TTB: ATK-yargı ilişkisi tehlikeli

  • TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, hasta tutsaklara dair kararlarıyla öne çıkan ATK’lerin Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kurum olmasının yargıyı da bağlı bir kuruluş haline getirdiğini belirterek, ”Tek adam rejimine geçişle bu bağımlılık çok daha tehlikeli bir hal aldı” dedi.

 

Türkiye’nin kanayan yaralarından biri olmasına rağmen yıllardır bu konuda hiçbir iyileştirici düzenlemeye gidilmeyen sorunların başında cezaevlerindeki hasta tutsakların durumu geliyor. Cezaevlerinin olumsuz koşullarından kaynaklı mevcut hastalıkları ağırlaşan ya da yeni hastalıklara yakalanan tutuklular tedavi imkanlarından yeterince faydalanamıyor. Özellikle de salgınla mücadele kapsamında alınan tedbirler nedeniyle hasta tutsakların düzenli kontrol ve tedavilerinde salgın döneminde ciddi aksamalar yaşandığı ilgili kurumlarca sık sık kamuoyunun gündemine getirildi.

Hastalıkları ağırlaşan tutsaklar, infazları ertelenmediği için demir parmaklıkların arkasında hayatını kaybetti. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre; 2020’de cezaevlerinde 27 hasta tutsak, hastalıklarından dolayı yaşamını yitirdi. 2021’in sadece ilk üç ayında ise cezaevlerinden 13 hasta tutsağın cenazeleri çıktı. Bir ağır hasta tutsak ise tahliye edildikten kısa süre sonra hastanede yaşamını yitirdi. Demir parmaklıkların arkasında halen 604’ü ağır bin 605 hasta tutsak bulunuyor. 

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün, 28 Haziran 2020’de açıkladığı verilere göre; 2013-2020 yılları arasında bin 582 kişi hastalıkları sağlık raporuyla tespit edilip serbest bırakıldı fakat insan hakları savunucularına göre, siyasi tutsaklar hastalıklarına rağmen serbest bırakılmıyor. Siyasi tutsakların tahliyesinin önüne geçildiği hukuki mekanizmanın merkezinde ise Adli Tıp Kurumları (ATK) var. Kadroları doğrudan Adalet Bakanlığı tarafından atanan ATK’ler, kamu hastanelerinin “cezaevinde kalamayacakları” yönünde rapor verdiği kişilere dair aksi yöndeki raporlarıyla tahliyelerin önüne geçti. Bu raporlardan dolayı bugüne dek onlarca hasta tutsak yaşamını yitirdi. 

Adli Tıp alanında uzmanlığı bulunan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, cezaevindeki ağır hasta tutsaklar, ATK’ler ve hazırladıkları raporlara dair MA’dan Berna Kişin’e konuştu.

Raporlaştırmada sorunlar

 Fincancı, ATK raporunun özellikle hüküm giymiş hasta tutuklular için “infaz ertelemesi” söz konusu olduğunda büyük bir öneme sahip olduğunu söyledi. Bu raporların hazırlanmasında ATK’lerin birtakım kriterler uyguladığını kaydeden Fincancı, ilk önce hasta tutsakların kimi tekniklerle muayenesinin yapıldığını, tıbbı belgelerin değerlendirilmesi sonrasında karar aşamasına gidildiğini söyledi. Bu kriterlerin standart olmadığını vurgulayan Fincancı, başvurucu kişinin bütüncül değerlendirmesi için gerekli olan “öykü alma, fiziksel muayene ve ruhsal değerlendirme” gibi kriterlerin ise uygulanmadığını dile getirdi. ATK raporlarında karşılaşılan diğer büyük bir sorunun standardizasyon ile ilgili olduğuna değinen Fincancı, “İnfaz ertelemelerinde kişinin sağlık sorununun düzeyini ve kişinin sağlık sorunuyla cezaevindeki koşullarda yaşamını sürdürmesindeki sınırlılıkları gözetmeyen yerden raporlar düzenlenebiliyor. Böyle bir standardizasyonun olmaması ciddi ve eskiden beri var olan bir sıkıntı olarak karşımıza çıkıyor” diye konuştu.

