İtalya'da "Sağ"ın sahte istikrarı

Dosya Haberleri —

Laura Boldrini /foto:AFP

Laura Boldrini /foto:AFP

Eski UNHCR Güney Avrupa Sözcüsü, 2013-2018 sürecinde İtalya  Parlamento Başkanı, PD milletvekili Laura Boldrini ile İtalya’daki aşırı sağın yükselişinin nedenlerini konuştuk

  • İstikrar değerlidir ama yalnızca insanların yaşamına olumlu bir katkı sağlıyorsa. Aksi hâlde, istikrar durağanlığa, yani hareketsizliğe dönüşür. Şu anda İtalya’da durum tam da bu. Ücretler Avrupa’nın en düşükleri arasında ve artmıyor; sanayi üretimi durma noktasında, en düşük emekli maaşlarına yapılan artış sadece 1,5 Euro. İstikrar, kendi başına demokrasinin garantisi değildir.
  • Faşist diktatörlüğün sona ermesinden bu yana ülkemiz hep iki meclisin yürütmeyi denetlediği ve yasama görevi üstlendiği bir parlamenter cumhuriyet olageldi. Meloni’nin amacı, bu denetimi mümkün olduğunca sınırlamak ve doğrudan seçim yoluyla gücü başbakanın elinde merkezileştirmek. Bu da parlamentonun bağımsızlığını ortadan kaldıracak.
  • Bu süreç, muhalefetin ne kadar inandırıcı bir alternatif sunabildiğine bağlı olacak. Bu da, muhalefetin bir arada hareket etmesi, ortak değerleri ön planda tutması ve bölünme tuzağına düşmemesi demek. Biz zaten bu proje üzerinde çalışıyoruz. Yedi bölgede ortak programlarla seçimlere gittik. Bu dönem, büyük bir sorumluluk duygusu gerektiriyor.

DEVRİŞ ÇİMEN

Avrupa’da “aşırı sağ” partiler güçleniyor ve siyaseti etkisine alıp yönlendiriyor. Avrupa Birliği’ne giden yolda, sosyal demokrat ve demokratik programlara dayanan partiler, sağladıkları birleştirici rolün gerisine düştüler. Dünya genelinde yaşanan savaşlar, militarizm, kapitalist yayılmacılık ve yol açtığı yıkım, ekonomik zorlukların yanısıra göç ve mülteciliği de tetikliyor. “Avrupai refah” tehdit altında diyerek, sağ partiler, ülkelerine gelişleri “tehdit” olarak değerlendirip korkuya dönüştürdüğü, demokrat partilerin ise göç yollarındaki ölümlerini “göçmen trajedisi” dediği mülteciler, Avrupa’da siyaset ve hükümetlerin şekillenmesinde önemli rol oynuyor. Aşırı sağ diye tabir edilen, neofaşist partiler milliyetçi politikalar ile toplumun korkunu esirine dönüştürüp oy deposuna dönüştürüyor.

Aşırı sağın yükselip, hükümet olması, hem İtalya’da hem de Avrupa ülkelerinde şaşırtıcı değil. Avrupa’nın dördüncü büyük ekonomisine sahip, üçüncü büyük nüfusa sahip ülkede Faşist Mussolini’nin fikirlerini savunmakta sakınca görmeyen başbakanı Giorgia Meloni’dir. İtalya'nın Kardeşleri Partisi'nin (FdI) lideri, yaklaşık 60 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en kalabalık 3. ülkesinde, 2018’de yüzde 4 olan oylarını 2022 seçimlerinde yüzde 26’e yükselterek başbakan oldu.

Aşırı sağ popülist partilerin yükselişinde on yıllardır süregelen siyasi, finansal ve ekonomik istikrarsızların etkisi yadsınamaz. 2000’lerde İtalyan siyaseti, istikrarsız merkez sağ ve merkez sol hükümetleri arasında gidip geldi. Bu istikrarsızlık 2009’da komedyen Beppe Grillo’nun kurduğu Beş Yıldız Hareketi adındaki popülist oluşuma yüzde 32 oy sağladı. Sol ve demokrat partilerin varlık ve birlik gösterememesi Meloni’yi iktidara taşıyan zemine dönüştü. İtalya’daki aşırı sağın yükselişinin nedenlerini, son üç yıldaki siyasetlerini, sol ve demokrat partilerin yetersizliklerini ve siyasette mültecilerin araçsallaştırılmasını, Eski BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Güney Avrupa Sözcüsü, 2013-2018 sürecinde İtalya  Parlamento Başkanı, Demokrat Parti (PD) milletvekili ve Parlamento’da İnsan Hakları Komitesi Başkanı olan Laura Boldrini ile konuştuk.

 

Laura Boldrini kimdir?

