‘DİTİB dostu’ Laschet’e neden ‘Türklerin Armin’i’ deniliyor?

Dosya Haberleri —

  • CDU/CSU’nun başbakan adayı Armin Laschet, Alman basınında bazen “Türklerin Armin’i” olarak da anılıyor. Türk devletinin Almanya’ya uzanan eli DİTİB, Laschet’in imzasının bulunduğu bir kararla yeniden din dersleri konusundaki muhataplar arasına alındı. Bu yakın temasın ardında ne var?

 

OSMAN OĞUZ

Türk diktatörü Erdoğan, Almanya’da 26 Eylül’de yapılacak Federal Parlamento Seçimleri için CDU/CSU’nun başbakan adayı olarak yarışan Armin Laschet, Hristiyan Demokrat Parti’nin genel başkanı seçildiğinde ilk kutlayanlar arasındaydı.

Erdoğan, kongrenin hemen ardından Laschet’i telefonla arayarak, “Türk toplumuna yönelik müspet tutumunu yeni görevi sırasında da devam ettireceğine inandığını” söylemiş ve eklemişti: “DİTİB ve Türk din görevlilerinin başarılı çalışmalarla özellikle radikalleşme ve aşırılığın önlenmesindeki kritik rollerinin gözardı edilmemesi gerekiyor.”

Laschet’e Eylül’deki seçimlerde de başarı dileyen Erdoğan, neredeyse safını belirliyor, CDU/CSU için oy istiyordu.

Bu tutum, kuşku yok ki bir anda ortaya çıkmadı ve ancak bir tarihsel süreklilik ve gerekli güncel bağlantılar içinde anlaşılabilirdi: Laschet, on yıllardır Türk devleti ile ilişkileri nedeniyle gündeme geliyordu; makamını devralmaya hazırlandığı CDU’lu başbakan Angela Merkel de zaten Erdoğan’ın bugüne kadarki en büyük destekçisiydi.

Katolik Kilisesi’nde büyüdü

Armin Laschet, 1961’de, Almanya’nın Kuzey-Ren Vestfalya (Nordrhein-Westfalen, kısa: NRW) eyaletine bağlı Aachen kentinin bin yıl önce Romalılar ve Keltler tarafından kurulmuş semti Burtscheid’de doğdu. Dindar ailesi, bugün Belçika’ya bağlı olan Wallonien bölgesinden geliyor. Laschet de daha çocuk yaştayken Katolik Kilisesi’nde gençlik çalışmalarına katılacak; liseyi de kiliseye bağlı bir okulda tamamlayacaktı. Bugünkü eşini de bu sırada parçası olduğu kiliseye bağlı koroda tanımıştı.

Laschet, 1989’da, henüz 18 yaşındayken, yeni üye olduğu partisi CDU’yu temsilen kent meclisine seçildi; daha sonra Aachen şehrinden federal parlamento için de aday gösterildi ama başarısız oldu. 1999’da bu kez Avrupa Parlamentosu için aday gösterilen genç politikacı, bu kez kazanacaktı: 2005’e kadar Avrupa Parlamentosu’nda, öncelikli olarak dış politika, uluslararası ilişkiler ve güvenlik politikaları alanında görevler üstlendi.

Göçmenlere ‘ilgisi’ erken başladı

CDU’lu politikacı, 2005’te, doğup büyüdüğü NRW eyaletinde “Kuşaklar, Aile, Kadın ve Entegrasyon Bakanı” oldu. Bu yıllarda Laschet, “göç yanlısı” tutumu ile göze çarpıyordu. Almanya’nın büyümek için göçe ihtiyacı olduğunu söyleyen Laschet, bu tutumunu 2009’daki Federal Parlamento Seçimleri öncesinde çıkardığı “Yükselenlerin Cumhuriyeti: Bir Şans Olarak Göç” kitabıyla da görünür kıldı.

Halefi Jürgen Rüttgers’in 2010’daki eyalet seçimlerindeki başarısızlığı ardından Armin Laschet, iki yıl boyunca CDU’nun NRW’deki liderliğine talip oldu. Rüttgers’in 2012’de yeniden başarısız olması, Laschet için yolun açılması demekti: 30 Haziran 2012’de, delegelerin yüzde 77’sinin oyunu alarak CDU’nun NRW’deki yeni başkanı seçildi.

