Yasalar çocuğa tecavüzü aklıyor

Kadın Haberleri —

Eren Kesin

Eren Kesin

  • İHD Eşbaşkanı Avukat Eren Keskin, kadın ve çocuklara yönelik artan tecavüz vakalarında Türkiye iç hukukuna dikkat çekti. Keskin, iç hukukun çocuğa yönelik tecavüzün önünü açtığını kaydetti. Cezaevlerinde ise şiddetin devlet eliyle uygulandığını belirtti.

ERDOĞAN ALAYUMAT / İSTANBUL

Türkiye’de kadına yönelik şiddet, kadın katliamları ve çocuğa dönük tecavüz vakalarında ciddi bir artış gözlemleniyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun açıkladığı verilere göre  (KCDP) 2022 yılında 334 kadın erkekler tarafından katledildi, 245 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Çocuğa dönük tecavüz vakalarında sayısal bir veriye ulaşılamazken, bu anlamda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ve diğer bakanlıkların açıkladığı bir veriye de ulaşılamadı.

Kadına yönelik suçlarda yargı erkeği koruyor 

Kadın ve çocuklara dönük şiddet günlük yaşam içinde rutin bir hal alırken, devletin yaşanan şiddet karşısında takındığı tavır erkekleri suça daha fazla teşvik ediyor. Ayrıca binlerce kadın katili erkek, yargı koruması altında ya çok az cezalar alıyor ya da ödül gibi cezaları verilerek tahliye ediliyor. Çocuğa dönük tecavüz vakalarında devlet genelde sessiz kalarak suçun önünü açarken, yargı mekanizması ise çocuğun “rızası var” diyerek skandal kararlara imza atıyor.

Kamuoyu baskısıyla tutuklandılar

En son İsmail Ağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfı Kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel, 6 yaşındaki kızını müridi Kadir İstekli ile “evlendirmesi” olayı gündeme düştü. İstekli, yıllarca kız çocuğuna tecavüzde bulunurken, olayın duyulması ardından kamuoyunun baskısıyla İstekli ve Gümüşel tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Politik tutuklu kadınlara devlet şiddeti

Kadınlar sadece eşlerinden, babalarından, sevgilileri veya en yakınındaki erkeklerden şiddet görmüyor. Aynı zamanda tüm bu şiddete karşı mücadele eden kadınlar doğrudan devlet şiddetine  uğruyor. Cezaevlerinde politik nedenlerden kaynaklı tutuklu bulunan binlerce kadın her gün devlet şiddeti ile karşı karşıya kalırken, bu şiddeti teşhir eden kadın tutsaklar gardiyanların taciz ve şiddetinin hedefi oluyor.

Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nde kalan Garibe Gezer örneği ise cezaevinde yaşanan şiddeti çıplak şekilde gözler önüne seriyor. Gezer, önce gardiyanların cinsel taciz ve tecavüzüne uğradı. Daha sonra bu durumu duyurduğunda Gezer şüpheli şekilde cezaevinde yaşamını yitirdi. Gezer’in cezaevinde maruz kaldığı tecavüze dair açılan dosya takipsizlikle sonuçlarken, Gezer’in ölümü ile ilgili açılan dosyada “Delil yetersizliğinden” düşürüldü. 

Çocuğa tecavüzün önünü devlet açıyor

Türkiye’nin bir soykırım coğrafyası olduğunu söyleyen İnsan Hakları Derneği (İHD) Eşbaşkanı Avukat Eren Keskin, bu soykırım coğrafyasında en çok kadın, çocuk ve LGBTI+’ların etkilendiğini söyledi. En son Hiranur Vakfı’nda ortaya çıkan skandal, kadına dönük şiddet ve Garibe Gezer doyasını gazetemize değerlendiren Keskin, toplumun Kemalist ve İslamcıların ahlak sınırları arasında sıkıştığına işaret etti. 

  • Türkiye’de çocuğa dönük istismar, tecavüz ve şiddet rutin bir hal almaya başladı. Çocuklara dönük bu uygulamaları nasıl görüyorsunuz?

Bir kere Türkiye’de son derece erkek egemen bir sistem hakim. Tüm erkek egemene sistemlerde hem kadına yönelik şiddet, hem çocuk istismarı (tecavüz) çok fazla yaşanıyor. Bunlar sadece dini vakıflar da filan da olmuyor, en sıradan ailelerin evlerinde de çocuk istismarı yaşanabiliyor. Bize ulaşan çok fazla başvuru oldu. Ama maalesef bunların üstü kapatılıyor. Devlet aileyi çok fazla kutsadığı için kutsal aile içinde gerçekleşen tüm suçların üstü örtülüyor. O nedenle özellikle son dönemde ailenin daha fazla kutsallaştırılmaya çalışılması çocuk istismarı vakalarının daha fazla gizlenmesine yol açıyor. 

