Demokratik Cumhuriyeti örgütlemek

Demir ÇELİK yazdı —

  • İlk kez Kürtler, Aleviler ve seküler ortak yaşamı savunan her etnik kimlikten kentli orta sınıf değişim asgari müştereğinde yan yana gelmiş, büyük bir sinerji oluşmuş bulunmaktadır. Öncü güç, bu sinerjinin sönümlenmesine fırsat vermeden kolları sıvamalı, demokratik cumhuriyetin inşasını toplumsallaştırmalıdır.

Türk ulus devletinin inkârcı, katliamcı zihniyeti sonucu bilim, sanat, hukuk, siyaset, ekonomi başta olmak üzere tüm alan ve sahalarda ve aynı zamanda günlük yaşam ve insanlar arası ilişkilerde de büyük bir yozlaşma, çürüme ve çöküş yaşanmaktadır. Toplum iradesine müdahelenin yanı sıra, ulusçuluk dininin neden olduğu bu çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun çözümsüzlüğünden devlet öğretilmiş çaresizliği topluma dayatarak yol alıyor. Özgüvenden yoksun bırakılan toplum, iktidarı elinde bulunduranların pazarladıklarını satın almak, üretilmiş ve öğretilmiş çaresizlik girdabında iktidara biat etme durumuna mahkûm edilmiş bulunuluyor.

Garip olanı ve demokratik siyasetin üstesinden gelmesi gereken önceliği; toplumun önemli bir kısmının bu yozlaşmaya rıza gösteriyor olması gerçeğidir. Toplumun yönetilmeye iknâ edilmiş olunması ve egemene rızalık vermesi sonucu sınıflar arası ve ezilen ile ezenler arası mücadele yaşanmıyor, aksine ezilenlerin ve yönetilenlerin çelişki ve çatışmalarından yeni iktidar alanları yaratılarak, tekçi statükonun sürdürülmesinin koşulları oluşturuluyor.  Egemenler ve iktidar sahipleri bu realiteden ve bu sosyolojik gerçeklikten hareket ederek seçimler aracılığıyla otoriter rejimlerine, tek adam diktatörlüklerine meşruiyet kazandırmak için seçimleri yaptırmakta, oradan güç biriktirmektedirler. Yüzyıldır ideolojik aygıtlarıyla biçimlendirdikleri, başkalaştırıp, kendi hakikatine yabancılaştırdıkları toplum kesimleri üzerine hilelerini de katarak yol alırlar. Devlet gücü sayesinde çalınan, çelinen ve manipüle edilenlerle sonucu önceden garantiledikleri ve güvenceye aldıkları taktirde seçime gider, sürekli sandığı işaret ederler. İktidar bloku seçimleri kendi lehine olacak koşullarda ve kontrol edebileceklerine inandıkları anda ve Anayasal hukuk düzenini çiğnemeyi güvenceye alacaklarına kanaat getirdikleri zamanda yapar ve yaptırırlar. 12 Eylül faşist diktatörlüğünün Anayasa oylaması da, öncesi ve sonrası tüm seçimlere bu anlayışla yaklaşmışlardır. İktidar sahipleri muhaliflere ve ötekilerine çizilen sınırlar dahilinde hareket etmeyi dayatırken, kendilerine organize ve örgütlü devlet gücünün tüm olanaklarını seferber ederek seçimleri kendi lehlerine çevirmeye bakmışlardır.

Yüzyıldır yapılan tüm seçimlerde olduğu gibi 14-28 Mayıs’ta da yapılan otoriterliğin göstermelik seçimlerin dışında bir anlamı yoktu. Hem ülkede, hem de uluslararası alanda tek adam diktatörlüğüne meşruiyet kazandırmak amacıyla organize ve örgütlü devlet gücünü arkasına alanlar, bu seçimlerde her tür kirliliği devreye koymuş, toplumun aklını çelmiş, iradesine el koymuştur.

Kendisine, topluma ve doğaya yabacılaştırılan birey ve toplum değişimci ve dönüştürücü olma dinamizmini kaybettiğinden el koyma çok daha kolay olmaktadır. Değişim dinamiği olmaktan çıkarılan toplum, statükocu olmakla kalmaz, egemenlerin elinde değişim dinamiklerine karşı kullanılan en temel güç olur. Türk ulus devleti yüzyıldır farklı halkları kendi hakikatine yabancılaştırmanın arayışı içinde olmuştur hep. Farklılıkları inkâr etmekle kalmamış, onları tek bir potada eritmenin değirmeni görevini görmüştür. Toplumun farklılıklarını ulusçuluk değirmeninde öğüten ve yeni kimlik kazandıran ulusçuluk dini, Anadolu’da yaşayan 37 etnisiteyi, üç Semavi dininden insanları ve farklı inançlardan toplum kesimlerinin büyük kısmını, Türk-Sunni İslam sentezine göre yeniden şekillendirmeyi büyük ölçüde başarmış görünüyor. O nedenle toplum itiraz edeceğine, iktidara yedeklenmekte, onun pazarladığını satın almakta hiçbir beis görmemektedir.