Bu sırada Laschet, 9 Mayıs 2010’da yapılan seçimlerden bu yana eyalet parlamentosunda milletvekiliydi; 2012’de yeniden seçildi. Bu dönemde Laschet, muhalefet lideriydi; 2017’de yapılan seçimler ardından hükümeti CDU ile FDP’nin kurduğu koalisyon kurunca ise eyaletin başbakanı oldu. O günden bu yana da aynı görevi sürdürüyor. Partisinin 16 Ocak 2021’de yaptığı kongreden bu yana ise Laschet, CDU Genel Başkanlığı görevini de yürütüyor. Bugünler, Laschet için siyasi kariyerinin adeta en parlak günlerini ifade ediyor.

‘Ortayolcu’ ama…

Laschet, Almanya kamuoyunda, “ortayolculuğu” ile bilinen bir isim. Ne gelişme olursa olsun, genelde yuvarlak cümleler kurmayı tercih ediyor. Bu tavrını esnettiği tek bir konu var: Diktatoryal rejimlere yaklaşım.

Laschet, Almanya-Çin ilişkilerinin en büyük savunucularından biri. Bu ilişkilerle ilgili demokrasi, doğa katliamı ya da sömürü gibi şerhler düşenlere şöyle yanıt vermişti: “Almanya, farklı bir toplum yapısı olan ülkelerle de diyalog içinde kalmalıdır. İnsan haklarıyla ilgili konuları gündeme getirmek zorundayız ama farklı toplum yapılarından kaynaklanması muhtemel ayrımlardan dolayı tüm ilişkileri koparamayız.”

Aynı tutumu Rusya konusunda da sürdüren CDU’lu politikacı, Afganistan’da Taliban’ın iktidarı ele geçirmesi ardından da “Taliban’la görüşmeyi” savunan ilk Batılı liderlerden biri olmuştu.

Diktatörlerin sevgilisi

Laschet’in Erdoğan ile ilişkileri de hep bu minvalde oldu. Şimdiye kadar Erdoğan’ı, hükümetini ya da Türk devletini eleştiren tek söz etmeyen Laschet, aksine, Erdoğan tarafından tebrik edilen ve Türk basını tarafından sevilip desteklenen bir isim.

Almanya’nın Avrupa’daki en büyük “ticaret ortağı” olduğu Bolsonaro diktatörlüğü yönetimindeki Brezilya ile ilişkiler de Laschet’in başbakanlığı döneminde sürekli öneminin altını çizdiği başlıklardan biri oldu; Laschet, Brezilyalı elçilerle buluştu, Almanya-Brezilya ilişkilerini övdü ve eyaletinden iş insanlarını Bolsonaro’nun iktidara gelmesinin hemen ardından ülkedeki olanakları tetkik etmek üzere Brezilya’ya gönderdi.

Laschet’in “Türk sevgisinin” ardına biraz daha daraltarak bakmadan önce de bu “diktatör sevgisinin” ardını kazımak, yanıtların bazılarını burada aramak, faydalı olabilir.

Laschet, diktatörlük ile yönetilen ülkelerle ilişkiler konusunda, elbette Alman devletinin politik hattını takip ediyor. Keza Almanya’nın özellikle tekstil endüstrisinin ama ayrıca diğer endüstri kollarının neredeyse bütün büyük firmaları, ülkedeki üretim merkezlerine son yıllarda giderek artan bir eğilim ile kilit vuruyor ve artık Almancada “ucuz işçilik ülkeleri” (“Billiglohnländer”) sözcüğünün dahi kullanım bulmasına yol açan bir süreç sonunda dünyanın farklı ülkelerinde yeni fabrikalar kuruyorlar.

Bunun yanı sıra Almanya, üretim için ihtiyaç duyulan ham maddelerin temininde de uzun süredir basit ithalatı tercih etmiyor; ham madde üretimi -mesela Brezilya’da olduğu gibi- Alman firmaları tarafından “yerinde” koordine ediliyor ve hükümetlerden bunun için gerekli yasalar “sipariş ediliyor”. Bu süreçler, birçok ülkede hem milyonlarca insanın sefalet koşulları altında çalışıp yaşamasına hem de yaygınlaşan monokültürler ve vahşi bir hız/kapsam ile sürdürülen üretim nedeniyle doğa katliamlarına neden oluyor.

