Tüketim çağının hüznü, küçük şeylerin neşesi

Toplum/Yaşam Haberleri —

Hüzün/foto kaynak: Pixabay

Hüzün/foto kaynak: Pixabay

  • “Her şey çok hızlı olsun, her şey son sürat yaşansın istiyoruz. Zaman bize yetmiyor, herkes çok aceleci. Kelimeler bize yetmiyor, harflerini dahi bir bir yutuyoruz.”

LEYLA ROJ NURHAK

Yedi yıl önce günümüz dünyasına göre 'pek de bir şeyi olmayan' ama sade, ama neşeli kuzenimi yedi yıl sonra tükenmiş ve neşesi uçmuş vaziyette görünce başlığa çektiğim bu çelişkiyi düşündüm. Bu koca yedi yılın ardından 'çok şeyi' olmuştu halbuki ama hüzünlüydü. En iyi yerlerde tatil yapıyordu, en iyi evi almıştı, moda ondan sorulurdu, paranın patronu olmuştu ama eski neşesinden eser yoktu. Hızlı yaşadığı her şeyden, mutluluk ağır ağır uzaklaşmış gibiydi. Yanından ayrıldıktan sonra en çok bunu düşündüm, bu paradoksu.

Bir zamanlar basit diyebileceğimiz zevkler hayatımızın ruhunu belirlerdi. Bir çayın buharında yükselen sıcaklık, güneşin yüzümüze vurduğu ilk ışıkla uyanmak, sevdiklerimizin sesini duymak... Bu ufak neşelerle yetinmek pek mümkün oluyordu. Şimdi ne olmuştu böyle? Başımıza neden bunlar gelmişti?

Tüketiyor muyuz? Tükeniyor muyuz?

Amacımız burada sadece geçmişi romantize etmek değil elbet, şimdinin doymak bilmez, yetmek bilmez, sınır tanımaz yüzüne bir iki kelam söyleyebilmektir.

Daha yalın zamanlardan bu yana dünya değişti; eşyalar, özlemler, tutkular, çoğaldı, arzularımız gözü dönmüşçesine ileriye koştu. Tüketim kültürü, gözlerimizi her daim daha yeniye, daha parlak ve daha çekiciye çevirdi. Satın alınan her yeni nesne, efemer bir mutluluk vaadiyle geliyor, ancak kalıcı bir tatmin yerine, yalnızca daha büyük bir boşluğa işaret ediyor. Her yeni gadget, her moda akımı, sanki mutluluğun ta kendisiymiş gibi sunuluyor bize. Büyük usta Galeano, vahşi kapitalizmin bu oyunu için "Kapitalizmde her şey (ruh da dahil) alınabilir, satılabilir, kiralanabilir, tüketilebilir" der ve şöyle devam eder: "Bir sigaraya, bir otomobile, bir şişe viskiye, bir saate büyülü özellikler atfedilir. AŞK sözcüğü insanla otomobili arasındaki ilişkiyi tanımlıyor. Ve DEVRİM'den bir deterjanın mutfakta yapabildikleri anlaşılıyor. ZEVK belirli bir marka yumuşak sabunun ürettiği bir şey ve MUTLULUK sosis yemenin verdiği duyguya dönüşüyor."

Mrb, grş: Hiç vakit yok!

Mutluluğu sürekli yeni bir satın alma işlemine indirgemenin trajedisi, ruhumuzun derinliklerinde yankı buluyor. Ancak bu yaldızlı nesnelerin parlak yüzeyi altında yatan gerçek, tatmin olmamış ruhlarımızın feryadı. Gündelik telaş içinde, anlam arayışımız, bir sonraki en iyi şeye doğru sonsuz bir hüsran yürüyüşüne dönüşüyor.

Dijital dünyaların çekiciliği, gerçek ilişkilerin sıcaklığını unutturuyor, ve böylece bizler, gerçek anlamların ve insan ilişkilerinin yerine, sanal bir doyum peşinde koşuyoruz. Fakat o da mutlu etmiyor. 

Bir yandan, bu hızlı ve kesintisiz tüketim akışı içinde, dünyanın bütün hazinelerini avuçlarımızda tutma hırsıyla yanıp tutuşurken, diğer yandan içimizdeki boşluk giderek büyüyor; kültürel ve manevi köklerimizden giderek uzaklaştırıyoruz. Her şey çok hızlı olsun, her şey son sürat yaşansın istiyoruz. Zaman bize yetmiyor, herkes çok aceleci. Kelimeler bize yetmiyor, harflerini dahi bir bir yutuyoruz. Merhaba yerine mrb yazanlar, slm'ler, grş'ler, kib'lerden geçilmiyor. Çünkü hiç vaktimiz yok. Bir çiçeğin açışını izlemenin sabrı, mevsimlerin değişimini hissetmenin hikmeti, bir dosta zaman ayırmanın inceliği, hepsi bir elimizden kayıp gidiyor.

Aptallaşmaya güzelleme

Sonsuz bir tatmin arayışı içinde, 'daha fazla'ya duyulan susuzluğumuzu giderme peşinde koşarken, yuvarlandığımız o derin boşluktan nasıl çıkılır? İnsansı olmaktan insan olmaya giden yol hangi tarafta? İnsansı olmaya tevekkül mü edeceğiz, yoksa "kolektif aptallaşmanın" parçasına dönüşen bu ithal kişiliklerimize rest mi çekececeğiz?

İkincisini yapabilmek hiç de kolay değil. Çünkü bizleri bu aptallaşmaya buyur eden bir koro var. Gel diyor, bencil ol diyor, sen en özel, en biricik varlıksın diye nasihat ediyor.

Başka bir yaşam mümkündü?

Bu nedenle, tüketim çağının hüznünü aşmanın en radikal yolu, onun kollarından son hız koşarak uzaklaşmak olabilir. Dediğim gibi, bu seçenek 'çok radikal' görünebilir. Dürüst olmak gerekirse, evet çok zor ama namümkün de değildir. İnsanlığın sürüklendiği o korkunç çukuru düşünürsek şayet, "başka bir dünyanın mümkün" olabiliceğine inanarak saf belirleyebiliriz. İşe buradan başlamak bile güzel bir itiraz hali olabilir.

"Doğal kalan toplumlar geçmişte bunu nasıl becerdiler" diye sorabiliriz mesela. Belki bu kadar kuşatma altında değildiler ama hala dünyanın bir yerlerinde bunu bize fısıldayan 'baldırı çıplaklar' var. Mülkü kutsamayan, bencilliğe düstur vermeyen, acımızı acı bilen, sevgiye inanan, aşkı yücelten, dostluğun kadrini bilen, küçük bir jest ile mutlu olabilen, bir dokunuş ile hissedebilen, dayanışan, yardımlaşan bir topluluk rüyasına çok daha fazla inanmalıyız. Dünyanın bir yerinde bu duyguyla yaşayan tek bir insan kalsa dahi, umut hala başı dik yürüyor demektir. İnsan kalmaya dair umut ise bizlere "umut zaferden daha değerlidir" diyenlerden yadigardır. Hep birlikte, yolumuz açık olsun...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.