Selçuklular’ın Mezopotamya- Anadolu’yu işgali ile başlayan bu yoğun yabancılaştırma ve başkalaştırma siyaseti sonucu toplum apolitik çizgiye çekilmiş, değişim dinamiği olmaktan uzaklaştırılmış bulunuluyor.

Türk devlet geleneğinde iktidar uğruna baba oğlunun, oğul babasının, kardeş kardeşin katili olabiliyor. Devleti yöneten ister sultan, ister padişah, isterse başkan ya da başbakan olsa da bu hakikat hiç farketmez. Devletin ala çıkarları diyerek iktidarın kirleticiliği topluma hep dayatıla gelinmiştir. Selçuklu, Osmanlı ve tekçi Cumhuriyet aynı genetik kodlarla hareket etmiş, iktidara her kim ki itiraz etmişse, başı vurula diyerek düşmanlaştırılmıştır. Bu anlayışla hareket eden ulus devletin kurucu şefi, ” Türkiye toplumu imtiyazsız ve sınıfsız toplumdur” diyerek toplum kesimlerini pasifiz etmiş, demokratik hak mücadelesinden uzak tutmaya bakmıştır. Sonra gelenler de “Türk olmayanların Türk vatanında tek bir hakları vardır. Türklere hizmetçi olma, köle olma hakkı” diyerek Kürtlere, Alevilere ve ötekilerine köle olmayı dayatmışlardır. Devletin bu kuruluş kodları değişen hükümetlerle değişmeyerek bugünlere taşırılmıştır. Farklı etnik ve inançsal kimlikten de olsa iktidar olmanın biricik koşulu; farklı etnik ve inançsal kimlikleri red etmekten geçiyor. İktidara geldikten sonra tarihsel kimliklerini red ve inkâr etmekle kalmaz; kimliğini, dilini, kültürünü ve inancını savunanları katliamdan geçirmeyi de görev bilir. Kriminalize etme, ötekileştirme ve itibarsızlaştırma politikalarıyla egemenler konsolide ettikleri toplum kesimleri üzerinden mutlak iktidarlarını sürdürürler. Devletin maliyesini ve gelirlerini keyfince dağıtarak yoksul ve işsiz bıraktıkları milyonların iradesini satın almaya bakarlar. İradesini satın aldıkları milyonları direnmekten alıkoydukları yetmezmiş gibi tebaa olmayı ve biat etmeyi onlara dayatırlar.

Bütün bunlardan çıkaracağımız en temel ders; tek adam diktatörlüğüne, faşizme ve tekçi katı merkeziyetçi ulus devlete karşı seçimler tek çıkış yolu olamaz. Bu kuşatılmışlığa karşı öncelikle radikal demokrasi programı ile hareket eden bir öncüye ihtiyaç vardır. Bu öncü güç; tekçi ve inkârcı sistemin parametreleri ile değil, tarihi kadim sorunların demokratik meşru çözüm parametreleri ile hareket etmelidir. Siyasal, sosyal, kültürel, inançsal ve ekonomik alanlarla birlikte üçüncü alan dediğimiz sivil toplumun örgütlenmesi ve mücadele dinamiğine dönüştürülmesinin çalışmaları içinde olmalıdır bu öncü güç. Temel stratejisi bireysel ve grupsal çıkarlar değil, toplumun temel sorunlarının çözümü stratejisi olmalıdır. Her tür suistimale, organize işlere ve halkların iradesini çelme ve çalma operasyonuna karşı 14 Mayıs’ta diktatöre yol vermemiş olmamız ve 28 Mayıs’ta %48 oranında ki değişim irade beyanı siyasal öncünün esas alması gereken çıkış noktası olmalıdır. Çünkü değişimi isteyen bu % 48’in içinde hırsızlık yok, çalma ve çırpma yok. Aksine birbirine düşmanlaştırılan halkların ve inançların dost ve dayanışma ruhu var. İlk kez Kürtler, Aleviler ve seküler ortak yaşamı savunan her etnik kimlikten kentli orta sınıf değişim asgari müştereğinde yan yana gelmiş, büyük bir sinerji oluşmuş bulunmaktadır. Öncü güç, bu sinerjinin sönümlenmesine fırsat vermeden kolları sıvamalı, demokratik cumhuriyetin inşasını toplumsallaştırmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.