Hukuk Fakültesi’nden mezunu olup gazetecilik yaptı. 1989’dan itibaren 25 yıl boyunca Birleşmiş Milletler’de (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Gıda Programı (WFP) ve ardından Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Güney Avrupa sözcüsü olarak çalıştı. 2013’te, UNHCR için 14 yıl sözcülük yapan Boldrini, mülteciler konusunda yazdığı bir makale ile dönemin “Sol, Ekoloji, Özgürlük” (SEL) adlı partiden siyasete girme teklifi aldı. 2013’de seçimleri kazınıp koalisyon oluşturan Sosyal Demokratlar’ın müttefiki olan küçük sol parti SEL’in ortak adayı olarak Boldrini, 400 vekilden oluşan Parlamento’da başkan seçildi.

Boldrini kendi döneminde, özellikle mültecilere verdiği destek ve ülkesinde kadın, erkek eşitliğini gündemleştirmesinden dolayı defalarca tecavüz ve ölüm tehditlerine ve cinsiyetçi kampanyalara maruz kaldı. Kendisini nefret objesine dönüştürmeye çalışan bu milliyetçi lümpen kesime karşı dik duran Boldrini, demokrat, dayanışmacı ve ilerici politikalarından geri adım atmadı. Bu tür saldırıların artmasına karşılık tacizcilerinin isimlerini sanal medyadan paylaştı. Çeşitli kentlerde duvarlara “Boldrini’ye ölüm” sloganları yazılmaya başlayınca bir dönem polisin koruması eşliğinde dolaştı. “La comunità possibile. Una nuova rotta per il futuro dell'Europa” (Olası Topluluk: Avrupa'nın Geleceği İçin Yeni Bir Rota) başlıklı kitabın yanı sıra birçok eseri İtalyanca yayımlandı.

foto:AFP

 

Giorgia Meloni üç yıldır İtalya’nın başbakanı ve konumunu oldukça sağlamlaştırmış durumda. Ana akım medyada genellikle “istikrarın garantörü” olarak sunuluyor. Ancak, faşizmle ilişkilendirilen siyasi geçmişi düşünüldüğünde bu çelişkili değil mi?

İstikrar değerlidir ama yalnızca insanların yaşamına olumlu bir katkı sağlıyorsa. Aksi hâlde, istikrar durağanlığa, yani hareketsizliğe dönüşür. Şu anda İtalya’da durum tam da bu. Ücretler Avrupa’nın en düşükleri arasında ve artmıyor; sanayi üretimi durma noktasında, en düşük emekli maaşlarına yapılan artış sadece 1,5 Euro. Bu anlamda, “istikrar"ın bir katma değeri olduğunu söyleyemem. Üstelik dış politikada alınan kararlar ülkeyi utandırıyorsa, o istikrarın bir anlamı da kalmaz. Meloni’nin, Netanyahu’yu kızdırmamak için Gazze’deki soykırım karşısında sessiz kalması bunun örneği. Bu tutum, aslında bir suça ortak olma anlamına geliyor. Aynı şekilde, istikrar, salt ideolojik yakınlık nedeniyle başka bir ülkenin politikalarına tabi olmak demekse, o da bir değer değildir. Burada özellikle Donald Trump’tan söz ediyorum. Meloni’nin birçok konuda aldığı kararlar; ABD’den çok daha pahalıya sıvı gaz satın almak, savunma harcamalarını GSYH’nin yüzde 5’ine çıkarmak, Beyaz Saray’ın uyguladığı gümrük vergilerine karşı ses çıkarmamak, hepsi de İtalya’nın ve İtalyan halkının çıkarlarına aykırı. 

Meloni’nin partisi Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri), nasıl oldu da bugün iktidara gelecek kadar güçlendi? Demokrat, sol ve ilerici muhalefet nerede hata yaptı?

 Meloni’nin partisi, yıllar boyunca yüksek perdeden, saldırgan ve popülist bir muhalefet yürüttü ve bunun meyvelerini topladı. Pandemi döneminde, aşı karşıtlarını ve hükümetin aldığı koruyucu önlemlere direnenleri açıkça destekleyerek kendini “karşı ses” olarak konumladı. Ardından Cumhurbaşkanı’nın talebiyle Mario Draghi çoğu partiyi içine alan bir “ulusal birlik hükümeti” kurunca, Meloni’nin partisi dışarıda kalmayı fırsata çevirdi. İşsizlik yükselirken ve kamusal hizmetler kötüleşirken halktaki hoşnutsuzluğu ustalıkla kullandılar.