Diktatörlükler ise hem iktisadi hem de (buna da bağlı olarak) sosyal krizlerin, bunun yanında ise doğa felaketlerinin mekânına dönüşen bu ülkelerde halkı statükoya ikna etmenin en makul aracına dönüşüyor.

Laschet’in dostları, Bangladeş’te 1135 işçiyi katletti

Laschet’in işin bu yanı ile ilişkisini ortaya seren skandal, koronavirüs pandemisinin Almanya’ya sıçramasının hemen ardından yaşandı.

Armin Laschet, NRW Eyaleti’ndeki polisler için maske ihalesini, Alman tekstil firması Van Laack’a verdi. Firma, ihale kapsamında 1,25 milyon maske üretecekti.

Van Laack, bir Alman firması ama tabii Almanya’da neredeyse tek gömlek dahi üretmiyor. Firmanın dört üretim merkezi Tunus’ta, birer üretim merkezi ise Vietnam’ın başkenti Hanoi ile Endonezya’da bulunuyor.

Van Laack’ın Bangladeş’teki fabrikası ise 2013 yılının Nisan ayında gündeme gelmişti: Başkent Dakka’da bulunan harap haldeki fabrika 24 Nisan 2013’te yıkılmış; 1135 işçi enkaz altında ölürken 2 bin 438 işçi ise yaralanmıştı. Katliam ardından ortaya çıkanlar, işçilerin Alman tekstil endüstrisi için nasıl insanlık dışı koşullarda ve yer yer zor yoluyla çalıştırıldığını ortaya koyacaktı.

Laschet’in geçtiğimiz yıl düzenlenen ihaleyi tarihinde insanlığa karşı böyle bir suç bulunan bir firmaya vermesi, olayın “mide bulandırıcı” tek tarafı da değil.

Laschet’in oğlu Joe Laschet, Van Laack firmasının reklam yüzü olarak çalışıyor; dolayısıyla Laschet’in firma ile doğrudan bir bağlantısı olduğunu düşünmek için de bir neden bulunuyor.

Almanya’nın şirin bir sınır kasabasının tarihi bir semtindeki kilise korosundan CDU Başkanlığına uzanan o yolda, Laschet biyografilerinin anlattığı gibi yalnızca “soğukkanlı bir emek, zeka dolu bir retorik” değil, binlerce işçinin teri ve kanı da bulunuyor.

Laschet’in Şen’le hukuku

Laschet’in -ya da nam-ı diğer “Türklerin Armin’i”nin- Türk sevgisini de okumaya bu izlek üzerinden başlamak mümkün olabilir. Onun Türk sevgisine dair son hikâye, bu muhabbetin “derinliğini” de bir miktar ortaya koyuyor.

AKP/MHP iktidarının borazanlarından Sabah gazetesinin Avrupa baskısı, 27 Temmuz 2021 günü, bütün sayfayı kaplayan bir manşetle okurlarının karşısına çıkıyordu: “Türkiye’ye karşı büyük sevgim var”

Habere göre Laschet, “İnanıyorum ki, 26 Eylül’deki seçim zaferimde Almanyalı Türklerin de çok büyük katkısı olacak” demiş; kendisini desteklemek üzere bir araya gelen Türklere de teşekkürlerini iletmişti. Laschet ayrıca iktidarında Türkiye ve Almanya arasında “çok ciddi bir işbirliği anlaşması” için çabalayacağını da söylüyordu.

Laschet’e Türk diktatörünün toplumsal kabul görmediği Almanya’da oy da kaybettirebilecek kadar net olan bu çıkış, daha sonra reddedildi: NRW Eyaleti Başbakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Laschet’in böyle bir röportaj vermediği ve gazetenin röportajı “uydurduğu” iddia edildi.

Ne var ki bu yalanlama, röportajı kimin yaptığı ile birlikte düşünüldüğünde, oldukça şüpheli hâle geliyor.

