Bir bileklikle kentini bırakmadı

Kadın Haberleri —

Özlem Mansuroğlu

Özlem Mansuroğlu

  • Depremin üzerinden bir yıl geçti. Hatay’da kadınlar bir yandan kentlerini yeniden inşa etmeye çalışırken diğer yandan dayanışma içinde iyileşmek için çabalıyor. Bu kadınlardan biri olan Özlem Mansuroğlu, bir bilekliğin iyileştirici gücünü anlatıyor.

ERDOĞAN ALAYUMAT

O lanetli gecenin üzerinden bir yıl geçti. Depremin ilk anında yaşanan kaos yerini bambaşka sorunlara bıraktı. Moloz yığınına dönen tarım alanları, çamur ve balçık içinde yollar, enkaz yığınlarından oluşan dağlar ve getirdiği hastalıklar… Tüm bu kaosun ortasında iktidarın yalnız bıraktığı Hatay halkı hem kaybettiklerinin yasını tutuyor hem de kendi yaralarını kendisi sarıyor.

Kentte, depremin yarattığı travmayı ve sorunları en çok hisseden yine kadınlar oldu. Kadınların yükü deprem sonrasında katlanarak arttı. Konteyner kentlerde yaşamı organize etmek, çocuklarla, beslenme ve eğitimleriyle ilgilenmek, yaşam alanını düzenlemek yine kadının sorumluluğuna bırakıldı. Tüm bunlara rağmen inatla mücadele eden kadınlar semtinde, mahallesinde, sokağında hayata tutunuyor; dayanışarak, yapılan her çalışmaya dört elle sarılıyor. “Bunu neden yapıyorsunuz?” diye sorduğumuzda ise “Artık iyileşmek istiyoruz” yanıtını alıyoruz. İyileşmek… Peki nasıl? Devlet tüm imkanlarını Hatay halkına yasaklamışken kadınlar kendilerini iyileştirmenin yollarını arıyor.

 

 

Bir ayna ve birkaç fil minyatürü

O kadınlardan biri de Özlem Mansuroğlu. Doğma büyüme Antakyalı olan Mansuroğlu, 43 yaşında. Depremden önce uzun yıllar muhasebeci olarak çalışmış. Muhasebeciliği bıraktıktan sonra ailesinin de desteğiyle eski Antakya’da Amazon Graft adında takı ve hediyelik eşya satan bir dükkân açmış. Şansı yaver gidiyor ve kısa sürede ekonomik olarak ayakları üzerinde durmayı başarmış. Ta ki 6 Şubat 2023’e kadar…

Mansuroğlu’nun dükkânı depremde yıkılmıyor ancak duvardaki küçük çatlak “ağır hasarlı” kaydı oluşmasına yetiyor. Depremin ardından kentte gönüllü olarak çalışmalara dahil olan Mansuroğlu, dükkânın sokağına girdiğinde dükkânı yerine bir kamyon ve moloz yığınıyla karşılaşıyor.

“Bu manzarayı gördüğünde ne hissettin?” diye sorduğumda önce durup biraz düşünüyor: “Ne düşünebilirim ki oturdum ağladım. Gözyaşlarım yıkılan dükkânımın molozlarına karıştı. Daha sonra ellerimle molozların içinde yaptığım eşyaları aramaya başladım. Sadece bir ayna ve birkaç tane fil minyatürü bulabildim.”

 

 

Şaka yaptıklarını düşündüm

Depremin üzerinden 6 ay geçtikten sonra oturduğu mahallede bulunan bir kafede dükkânını yeniden açan Mansuroğlu, kafenin depremde kendilerine bir sığınak olduğunu ve uzun süre hem depremzedeleri hem de dışarıdan gelen gönüllüleri barındırdığını söylüyor.

Dükkânını yeniden açma sürecini ise şöyle anlatıyor: “Haziran ayında kafe açılınca mekân sahibi arkadaşlar bana kafenin bir köşesinde dükkânımı açabileceğimi söyledi. Önce şaka yaptıklarını düşündüm. O sıralarda depremin sebep olduğu travmayı atlatmak için mahallede bulunan kadınlara gönüllü eğitmenlik yapıyordum. Sonra bir gün mekân sahipleri ‘Abla biz gidip eşyalarını alalım dükkânını yeniden açalım’ deyince ciddi olduklarını anladım. Bana bu teklif gelmeden önce burada dükkân açma gibi bir ruh halinde değildim. Arkadaşlarım bu imkânı sununca ben de dükkânımı yeniden açma gibi bir düşünceye kapıldım.”

İyileşmek istiyorum

“Neden bir kafe köşesinde bu dükkânı açma gereği duydun?” diye sorduğumda ise şu yanıtı veriyor: “Çünkü iyileşmek istiyorum. Bir yıldır depremin yarattığı travmayı atlatamadık ama ben iyileşmek istiyorum. Dükkânımı yeniden açtığımda çalışmanın iyileştirici gücünü fark ettim. Bazen psikolojik olarak düşüyorum; daha sonra el işi takılara yoğunlaşıyorum ve bir şekilde o ruh halinden sıyrılıyorum. Bazen dükkânı günlerce açmadığım da oluyor ama işlerin başına geçip çalışmak bana ruhen iyi geliyor. Bizim durumumuz iyileşemeyen bir yara gibi bazen kabuk bağlıyor sonra yeniden kanıyoruz.”

