Y kuşağı artık yetişkin: Fil Gözü
Kültür/Sanat Haberleri —
- Fil Gözü, Mevsim Yenice’nin kalıcı ve özgün bir yol çizdiğini kanıtlıyor. Yazarın ve okurlarının birlikte büyümesine, hayata dair sancılarının zaman içindeki değişimine güzel bir örnek.
BİLGE AKSU
Bir dönem her işsiz güçsüz edebiyat meraklısı gibi, öne çıkan ödülleri tartışırdık. Evvela üniversite yıllarının toy heyecanıyla toptan reddettiğimiz bu mekanizmanın arada bir işe yarayıp yaramadığını da içten içe merak ederdik. Herhangi bir şiir ya da öykü ödülü örneğin, gerçekten de ‘hak edene’ veriliyor muydu, bu kişiler ileride önümüze çıkacak ve edebiyatta bir şeyleri yoluna koyabilecek miydi? Yaşımız ilerledikçe, ne ödül mekanizmasının o denli mühim olduğunu ne de bizim bu hususta ahkam kesebilecek kapasitede olduğumuzu anladık. Böyle böyle kapandı bu konu.
Ama işte huylu huyundan vazgeçmiyor malum, her sene bazı ödüllere açıp açıp bakmaya devam ettim bir süre. 2010’ların ortalarında, seneler boyu yer edinmiş kodaman ödüllerin arasına kendini atabilmiş Altkitap öykü yarışması bunlardan biriydi. Özellikle 2015’teki sonuçlara epey şaşırmıştım. Dönemi etkisi altına alan aşırı ağdalı dil ve neredeyse hiçbir olay akışının belirgin olmadığı öykülerin arasında, “Açık Artırma” adlı bir öykü kendi dilini yaratmış ve imgesel anlatımla gelenekselliği bir araya getirmeyi başarmıştı. Mevsim Yenice ismini o zaman not ettim kenara.
Ödüllere dair biraz kafa yorunca iyisi kötüsü, yenisi eskisi bir yana, gerçekten de hemen herkesin merak ettiği bir mesele var. Buralarda kendini gösteren yazarlar, onlara atfedilen gelecek vaadini, onlarda görülen niteliği sürdürebilecek mi? İstisnalar bir yana, birçok ismin sonraki yıllarda silinip gittiğini görmüşüzdür. Mevsim Yenice, burada bahsettiğim en iyi istisnalardan.
Fil Gözü
Can Yayınları’ndan geçen ay çıkan Fil Gözü, Yenice’nin üçüncü kitabı. Ki çoğumuz kabul ederiz; üretime dayalı işlerde ilk eserin değerlendirilmesi hep bir şans verme tonunda ortaya çıkar. İkincide tutarlılığa dikkat kesilir, sonrakilerdeyse yazarın yaratacağı yeniliklere odaklanırız. Mevsim Yenice, son çıkan kitabıyla hem kalıcı bir yazar olacağını hem de kendi kulvarında birçok yeniliği sürdüreceğini kanıtladı aslında.
Ona dair benim ilk gözlemim, kuşağımızı her anlamda temsil etmesi. Biz 80-90 kuşağı, öncekiler gibi sokak oyunlarına mahkum ve sohbet etmeye hevesli bir nesil olmadık. Buradan asosyal olduğumuzu düşünmesin tabii kimse; bizim iletişim biçimimiz kendimize özgüydü. Sokakları ucundan yakalamış, televizyonu en tuhaf halleriyle deneyimlemiş, yeni bir dijital evrenin ilk arazilerini kapatmıştık. Canımız istediğinde konuşkan, istemediğinde hayalperest olduk. İlk gençlik yıllarımız aile içinde ve biraz yalnız geçtiyse, kendimizden dahi şüphe ettik. Herkes kolayca sosyalleşir, misafirliklere koşa koşa gider, bayramları olması gerektiği gibi geçirirken biz tuhaf ve rahatsız edici bulunur; insan içine çıkıp biraz ‘normalleşmemiz’ gerektiğiyle azarlanırdık. Sonraları internet denilen yerde kendi kuşağımıza rastladık da akıl sağlığımızın değil, ebeveynlerimizin tuhaf olduğunu anladık.
Mevsim Yenice, öykülerinde işte bu kuşağın gündelik yaşantısını, hiç de zorlamadan kurabildiği imgelerle bir araya getirerek anlatıyor. Bu imgesellik, ne tamamen kapalı ve her şeyi okura bırakan cinsten ne de tek bir düzlemde okunup geçilecek, alt metinsiz ve dümdüz şekilde. Onda gündelik meseleleri, evrensel yahut naturel kavramların arasına sıkıştırılmış yan hikayeciklerle okuyorsunuz. Televizyonda izlenen bir buzda balık avı sırasında, belli ki yaşının geçtiği hissine kapılmak zorunda kalmış bir kadının, yumurtalıklarını dondurma sancısı eşlik ediyor olup bitene. Bir yandan da az evvel bahsettiğim tuhaf annelerin, kızının bu kararından haberi dahi yokken, donmuş şeylerin ne tadı ne tuzu kalır, vitamini bile gider diyerek, ister istemez verdiği mesajı düşünüyorsunuz. Ya da örneğin, artık yavaş yavaş ilerleyen yaşlarımızla birlikte, bakımını üstlenmek zorunda olduğumuz/olacağımız yaşlılarla nasıl başa çıkacağımıza dertlenir halde buluyoruz kendimizi. Malum, 40’lara doğru geldik ve artık o eski kaprislerimiz, o sivri çıkışlarımız geride kaldı; yetişkinliğe adım atmalı ve biraz da herkes gibi olmayı başarmalıyız.
