Depremi yeniden yaşarken

Demir ÇELİK yazdı —

  • Üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen sorumluluklarından kaçınan, her şeyi rant ve çıkar ilişkisine kurban eden iktidar, yapması gerekenleri yapmadığı gibi açık ve alenice halklarımızı tehdit ediyor.

6 Şubat Pazarcık-Elbistan depremleri üzerinden bir yıl geçti. 11 kenti, 15 milyon civarında insanı etkileyen bu deprem üzerine çok şey yazıldı, söylendi. Ne kadar çok yazar ve söylersek o denli iyi olacağına inanıyorum.

Çünkü doğanın kendi iç dinamikleri ile neden olduğu depremler, dünyanın birçok yerinde her zaman olmuş, olmaya da devam edecektir. Günümüz bilimsel çalışmaları depremin nedenini ve oluş mekanizmasını açıklıyor olsa da, şimdilik önceden bilemiyor, ön alabilmenin olanaklarına sahip değil. Ancak depremin doğal olduğunu, eko-sistemin dengeye ulaşmada depremin kaçınılmaz olacağını, dolayısıyla esas olanın deprem başta olmak üzere, doğal afetlerle yaşamayı bilmek gerektiğini bilim insanları ısrarla söylemekte, yapılması gerekenleri sıralamaktadırlar. 

6 Şubat 2023’te yaşanan depremde AKP-MHP nahak zihniyetinin halkımıza ve Alevi inancına ne denli ırkçı, inkârcı ve faşistçe yaklaştığını tüm dünya izledi, gördü ve duydu. Devlet olmanın görev ve sorumluluklarını yerine getirmekten kaçındığı gibi sivil toplum örgütlerinin, uluslararası kurum ve kuruluşların kurtarma ve dayanışmasını da engellemeye çalıştı. Bölgede yaşayanların ağırlıklı olarak Kürt ve Arap olması, Kürt ve Arap Alevisi olmasını faşist iktidar doğal felaketi soykırıma dönüştürmeye çalıştı. Bizim gibi muhaliflerin söylemini dikkate almayanların, bağımsız kuruluşların ve uluslararası kurumların söylediklerini de dikkate almadıklarına hep beraber tanık olduk. Üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen devlet olmaktan ileri gelen sorumluluklarından kaçınan, her şeyi rant ve çıkar ilişkisine kurban eden iktidar, yapması gerekenleri yapmadığı gibi açık ve alenice halklarımızı tehdit ediyor, onların iradesine el koymaya çalışıyor.   

3 Şubat 2024’te Hatay’da Erdoğan öz eleştiri vereceğine, depremzedelerden ve Türkiye halklarından özür dileyeceğine oy avcısı olmaya soyunmuş, insanlarımızı tehdit etme cüretinde bulunmuştur.

"Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı" diyerek Hataylılar üzerinden halklarımızı tehdit etmiş, halkın seçme ve seçilme hakkına müdahalede bulunmuştur. Bu söylem, bir yanıyla Türkiye’de yaşayan 85 milyon karşısında tarafsız olması gereken cumhurbaşkanının tarafsız olmadığının itirafıdır. Öbür yandan da vatandaşları arasında ayrımcı olacağını, muhalefetin kazandığı ve kazanacağı belediyelere cumhurbaşkanı hükümet sisteminin yardım etmeyeceğinin ilanıdır. Bu da ırkçı, inkârcı, katliamcı ve soykırımcı zihniyetin devam edeceğinin ikrarıdır. Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin muhalefette olması nedeniyle depremde yapılması gerekenleri bilerek ve isteyerek yapmadıklarını söyleyen, insanlıktan çıkmış birilerinin yönettiği ülkenin insanı olmaktan insan hicap duyuyor.

Yüz yıldır bu ayrımcı, tekçi, inkârcı yaklaşım ve zihniyete hep beraber hesap soramadığımız, bu faşist zihniyeti aşamadığımız için her seferinde kaybeden biz ötekiler olduk. Aradan geçen onca zamana rağmen hala kaç canımızın hayatını kaybettiğini bilmiyoruz. Hayatını kaybedenlerin 53 bin olduğu yalanlarını, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı 130 bin diyerek yalanladı. Yerinden, yöresinden göçertilen ve göçertilmeye zorlanan on binlerin dönmesinin koşullarını sağlamayan, hala başını sokacağı bir konteyneri bile olmayan on binlerin var olduğu, sahipsiz ve kimsesiz diyerek tarikatlara teslim edilen çocuklarımızın akıbetinin bilinmediği bu koşullarda, Erdoğan gözümüzün içine baka baka bunları söyleyebiliyorsa, bu birazda bizim direnmeyişimizden ve mücadele etmeyişimizden dolayıdır. Tam da bu noktada Türkiye’nin de altına imza attığı Birleşmiş Milletler’in Yerli Halkların Hakları Sözleşmesi’nin 8. Maddesi;

“1. Yerli halklar ve bireyler asimilasyona zorlanmama veya kültürlerinin yok edilmesine maruz kalmama hakkına sahiptir.

2. Devletler aşağıdaki hususların önlenmesi ve tazmini için etkin çözümler bulmalıdır:

(a) Yerli halkları, ayrı bir halk olma bütünlüklerinden veya kültürel değerleri veya etnik kimliklerinden mahrum edecek her türlü hareket;

(b) Yerli halkları toprakları, bölgeleri veya kaynaklarından ayırmayı amaçlayan veya hedefleyen her türlü hareket;

(c) Yerli halkların haklarını ihlal etme amacı veya gayesiyle büyük nüfus gruplarının yer değiştirmeye zorlanması;

(d) Asimilasyon ve entegrasyona zorlayan her türlü hareket;

(e) Yerli halklara karşı ırk, etnik kökene dayalı ayrımcılığı körükleyen her türlü propaganda yapılamaz” demektedir.

Uluslararası sözleşmeleri, AHİM’i, AYM’nin kararlarını hiçe sayan diktatöre karşı mücadele edersek kazanabiliriz. Eğer mazlum ve mağdur halklar ve inançlar olarak tekçiliğe karşı hep beraber ortak yaşamdan yana, inkârcılığa karşı kimliklerimize ve inançlarımıza saygılı, savaşa karşı barıştan yana, katliam ve soykırımlara karşı özgür yaşamdan yana olabilseydik bütün bunları yaşamamış olurduk. Ancak devletin Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere farklı halklara ve inançlara karşı yürüttüğü düşmanca politikasının etki alanından kendimizi kurtaramadığımız için birlikte olamadık, birlikte mücadeleyi etmek yerine, halklar ve toplum dinamikleri olarak kendimize göre, parçalı olmaya devam ettik. Bizim parçalı ve kendine göreci zaaflarımızı iktidar sahipleri fırsata dönüştürmesini bilmişlerdir. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.