizme karşı tarihi eylemi bininci haftasını doldurdu. Tüm demokratik güçlerce de desteklenen bininci hafta eylemi, gerçekten de anlamına yakışır bir görkemlilikteydi. Düşünebiliyor musunuz, Türk, Kürt ve diğer halklardan analar, tam bin haftadır faşist rejim tarafından kaybedilen yakınlarını arıyor! Buradaki sabrı, iradeyi, ısrarı, umudu ve direnişi yürekten selamlıyoruz. Bu tür direnişlerle karşı karşıya olan faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yenilgiye mahkûm olduğu açıktır. Tabi bu yenilgiyi yaratabilmek için de antifaşist direnişi daha da büyütmek, çeşitlendirmek ve zengin eylem yöntemlerine kavuşturmak gereklidir.
Peki başta Kürtler olmak üzere tüm halklar ve demokratik güçler bu temelde topyekûn direnirken, AKP-MHP faşizmi ne yapıyor? Aslında faşist diktatörlüğün yapabileceği çok fazla bir şey kalmış değil. Çünkü şimdiye kadar elinde avucunda ne varsa hepsini savaşa sürdü ve her alanda tam bir faşist terör uyguladı. Şimdi bunları tekrarlayarak, mümkünse bazı yeni şeyler katmaya çalışarak iktidar ömrünü uzatma peşinde koşuyor. Bunun için de bir yandan faşist saldırganlığı ve savaşı daha da tırmandırmaya çalışıyor, diğer yandan ise ahmakları aldatabilmek için durmadan yalan söylüyor, “yumuşama” masalları okuyor.
Çok açık ki, şimdiye kadar yürütülen savaş ve uygulanan faşist terör Türkiye’yi tam bir felâketin içine sürükledi. Başta ekonomik, siyasi ve askeri olmak üzere her alanda çok derin bir kriz ve de çöküş yaşanıyor. Faşist diktatörlük, söz konusu çöküşü önlemek veya en azından geciktirebilmek için içte baskı ve sömürüyü artırırken, sınırın dışına yönelik ise işgal saldırılarını daha da büyütmeye çalışıyor. Toplumsal tepkiyi azaltabilmek için de durmadan gündem saptırıyor ve insanları sahte gündemlerle uğraştırmaya çalışıyor.
Bu belirttiklerimizi somutlaştırmak için, yaşanan bazı olayları sıralayalım. Bilindiği gibi, 16 Nisan tarihinden itibaren Metina’yı tümden işgal etmeyi hedefleyen yeni bir saldırı başlattı ve KDP desteğiyle de bu saldırıları amacı doğrultusunda sürdürüyor. Her gün başta Metina ve Zap olmak üzere tüm Medya Savunma Alanları’nı uçaklarla ve toplarla bombalıyor. Bu saldırılarda, başta kimyasal ve taktik nükleer bomba olmak üzere her türlü yasak silahı da kullanıyor. Bunlarla da yetinmiyor, işgal saldırılarını tüm Güney Kürdistan’a yayacak tarzda çok yönlü hazırlık çalışması yürütüyor. Yine başta Minbiç ve Afrin hattı olmak üzere tüm Kuzey ve Doğu Suriye topraklarını sürekli bombardımana tabi tutuyor. Söz konusu saldırılarla hem insan katliamı yapıyor ve hem de insanların yaşam imkânlarını yok ediyor.
Birkaç gün önce, Türkiye’ye ait ve silah dolu altı kamyon Lübnan’da yakalandı. Açığa çıktı ki, söz konusu silahlar Hamas’a gönderiliyor. AKP-MHP faşizmi çizgiyi tutturmuş: İsrail’e yedek parça, Hamas’a silah satıyor ve avazı çıktığı kadar da “Barış” diye bağırıyor. Belli ki Türkiye’de ırkçı-milliyetçi propaganda ile beyinsizleştirip sürü haline getirdiği kesimleri bu biçimde aldatabiliyor. Fakat tüm Ortadoğu’yu ve dünyayı da bu biçimde aldatabileceğini sanması biraz fazla oluyor.
Bu arada faşist şef Tayyip Erdoğan’ın bir gece operasyonu ile “Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmenliği”ni de değiştirip, bu konulardaki tüm yetkileri eline aldığını da unutmayalım. Belli ki Türkiye’yi yeni savaşlara sürüklemeye hazırlanıyor. Dahası faşist terörle susturduğu kitlelerin ayaklanacağından korkuyor. En önemlisi, birçok çevre gerçekten de yeni anayasa tartışması yürütürken, Tayyip Erdoğan esas anayasayı bu biçimde kaşla göz arasında hazırlamış bulunuyor. Çünkü, ortada böyle bir yönetmelik varken, anayasa diye yazılanların ne hükmü olabilir?
Son olarak, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisî’nin geçirdiği kaza üzerinde de kısaca duralım. İranlı yetkililer, olayın bir suikast değil, kesin kaza olduğunu açıkladılar. Ancak bu durum, İran Yönetiminin halini hafifletmiyor, daha da ağırlaştırıyor. Bir suikast olsaydı, o zaman suikastı önleyememiş olacaktı. Şimdi ise bir kazayı önleyememiş oluyor ki, bu durumun yönetimi daha da zayıflattığı açıktır. Bunu gidermek için de etkili bir cenaze töreni yapmaya çalışmıştır.
Kuşkusuz burada söz konusu olayı inceleyecek değiliz. Esas olarak, AKP-MHP faşizminin ve yardakçılarının olaya nasıl yaklaştığını belirtmek istiyoruz. Öncelikle ‘düşen helikopteri biz bulduk’ diyerek, İran Yönetimi ile adeta yarışa girdiler. Acaba neden? Bunun için İran’dan bir karşılık mı istiyorlar veya İran’ı küçümsemeye mi çalışıyorlar? Dahası AKP-MHP basını baştan itibaren olayın bir suikast olduğu tezini hep işledi. Tabi bununla da yetinmedi, suikastçı olarak da hemen İsrail’i göstermekten çekinmedi. Bu biçimde bir İran-İsrail savaşı çıkacağını hesap ederek adeta zil takıp oynadı.
Karşımızda işte böyle bir faşist-soykırımcı diktatörlük var. Tüm umudunu İran-İsrail savaşına bağlamış ve tüm gücünü bu temelde savaşı Ortadoğu’ya yaymaya harcıyor. Bu biçimde, AKP’den önceki son Müslüman Kardeşler Örgütü kalesi olan Hamas’ı kurtarabileceğini umut ve hesap ediyor. Ama nafile! Herkes uyanık ve belli ki bunları başaramayacak. Bunun için de tüm antifaşist demokrasi güçlerinin uyanık, birlik ve hazır olması ve antifaşist mücadeleyi her alanda büyütmesi gerekecek.