Röportajın sahibi, Almanya’nın Essen kentindeki “Türkiye Araştırmaları Merkezi”nin daha önce antisemitizm iddiaları ile gündeme gelen eski direktörü Faruk Şen’di. Ankara doğumlu Şen, bu merkezin 1985’teki açılışına da öncülük etmişti.

Faruk Şen’in Armin Laschet ile dostane ilişkileri, uzun süredir gündeme geliyor. Şen’e yönelik antisemitizm suçlamalarının yükseldiği ve Şen’in makamına mal olduğu dönemde, 15 Temmuz 2008’de, Welt gazetesinde çıkan bir haber, Şen’in NRW Eyaleti Entegrasyon Bakanlığı ile birlikte yürüttüğü çalışmaların izini sürüyordu. Bu dönemde Entegrasyon Bakanı, Armin Laschet’ti.

Şen’i antisemitizm suçlamaları ardından Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin direktörlüğünden istifa etmeye ikna eden de, “saatler süren pazarlıklar ardından” Armin Laschet olmuştu. Laschet, anlaşılan dostluk da kurduğu Şen’i, basın önünde dahi savunacaktı. Laschet, kameralar karşısında, “O ne bir antisemitist ne de Yahudi soykırımını masumlaştırıyor” diyor ve Şen’in “kimsenin tartışamayacağı emeğinin” onurlandırılması gerektiğini ekliyordu.

Şen, şimdilerde, farklı isimlerden imzalar da topladığı bir açıklama ile Armin Laschet’i destekliyor. Sabah gazetesinde yayımlanan röportajı da bu desteğin bir dışavurumu olarak görmek mümkün.

Faruk Şen, kamu önünde ayrıca, “Ben Laschet’i esasen bir sosyal demokrat olarak görüyorum” diyor ve anlaşılan yüzde 35’i Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) oy veren toplam 1,2 milyon Türkiye kökenli seçmeni, Laschet’e oy vermeye bir de buradan ikna etmeye çalışıyor.

Berivan Aymaz

Aymaz tehdit edilirken

Laschet için övgü dolu sözler yayınlayan Sabah gazetesi, AKP/MHP borazanı başka “akrabaları” ile birlikte, Almanya’da yaşayan Türkiyeli muhalifleri ve Kürt devrimcilerini de mütemadiyen hedef gösteriyor. Bu kampanyaların son hedeflerinden biri de Armin Laschet ile aynı parlamentoyu paylaşan Yeşiller Partisi milletvekili Berivan Aymaz oldu.

Aymaz, Türk devletinin Almanya’daki aygıtlarından DİTİB’in eyaletteki din dersleri konusundaki muhataplardan biri olmasına itiraz etmesi ve iki ülke arasındaki mülteci anlaşmasını eleştirmesi ardından Türk gazeteleri tarafından “Türkiye düşmanı” ve “PKK sempatizanı” olarak hedef gösterilmişti. Laschet ise bu provokasyona sessiz kalacak, başbakanlık yaptığı meclisin bir milletvekilini Türk dostlarına karşı yalnız bırakacaktı. Üstelik hedef göstermeye neden olan politik gündemin en önemli yaratıcılarından biri olmasına rağmen.

DİTİB’e yeniden söz hakkı

Bu kez mesele, Türk devleti ve hükümeti ile bağlantıları ve hatta “ajan imamlar” ile gündeme gelen ve bu nedenle 2017 yılından itibaren Almanya’daki din dersleriyle ilgili söz hakkı elinden alınan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) Laschet yönetimindeki NRW Eyalet Hükümeti tarafından yeniden söz sahibi yapılmasıydı.

NRW Eyalet Hükümeti, DİTİB’in sürece yeniden dahil edilmesini “Tüzüklerinde gerekli değişiklikleri yaptılar” gerekçesiyle açıklasa da, WDR’nin araştırması, “tüzüğün hiçbir biçimde Türk devleti ile yakınlaşmayı engelleyecek biçimde değiştirilmediğini” ortaya koyuyordu.

DİTİB, “Erdoğan’ın Almanya’ya uzanan eli” olduğu yönündeki artık resmileşmiş tespitlere rağmen, Laschet’in “sevgisi” sayesinde yeniden “ortak” hâline gelmişti. Keza Laschet, DİTİB’in pek çok camisinin açılışına da katılmıştı.

