Rehinenin  'Efsun'u

Hicri İZGÖREN yazdı —

  • Bazı dönemlerde az, bazı zamanlar çok oldu belki ama, bu coğrafyada hemen her kuşak biraz mahpushane kuşağından sayılır. Hücrelerde geçirdiler ömrünün en delikanlı yıllarını.

Mahpushanede duygu yükü ağırdır ve hep doruklardadır, hüzün, özlem ve umut başucu kitapları gibidir, döner döner aynı sayfalarda gezinir, o zor koşullarda bile kendini düşünmez insan...
Hücrede, voltada ranzada ya da malta da...Nerede olursa olsun, dışarıyı düşünür... Geride bıraktığı yoldaşlarını, evi, çoluk çocuğu eşi, ya da sevgiliyi, davasını, kavgasını düşünür. Hayata dair ettiği yeminler gelir aklına...
İnsan ne kadar çabalasa da, duygu ve mantık ikilisi arasında sağlam bir denge kurmak zordur. Her ikisini de dozajında kullanıp birbirlerinin görev mahallerine müdahale etmelerini engellemek o denli kolay değil. Ama özellikle siyasi mahkûmlar bunu başarmıştır her dönem...
Zaman zaman hüzün yoklasa da, acı zorlasa da yüreğin kapakçıklarını, umuda toz kondurulmaz...
                          ***
Selahattin Demirtaş Siyasi bir rehine olarak bu umudu çoğaltıp dışarıya da taşıyor. O zor ve kısıtlı koşullarda sanki dışarıdaymış gibi etkin bir siyaset yürütüyor, zaman zaman gündem oluşturabiliyor.
Kendinde oluşturduğu içsel özgürlükle bütün bunların yanı sıra sanat-edebiyat alanında çalışmalarına devam ediyor…
Selahattin Demirtaş beş yıldır hapiste. “Onbinlerce sayfalık uyduruk kumpas davası evraklarıyla uğraşmaktan daha yararlı bir iş yapmaya, bir roman yazmaya karar verdim…” diyor. Yazmaya karar verip yazdığı romanı ‘Efsun’ bir süre önce okuyucusuyla buluştu.
Cezaevinde yazan yazarlar çoğunlukla cezaevi atmosferiyle ilgili yazar Selahattin Demirtaş böyle cezaevi edebiyatı yapmıyor. O dışarıda özgür biriymiş rahatlığında kurgulayıp yazıyor. Nazım’ın  “O duvar/o duvarınız/vız gelir bize vız” dediği türden bir meydan okuma bu.
Zaten sanat–edebiyat dediğimiz, ne söylerse söylesin bir anlamıyla meydan okuma değil midir?
                      ***
Efsun’daki karakterleriyle yolculuklar başlatıyor, okuyucuyu kimi zaman hüzünlendiriyor, kimi zaman gülümsetiyor.
Son derece duru ve akıcı bir dil yakalamış yazar. Bence romanın başarısını da yazarın asıl bu kendine dair, özgün bir dili yakalayabilmesinde aramak gerek.
Sokakta, evde günlük kullandığımız dil edebiyat için yeterli bir dil değildir elbet. Yoğunluklu duygu ve coşku, günlük dilde karşılık bulmayabilir. Doğaldır ki yazar için daha güçlü bir anlatım gerekecektir.
Efsun’daki dil, gündelik hayatta kullandığımız gibi görünse de, günlük dilde kullanılan ve yıpratılmış klişe kalıplara ve sözcüklere bile yeni anlamlar ve canlılık kazandırmış.
Öyle dolambaçlı ağdalı bir dil yerine sade,duru,yalın bir dil kullanmış yazar.Yalın ama yoğunluğunu göz ardı etmeyen bir anlatım.
Mizah ve ironiyle harmanlanmış bu dil ve anlatım, zengin sözcük dağarcığıyla beslenince daha da güçlendiriyor romanı.
Hiç beklemediğimiz anda çarpıcı olaylarla karşılaştırıyor bizi. Yer yer görülen kimi didaktik söylemler karakterlerin kimliğinde eritilmiş durumda.
Efsun, olaylar örgüsü içinde birey olarak yaşanan çelişkileri, çatışma ve dayanışma örneklerini gösteriyor bize. Her şeyi oluşturduğu karakterleri üzerinden yansıtıyor okuyucuya.
İki bölümden oluşan romandaki  karakterler (Dilaver, Efsun, Kenan,Caner, Feyzi(Namı-ı diğer Kızıl Kaptan), Kibar ve Mercan Hanım.) son derece detaylandırılmış ete kemiğe bürünmüş halleriyle çıkıyor karşımıza.
Tüm anlatım metinlerinde olduğu gibi, roman da kurguya dayanır elbet. Efsun romanı kurgu içinde kurgular barındıran bir roman. Okurken insanı sıkmıyor, bıktırmıyor...
Kuşaktan kuşağa yaşamların örgüsünde anlatılanlar her dem merak uyandırıyor ve olayların içine sürüklüyor okuyucuyu… Bu durumu romanın sonuna kadar taşımış yazar.
Evet. Demli bir çay içmiş gibi damakta tat bırakan bir roman ‘Efsun’

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.