  • Uzun yıllardır kadına dönük şiddet ve çocuk tecavüzü davalarına giriyorsunuz. Örneklendirecek olursanız mahkemelerin bu davalar karşısında tutumu şiddet ve tecavüze kapı aralamıyor mu?

Türkiye’de yerleşik hukuk sistemi çocuktan yana gerçek bir koruyuculuk sağlamıyor. Birçok uluslararası sözleşmede olduğu gibi Türkiye, tarafı olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni de ihlal ediyor. Maalesef ki, hem yazılı hukukta hem uygulamada çocuğun üstün yararı dikkate alınmıyor. Medeni Kanunun 124. Maddesi’nde evlenme yaşı olağanüstü hallerde 16 olarak kabul edilebiliyor. Yani, reşit olmadan, 18 yaşına gelmeden bir çocuğun evlenmesine yasa izin veriyor. “Olağanüstü hal durumunda” diyor, yani “hâkimin izniyle” diyor. Peki, bu “O olağanüstü hal” ne? Çocuğun cinsel saldırıya uğraması, tecavüze maruz kalması. Peki, bunu tecavüz kabul ediyor mu yasa? Hayır. Çünkü yine Türk Ceza Kanunu’nun 104. Maddesi “reşit olmayan çocukla cinsel ilişki” başlığını taşıyor. Siz eğer çocuğa cinsel saldırıyı cinsel ilişki olarak tanımlarsanız zaten bu suçun önünü kendiniz açıyorsunuz. Yani Türkiye’nin kendi iç hukuku, yazılı hukuku da çocuk istismarına son derece açık.

Biz kadın hakları savunucuları olarak evlenme yaşının hiçbir koşulda 18 yaşın altında olmaması gerektiğini savunuyoruz. Çocuk hakları adına da, 18 yaşından küçük herkes çocuktur. “Çocukla cinsel ilişki” diye kanun maddesi hazırlanamaz. Çocuğun rızasını kabul ediyor çünkü: Eğer 15 yaşında olduysa bir kişi, “zor kullanarak olmasa da” diyor yasa... Rızası olsa da anlamına geliyor bu. Böyle bir rıza olamaz. Çocuğun rızası diye bir şey olamaz. Biz yıllardır bunu dile getiriyoruz. O nedenle devletin kendi resmi hukuku zaten çocuk istismarının önünü açıyor.

Hiranur Vakfı’nda yaşananlara dair şunu söyleyebilirim: Bu coğrafyada bir kesim gerçekten çocuk istismarına yönelik hak talepleriyle yaklaşıyor, ama bir kesim Kemalist reflekslerle yaklaşıyor. Bu Kemalist reflekslerle yaklaşmayı inandırıcı bulmuyorum. Sanki çocuk istismarı sadece dini vakıflarda oluyor gibi. Hayır. Kapalı tüm toplumlarda, ailenin bu kadar kutsandığı, kabul edilebilir tek kurum kabul edildiği tüm toplumlarda çocuk istismarı söz konusudur. Özellikle tek tanrılı dinler de zaten erkek egemendir. Yani, sadece Müslümanlık değil. Vatikan’da da çocukların istismara uğradığını çok sık duyuyoruz. 

  • Hiranur Vakfı Kurucusu  ve müridi kamuoyu baskısıyla tutuklandı. Dava bundan sonra nasıl ilerler sizce. Aklanırlar mı, yoksa ceza alırlar mı?

Bu davanın gidişatına bakacağız. Ama tutuklanmaları tabii ki kaçma ve delil karartma olduğundan iyi oldu. Yargının pratiklerini göz önüne aldığımızda ben çok fazla tutuklu kalacaklarını düşünmüyorum. Yapılan tutuklama göstermelik, göz boyama, oluşan tepkiyi durdurma amaçlı olduğunu düşünüyorum. Cemaatler benzer kapalı vakıfların bana göre sivil toplum denetimine açık olması gerekir. Devletin kendisi de böyle bakıyor; siz 15 yaşında “çocuğun rızası var” derseniz zaten bu suçun üstünü örtüyorsunuz demektir. Yasal düzenlemeler yapılmadığı sürece TCK çocuk istismarına yol açar nitelikte. Bu nedenle özellikle kadın örgütlerinin denetimine açık olmalı. Biz AFAD kamplarından bu konuda o kadar çok duyum aldık ki, hem çocuk istismarı, hem kadına yönelik şiddet konusunda. Orada çalışan iyi niyetli memurlar aracılığıyla bize bilgiler geliyor. Ama AFAD kampları maalesef ki, geçici koruma yönetmeliği çerçevesinde hüküm olmasına rağmen sivil toplum denetimine kapalı.