Tuhaf Y kuşağı insanları
Yazarın üç kitaplık serüveninde buna dair bir ilerlemeyi görmek mümkün. İlk kitaplarında genç-yetişkin insanların aşka, ayrılığa, uzaklığa, unutulmaya, beklentilere ya da hayalkırıklıklarına dayanan iç sıkıntıları, son kitapta yerini hatıralara, çocukluk özlemine, geçmişin pişmanlıklarına, aile içi hesaplaşmalara bırakıyor. Artık büyümüş, yuva kurmuş, bazısı çocuk sahibi olmayı düşünmüş tuhaf Y kuşağı insanları, ya kendilerinden bekleneni verememenin sancısını yaşıyor ya da büyük beklentilerle kurduğu romantik dünyaların yıkımına şahit oluyor. Buradaki büyüme, yazarın otobiyografik sancılarına dair gibi duruyor. Ve elbette, temsil ettiği bizlerin ortak değişimine de.
Yenice’yi bundan 9 yıl evvel not etmemi sağlayan unsurlardan biri, üslubunun ferahlığıydı. Bu durum hiç değişmiyor. Son dönemin yaygın tercihi şimdiki zaman kipi, onda da baş aktör. Fakat sanıyorum yazarın yeni bir yola meyletmeye başladığını düşünebileceğimiz denemeler de mevcut. Fil Gözü’nün bazı hikayeleri, kısa öykü formatından uzun öyküye geçiş çabasını içeriyor. Hatta bazılarında sanıyorum ilk kez kullandığı üçüncü kişili anlatım ve klasik geçmiş zaman kipi mevcut. Bu hikayelerde olay akışı da imgeselliği bir kenara bırakmadan, eskiye oranla belirgin hale gelmiş. Özellikle Lokal Anestezi ve Fil Gözü öykülerinde bu geçişi görmek mümkün.
Bilinmeyen Sular
Yazarın önceki kitabı Bilinmeyen Sular, bu açıdan çok daha kısa öykülerin bulunduğu ve tamamen belirli bir kesiti ele alan cinstendi. Henüz yetişkinliği kabullenmemiş bir kuşağın bocalamaları ve hayatı anlama çabası mevcuttu. Fil Gözü’nde ise karakterlerin neredeyse yarısı yaşlılar ve onların etrafındaki yetişkinler. Haliyle, geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip gelen, daha uzun ve bol yan hikayeli kurgulara rastlıyoruz. Tıpatıp benzediğiniz dayınızın bakımı size kalmışsa, onu banyonuzda çıplak görmektense hamamların yolunu tutuyor; gelen hastanızın dişlerini temizlerken çağrışımlarla aklınıza düşen takma dişli Hanım Anne’nizi yad ediyor; geniş bir bahçede komşuların neşesine kurulan büyük halanızın yanında hayallere dalıyorsunuz. Hatta bu sonuncuda muhtemel bir yeniliğe daha kapı aralıyor ve yazarın masalsı-gerçeküstü bir kurguya göz kırptığını fark ediyorsunuz.
Bilinmeyen Sular’ı benim için özel yapan şeylerden biri, öykülerin başındaki Pink Floyd alıntılarıydı. Bu da biraz kuşak meselesi esasen. 70’lerin bu progresif grubu, Türkiye’de Rock kültürünün zirveye ulaştığı 90’lar sonu ve 2000’ler başında herkesin uzun süreli bir durağıydı. Bazılarımızın, Roger Waters’ın şiirsel diliyle İngilizcelerini geliştirdiğini biliriz. Hayatımızda böylesine yer etmiş bir grubun her öykü başında bize selam vermesi, oldukça tanıdık ve keyif vericiydi. Son kitapta bu işlevi Solo Test adlı öyküde görüyoruz. 30’larına gelmiş bir kadının, veganlığı anlatmaya çabaladığı babasıyla kopmaya yüz tutan ilişkisini, yine çocukluğumuzun efsanelerinden bir oyunla, solo testle kurmaya başladığını okumak da tıpkı Pink Floyd alıntıları kadar tanıdık ve ‘içeriden’ bir duygu. Buna dair özel bir not düşmeyi kendime borç biliyorum.
Fil Gözü, Mevsim Yenice’nin kalıcı ve özgün bir yol çizdiğini kanıtlıyor. Yazarın ve okurlarının birlikte büyümesine, hayata dair sancılarının zaman içindeki değişimine güzel bir örnek. İçeriğindeki yeni arayışlar ve denemelerle de, Yenice’nin önümüzdeki süreçte evrileceği yere dair ipuçları taşıyor. Bir yazarla beraber büyüyüp, edebiyat denen yolu birlikte kat etmek gerçekten güzel bir his. Şimdiki beklentim, uzamaya başlayan öykülerin romanlara dönüştüğünü görmek. Biliyorum epey kişisel bir istek bu ama Yenice’nin de bunu denemek istediğini varsayıyor, buraya notumu düşüyorum yalnızca.