 

 

Yeni sayfa buruk açıldı

“Yıkılan dükkânımın enkazından eşyalarımı toplamak çok ağır geldi” diyen Mansuroğlu, konuşmasına şöyle sürdürüyor: “Yeni bir sayfa açılıyordu ama o sayfa benim için buruk açıldı. Bütün eşyalarımın bir anlamı vardı. Yıkılan dükkânımda bileklik yaparken etrafımda bir sürü insan oluyordu; o insanlar artık yok. Bazen de ‘Kime, ne için yapıyorum bu takıları’ diyorum. İçimde burukluk var. Ancak iyileştirici yanlarını gördükçe kendimi daha çok işe veriyorum. Bir bileklik, bir kolye ya da bir küpe yaptığımda hayatın akışına kapılıyorum ve yaşadığımı, en önemlisi de insan olduğumu tekrar tekrar hatırlıyorum.”

“Depremde çok şeyimizi kaybettik” diyen Mansuroğlu devam ediyor: “Akrabalarımızı, ahbaplarımızı, dükkânımın yanında sürekli görüştüğüm ve kahve içtiğim komşularımı kaybettim ama bunun dışında tarihimiz de yok oldu. Şehre dair hiçbir şey kalmadı. Gezdiğimiz ve anılarımızı biriktirdiğimiz sokaklarımızı molozlardan tanıyoruz.”

 

 

Kadınlara umut oldu

Dükkânını yeniden açmasının çevresinde bulunan kadınlara da moral olduğunu anlatan Mansuroğlu, “Hem kadınlara dışarı çıkmaları için bir bahane oluyor hem de birbirlerinin dertlerini dinleyerek bir nevi yaslarını paylaşıyorlar. Bazı kadınlar dükkânın açıldığını görünce kendi ürünlerini yapıp satmaya başladı. Bu girişimler sonrasında iki defa kadın el emeği pazarı kurduk. Bir şeyleri satmak ya da maddi bir kazanç elde etmek için değil tam tersi yaşamın içinde olduğumuz ve yaşadığımız felaketin üstesinden gelmek istediğimiz için yaptık. Gerek ekonomik gerekse kültürel olarak yerle bir olan bir kentte kadın emeği pazarı kurmamız kadınlar için çok büyük bir moral ve motivasyon oldu” diyor.

Hep aynı gecede kaldık

Mansuroğlu, “Bundan sonra ne olacak?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “‘Bundan sonra ne olacak? Nasıl olacak?’ sorularına verecek bir cevabım yok. Çünkü yarın ne olacağını bilmiyoruz. Belirsiz bir gelecek içinde yaşamaya çalışıyoruz. Evet, ayağa kalmaya çalışıyoruz, bu süre içinde anlamlı şeyler de yapıyoruz ama özellikle son bir haftadır biraz buruğuz. Aynı güne geri dönüyoruz ve bu bizi hem korkutuyor hem de dayanılmaz bir kedere boğuyor.”

Depremin üzerinden geçen bir yılın çok zor geçtiğini de sözlerine ekleyen Mansuroğlu, devam ediyor: “Bir yıl nasıl geçti, bizler neler yaşadık… Anlatılacak o kadar çok şey var ki ama bazen anlatmak bile yaşadıklarımızı anlamaya yetmiyor. Depremin ilk gününden 6’ncı ayına kadar kaybettiklerimizin yasını tutarak, yıkılan kentimizin nasıl inşa edileceğine dair tartışmalar ve günlük yaşamı yeniden organize etmekle geçti. İkinci 6 ayımız ise daha çok yaşadıklarımızı anlamakla geçti. Bazen günlerin nasıl geçtiğini bilmiyorduk, bazen zaman algımızı kaybediyorduk. Güneş doğmuşsa sabah, batmışsa akşam olmuştur deyip bu şekilde zaman öldürdük. Ama geçen bir yıla bakınca biz hep aynı gecede, o lanetli gecede kaldık.”

Burada doğdum burada öleceğim

Sohbetimize biraz ara veriyor birer çay alıp kaldığımız yerden devam ediyoruz. O sırada Mansuroğlu, “Bazen başımı alıp gitmek istiyorum” diyor. “Neden gitmiyorsun?” diye sorduğumda ise “Gidemiyorum çünkü sorumluluklarım var… Ama sorumluluklar, ailem bir yana ben bu kenti seviyorum; burayı bırakamam. Bu duygu köklerimden mi geliyor bilmiyorum ama ben bu kentin her dokusunu, her katmanını seviyorum. Her ne kadar yıkılmış olsa da her sokağında anılarım var. Çocukluğumun geçtiği sokaklar hala duruyor. Buranın her köşesinde her taşında yaşanmışlıklarım var. Burada doğdum, burada büyüdüm ve burada öleceğim” yanıtını veriyor.

 

 

Daha çok umut gerek

Elindeki bilekliği göstererek dışarıdan bakılınca basit birer takı olarak görüldüğünü söyleyen Mansuroğlu, şöyle devam ediyor: “Bu sadece bir bileklik değil. Burada, bu imkansızlıkların ortasında bir bilekliğin iyileştirici gücünü keşfettim. Eskiden yaptığım her ürüne manevi bir değer biçerdim ama satarken zorlanmazdım. Şimdi buradaki her ürün benim için çok daha farklı anlamlara sahip. Bazen bir bilekliğe hayallerimi nakşediyorum, bazen umutlarımı, bazen de gözyaşlarımı… Basit görünen bir bileklik yaşamımıza etki ediyor ve bizi iyileştirebiliyor.”

Umudunun hiç bitmediğini dile getiren Özlem Mansuroğlu sözlerini şu şekilde noktalıyor: “Bu günlerde bize daha çok umut lazım. Kentimizi, kendimizi ayağa kaldırmak için daha çok umuda ihtiyacımız var. O yüzden bazen inancımı kaybetsem de umudumu hiç kaybetmedim. Biz yeniden ayağa kalacağız. Belki eskisi gibi olmayacak hayatlarımız ama eskisinden daha güçlü, umutlu olacağımıza inanıyorum.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.