  • Din meselesinde toplumun hassasiyeti var denilerek bu gibi olayların üstü kapatılıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hassasiyet nedir? Hassasiyet suçun üstünü örtmektir. Ona bakarsanız Alevilerin de hassasiyetleri var, Hristiyanların da, Yahudilerin de. Neden onların hassasiyetleri dikkate alınmıyor?  Sadece Sünni-Müslümanların mı hassasiyeti var? Hayır. Burada bir oy tabanı var, bu insanlardan oy aldıkları için görmezden geliyorlar işlenen suçları.

  • Peki mevcut yasalar doğru işletildiğinde kadın ve çocuklar koruyamaz mı?

Tüm eksikliklerine rağmen yazılı hukuk uygulansa tabii ki koruma yöntemleri harekete geçer. Çünkü Türkiye sadece iç hukukuyla bağlı değil, iç hukukun da üzerinde kabul edilen uluslararası hukuka bağlı. Çocuk Hakları Sözleşmesi var, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi var, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi var, birçok Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesi var. Türkiye bunların hepsinin tarafı ama işkenceyi savunan bir İçişleri Bakanı var. Sonuçta Türkiye bir hukuk devleti değil. Yazılı hukuku ve altına imza attığı uluslararası sözleşmeleri uygulamıyor. Uygulasa tabii ki şu andaki durumdan çok daha iyi durumda ortaya çıkar. 

  • Erdoğan’ın talimatıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin ardından Türkiye’de kadına yönelik şiddet tablosu somut olarak nasıl değişti?

Bir kere önce şunu sormalıyız: neden İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı? Vakıflar, dini kurumlar neden İstanbul Sözleşmesi’nden rahatsızlar? Çünkü İstanbul Sözleşmesi diyor ki, “Hiçbir örf, hiçbir adet, hiçbir namus anlayışı kadına yönelik şiddetin gerekçesi olamaz.” Yani imzacı devletlere diyor ki; “Sen namus anlayışını değiştireceksin.” Şimdi özellikle bu kurumlar eliyle erkek egemen namus anlayışı dayatılıyor topluma ve aile kutsallaştırılıyor. İstanbul Sözleşmesi’nde kadın erkek eşitliği öne çıkarıldığı için bu sözleşmeden rahatsızlar. Bu sözleşme devlete görevler yüklediği için bu sözleşmeden rahatsızlar. ‘Kadına ve çocuğa yönelik şiddet politiktir’ derken aslında tam da bunu kastediyoruz. 

Şuna dikkatinizi çekerim: İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan da AKP idi, ama şimdiki AKP değildi. O zaman daha Avrupa Birlikçi bir siyaset izliyordu, kadın kurumlarıyla görüşüyorlardı, tavırlar bambaşkaydı. Şu andakinden farklıydı. Ne oldu, İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladılar, o zaman kendilerini kapatmak isteyen militer devletle, derin devletle daha sonradan anlaştılar;  derin devletin kendisi haline geldiler ve ondan sonra kendi uygulamalarını değiştirmeye başladılar. AKP kendi politikasını alt üst etti aslında. En ileri düzenlemeler onların döneminde yapıldı. AKP döneminde İstanbul Sözleşmesi’ne imza atıldı, 6284 nolu kanun var, 2005’te Türk Ceza Kanunu değişti. Bunların hepsinde tabii ki kadın hareketinin çok büyük bir etkisi var, ama hükümette de AKP vardı. Ama aynı AKP kendisini kapatmak isteyen zihniyetin kendisine dönüştü ve kendi yaptıklarını feshetmeye başladı. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi de böyle oldu. 

Derin devletle uzlaşmadan ve özellikle de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun göreve gelmesinden sonra bizatihi devlet diliyle işkencenin kendisi savunulur hale geldi. Uluslararası sözleşmelerle ve iç hukukuyla işkenceyi yasaklamış bir devletin İçişleri Bakanı diyor ki, “Yakalarsanız lime lime edin talimatını verdim, bacaklarını kırın talimatını verdim.” Açıkça bir bakan işkenceyi, şiddeti savunuyor. Ve şiddeti devlet diliyle savunulması yayılıyor topluma, şiddet fikri yayılıyor. Bunun ilk mağduru da çocuklar ve kadınlar oluyor. O nedenledir ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra kadına yönelik şiddet, çocuğa yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinde büyük bir artış gözlendi.