Aynı dönemde Almanya, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik soruşturmaları ve baskıları da arttırıyor ve bu baskıyı artık, mesela Defend Kurdistan İnisiyatifi Delegasyonu’nun Güney Kürdistan ziyaretinin engellenmesi sırasında yaptığı gibi, gayet açık cümlelerle savunuyordu: Alman devleti, müttefik Türkiye ile ilişkilerinin hiçbir biçimde bozulmasını istemiyordu.

Türkiye yoksullaşıyor, Alman devleri el ovuşturuyor

Buna mukabil Türk devleti de, işçiliğin de son yıllarda hem döviz krizi hem de mülteci akını dolayısıyla iyice ucuzladığı ülkenin kapısını Alman firmalarına sonuna kadar açıyordu. Mülteci anlaşması mütemadiyen yenileniyor; Türkiye, Alman silah endüstrisinin en iyi müşterisi olmayı sürdürüyor; Alman turistlerin en sevdikleri destinasyonlar arasında Türkiye sahillerinin popülerliği giderek artıyor; Almanya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi hedefi, 50 milyar Dolar’a ulaşıyordu.

Türkiye’deki tekstil endüstrisi de, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Hadi Karasu’nun muştuladığı üzere, özellikle döviz kurunun yükselişi ve koronavirüs salgını ardından küçük çaplı bir patlama dönemi yaşıyor. Türkiye işçi sınıfının yüzde 10’u tekstil sektöründe çalışıyor ve C&A ile Hugo Boss gibi devlerin de dahil olduğu Alman tekstil firmaları için Türkiye, her geçen gün daha önemli bir üretim merkezine dönüşüyor. Türkiye’de üretim, tedarik zinciri ve pazarlama açısından da Alman firmalarının daha çok işine geliyor. Bu bilgiler, tekstil endüstrisi ile ilişkileri son “maske skandalında” da gündeme gelen Armin Laschet’in Türkiye sevgisinin ardında bu ilişkilerin olması ihtimalini de gündeme getiriyor.

Bu bilgiler, Armin Laschet’in “Türkiye sevgisinin”, Türk devleti ile Alman sanayisi arasındaki milyonlarca insanın yoksullaşmasına ve (ithal silahlarla) yaşamını yitirmesine mal olan çıkar ilişkilerine dayandığını ortaya koyuyor.

Armin Laschet’in oğlu Joe Laschet, babasının maske ihalesi verdiği ve 2013’te 1135 işçinin öldüğü
Bangladeş’teki fabrikanın sahibi Alman tekstil firması Van Laack’ın Instagram’daki reklam yüzü.

Aymaz: Türkiye’de tutuklananların çoğu NRW’den

Yeşiller Partisi’nin Laschet’in başbakanlık yaptığı NRW Eyalet Parlamentosu’ndaki milletvekili Berivan Aymaz, “Türkiye-Almanya Kültür Forum Derneği”nin düzenlediği bir etkinlikte şunları söyledi: “(Türkiye’ye gidip tutuklanma vakalarının) Çoğu da Kuzey Ren Vestfalyalıların başına geliyor. Bu da tesadüf değil tabii… Şu anda bu eyaletin başbakanı olan Armin Laschet’in Türkiye ile çok iyi ilişkileri olduğunu biliyoruz. Parti lideri olarak seçildiğinde bizzat Erdoğan arayıp tebrik etmişti, o kadar önemsiyorlar.”

“Eyalet başbakanı Armin Laschet, Kuzey Ren Vestfalyalıların Türkiye’de tutuklanmalarıyla ilgili kaç açıklama yaptı?” sorusunu yönelten Aymaz, devam etti: “Türkiyeli temsilcilerle yaptığı görüşmelerde bu durumu dile getiriyor mu? Bu insanlara geçmiş olsun dileğinde bulundu mu? Yanlarında yer aldı mı, almadı mı? Benim bildiğim kadarıyla bu soruların hepsine hayır cevabını verebiliriz. Durum böyleyse eğer Türkiyeli insanların bunu öğrenmesi gerekiyor.”

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.