Kanser hastalarının durumu

 TTB Başkanı Fincancı, kemoterapi almak zorunda kalan kanser hastası tutsakların “cezaevinde kalamaz” raporlarına rağmen infazlarının ertelenmemesi üzerinde de durdu. Kanser hastalarının çok uygun koşullarda tedavilerini sürdürmesi gerektiğini söyleyen Fincancı, fakat cezaevlerinde böylesi ortamlar bulunmadığını ifade etti. Fincancı, “Dolayısıyla özellikle bu tür vakalarda tabii ki infaz ertelenmesi zorunlu bir uygulama olmalı. Tabii bunun ötesinde kanser hastalarında ruhsal iyilik ve sosyal iyilik halinin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Sosyal desteğin olması, yakınlarıyla birlikte olması onların tedavi sürecini daha kolay atlatmasına olanak sağlıyor” dedi 

Raporlar değiştirildi

 ATK raporlarında dönem dönem değişikliklerle karşılaştıklarını da dile getiren Fincancı, en fazla değişikliğin 2018’de cezaevlerinde başlayan açlık grevleri döneminde yaşandığını belirtti. Fincancı, F Tipi cezaevlerinde açlık grevleri devam ederken ciddi hastalıkların ortaya çıktığını ve açlık grevlerini sonlandırmak için ardı ardına “hasta tutsakların cezaevlerinde kalamayacaklarına” dair ATK raporları hazırlandığını ifade etti. İyileşmesi söz konusu olmayan kişilere dair birkaç yıllık süre içinde yeniden iyileştiklerine dair raporlar dahi hazırlandığını paylaşan Fincancı, bu kişilerin bir kısmının yeniden cezaevlerine gönderildiğini söyledi.

Savcılıklarla müdahale edildi

 Açlık grevi döneminde yine kimi yasal değişiklikler yapıldığını hatırlatan Fincancı, şöyle devam etti: “Sağlık sorunlarıyla ilgili cezaevlerinde kalamayacağı saptanan kişilerin ‘rehabilitasyon cezaevleri’ adı altında başka cezaevlerinde bakım alabilecekleri ya da bu tür cezaevlerinde kalabileceklerine dair bir düzenleme çıktı. Bir diğer düzenleme ise hasta mahpusların toplum için tehdit oluşturduğu, eğer savcılık tarafından belirlenirse bu kişilerin sağlık sorunu ne olursa olsun infaz ertelemesi alamayacağına dair düzenlemelerdi. Herbiri adım adım düzenlenen ve ATK raporlarını da etkisiz hale getiren düzenlemelerdi. Çünkü ATK’nin sağlığı yerinde olmayan mahpuslar için çıkarttıkları raporlar bile savcılık kararıyla infaz ertelemeleri durduruldu ya da bu kişiler rehabilitasyon cezaevine aktarıldı.” 

ATK ve yargı ilişkisi

 Prof. Fincancı, ATK’nin Adalet Bakanlığına bağlı bir kurum olmasının yargıyı da bağlı bir kuruluş haline getirdiğini ifade etti. “ATK ve yargı doğrudan ilişkililer. Son dönemde tek adam rejimine geçişle beraber bu bağımlılık çok daha tehlikeli bir hal aldı” diyen Fincancı, şunları ekledi: “Çünkü artık bakanlıklar sadece idari makam ve denetleyici makam tek, dolayısıyla denetlenebilir değil. Toplumda da bunun denetlenebilir olmaması adalet duygusunu sarsan bir yaklaşım. Burada çoklu bir bilirkişi mekanizması, farklı görüşlerin ifade edilebilmesi, belgelemelerin farklı görüşler tarafından yapılması ve bu belgelemelerde bilimsel niteliğe göre yapılabilmesi belki koruyucu olabilirdi. Burada da yargının çok ciddi bir direnci var. Sanki son sözü söyleyecek olan ATK imiş gibi bir algı içindeler. Dolayısıyla tek adam rejiminde tek seslilik halini kaçınılmaz kılıyor bu yaklaşımlar.” 

Temel ilkelere karşı

 ATK raporlarının kişilerin cinsiyetlerinden, kim olduklarından, sosyal statülerinden, cinsel yönelimlerinden bağımsız olarak bilimsel temelde ele alınarak değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Fincancı, fakat bunun yerine karşılarına bir utanç durumu olarak gelen hekimlik andlarının değiştirilmesi yönündeki girişilmesine işaret etti. Bu adımın “ayrımcılık yapmama” ve “adalet” ilkelerine karşı bir tutum olduğunu söyleyen TTB Başkanı, “Bu kararı alan ve bu tür uygulamalarda bulunanlara hatırlatmak istiyorum. Bir gün bu ayrımcılık gelip hepimizi vurabilir. O nedenle ayrımcılıktan ayrılmış adaletli olma ilkesine önem verilmeli” diye vurguladı. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.