  • Türkiye’de en fazla ihlallerin yaşandığı alanlardan birisi de cezaevleri. Cezaevlerinde özellikle kadınlar ve çocukların yaşadığı başlıca sorunlar neler? 

Tabii cezaevlerinde kadına yönelik şiddet çok yoğun yaşanıyor. Biz adli mahpuslara da elimizden geldiğince ulaşmaya çalışıyoruz, ama adli mahpuslarda hak arama bilinci çok fazla gelişmediği ve “başımıza iş açılır” diye korktukları için onlardan çok fazla başvuru gelmiyor. Ama adli mahpuslara da çok yoğun bir işkence var. Fakat siyasi mahpuslar yaşadıklarını tabii ki çok açık anlatıyorlar. Bir kere işkence gözaltında başlıyor ve giderek bu vakalar artıyor. Sokak eylemlerinde, basın açıklamalarında da bu alanda da kadına yönelik işkence vakalarının arttığını görüyoruz. Kadınlar şiddete karşı yürüdükleri 25 Kasım’da bile şiddete maruz kaldılar. 

Kadına yönelik şiddet devlet eliyle uygulanıyor bu coğrafyada. Cezaevlerinde görüştüğüm kadınların çok büyük bölümü şunu söylüyor: “Her an tacize uğradığımızı hissediyoruz. Banyoya, tuvalete giderken bile izleniyoruz.” Sürekli böyle bir duyguyla yaşamak çok korkunç bir şey. Bunun dışında sürekli bir kontrol, sürekli tecrit. Hastane ve duruşma gidiş gelişlerinde şiddet. En ufak hak talebinin şiddetle bastırılması. Cezaevlerinde izolasyon başlı başına zaten işkence, bir de fiili şiddetle işkence söz konusu. 90’larda bile cezaevleri böyle değildi. Evet, o yıllarda insanlar kaybediliyordu, öldürülüyordu, ama cezaevleri kısmen daha rahattı, ifade özgürlüğü daha fazlaydı.

  • Cezaevlerine girmişken sizin de müdahil olduğunuz Garibe Gezer davasını sormak istiyorum. Dava daha açılmadan takipsizlik verildi. Kamera kayıtlarına ve elinizdeki tüm delillere rağmen devlet bu cinayetin üstünü örttü. Süreç bundan sonra nasıl ilerleyecek. Hukuki olarak tüm yollar kapandı mı?

Garibe Gezer ile ilgili iki dosya var. Bir tanesi daha hayattayken infaz koruma memurları tarafından cinsel işkence uygulanması yönünden suç duyurusu yapmıştık. Orada iç hukuk sonuçsuz kaldı, şu an o dosya Anayasa Mahkemesi’nde. İkinci dosya, ölümüyle ilgili soruşturmada da çok büyük eksiklikler var. Daha müdürün bile ifadesi alınmamış. Üstünkörü bir yıl süren bir soruşturma -ki adına soruşturma demeye bin şahit ister – ve üstünü kapatmak için takipsizlik kararı verildi. İtiraz ettik, eminim itiraz da reddedilecek. Sırada Anayasa Mahkemesi ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) var. Bence hem cinsel işkence dosyası hem de ölümüyle ilgili olan dosyada AİHM Türkiye’yi mahkum edecektir.

  • Son soru olarak cezaevlerinde şüpheli ölümler ve hasta tutsakların ölüm haberlerini sıklıkla alıyoruz. Adalet Bakanlığı yeni düzenlemeler yapıyor diye iddialar vardı. Bunlar rafa mı kaldırıldı?

Bizim İnsan Hakları Derneği’nin son verilerine göre şu anda 1517 hasta mahpus var cezaevlerinde, bunlardan 651’i ağır hasta. Yine bizim verilerimize göre 2022 yılı başından bu yana 75 mahpus cezaevlerinde yaşamını yitirdi. Bu çok büyük bir rakam. Bunlardan 34’ü hastalığı nedeniyle yaşamını yitirdi, 5’ide infaz ertelenmesi sonrasında yaşamını yitirdi. Hasta mahpuslarla ilgili hiçbir düzenleme yapılmadı. Hasta mahpusların tamamı ATK’nin insafına bırakıldı. ATK’nin insafı da siyasi iradenin kararına bağlı. Orada bir tıp etiği, bir Hipokrat yemini dikkate alınmıyor. Yani Mehmet Emin Özkan gibi 84 yaşında artık yürüyemeyen bir hastaya dahi “cezaevinde kalabilir” raporu veriyorlar. Yaşamını yitiren 75 mahpusun içinde hasta olanların çok büyük bir bölümü ölüm derecesinde hasta oldukları halde ATK’nin “cezaevinde kalabilir” raporu vermesi nedeniyle cezaevlerinde öldü. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.