Demokrat Parti açısından bakarsak, geçmişte yapılan hatalar da bu zemini hazırladı. Özellikle küreselleşmenin yönetimi yanlış yapıldı ve bu düzeltilmedi. Bunun sonucunda eşitsizlik, iş güvencesizliği ve orta sınıfın yoksullaşması ortaya çıktı. İnsanların tepkisi de sağ tarafından manipüle edildi. Sağ partiler, somut çözümler üretmek yerine her zaman kolay hedefler buldu: göçmenler, azınlıklar, LGBTQIA+ topluluğu ve kendi politikalarına karşı çıkanlar. Bilim insanlarına, virologlara, hatta halkın haklarını savunan solcu kadın siyasetçilere karşı sert linç kampanyaları yürüttüler. Ben de bizzat, sağın nefret siyasetine en açık hedef olmuş isimlerden biriyim.

Avrupa ana akım medyasında faşist ideoloji çoğu zaman “sağ popülizm” olarak basitleştiriliyor ve normalleştiriliyor. Bu basitleştirmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Toplumda bir aydınlanma eksikliği mi var, yoksa bu olgu bilerek mi teşvik ediliyor?

İtalya’da Giorgia Meloni’nin hükümeti, yurt dışında aşırı sağ olarak değerlendirilmesine rağmen, ana akım medyada “merkez sağ” olarak tanımlanıyor. Bu hükümetin radikal sağ bir parti tarafından yönetilmesine rağmen, aşırı sağ niteliğini küçümseme ve normalleştirme eğilimi var. Bu tehlikeli bir olgu, çünkü alınan önlemlere hak ettikleri ağırlığın verilmemesi riskini taşıyor. Oysa bazı önlemler açık alarm sinyalleri: Örneğin, İtalyan kamu yayıncısı RAİ’nin geniş çaplı siyasi denetimle adeta işgal edilmesi, başbakanın basın toplantılarından hoşlanmaması, yargıya yönelik sistematik saldırılar, savcılarla hâkimlerin kariyerlerini ayırmayı öngören anayasal reform (ki bu gerçek bir sorun olmaktan çok, yargıyı zayıflatmayı hedefleyen bir saldırıyı gizliyor). Ayrıca sözde “güvenlik kararnamesi”, muhalefetin kriminalize edilmesi, protestoculara -hatta pasif direniş gösterenlere, örneğin yol kapatanlara- orantısız cezalar getirilmesi de bu tabloya dahil.

Üstelik bu yasadaki 31. madde, başbakana, istihbarat üyelerini “yıkıcı örgütler” kurmak ve yönetmekle yetkilendirme ve onlara cezai dokunulmazlık sağlama hakkı tanıyor. Muhalefeti itibarsızlaştırma çabaları da cabası, öyle ki, onu Hamas’tan daha köktendinci olarak nitelendirmeye kadar gidiliyor.

Tüm bunların ortasında, artık hükümetin kararlarını onaylayan ve muhalefetin tüm değişiklik önerilerini prensip gereği reddeden bir Parlamento var; yasa tasarılarının tartışılıp geliştirildiği bir denetim ve sentez yeri olmaktan çıkmış durumda. Parlamento’nun bu kadar zayıflatılmasıyla da yetinmeyip şimdi bir de “başbakanlık sistemi” (premierato) adı altında Anayasa’yı değiştirmek istiyorlar.

Bu reform, İtalya’nın kurumsal kimliğini değiştirecek nitelikte. Faşist diktatörlüğün sona ermesinden bu yana ülkemiz hep iki meclisin yürütmeyi denetlediği ve yasama görevi üstlendiği bir parlamenter cumhuriyet olageldi. Meloni’nin amacı, bu denetimi mümkün olduğunca sınırlamak ve doğrudan seçim yoluyla gücü başbakanın elinde merkezileştirmek. Bu da parlamentonun bağımsızlığını ortadan kaldıracak (çünkü hükümete güvensizlik oyu verilmesi durumunda feshedilecek) ve Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın teminatı olma rolünü içini boşaltacaktır.

 

 

Parlamentoya girmeden önce Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) sözcülüğü yaptınız ve bu konuda derin bilgiye sahipsiniz. Göçmenler, sağın toplumda korku yaratmak için kullandığı “Avrupa’ya musallat olmuş bela” mı gerçekten? Oysa savaş ve çatışmalar göçü doğuruyor, Avrupa ülkeleri ise bundan kâr ediyor. Bu, gerçeğin çarpıtılması değil mi?

Bütün sağ partilerin her yerde, aynı düşmanları vardır: ABD’de, İtalya’da, Macaristan’da, Arjantin’de… Göçmenler, yargıçlar, basın, azınlıklar ve LGBTQIA+ bireyler. Göçmenler özellikle korku yaratmak için kullanılır; hepsi hırsız, tecavüzcü, bizim olanı almaya gelen insanlar olarak resmedilir. Bu, elbette gerçeğin çarpıtılmasıdır ve göçmenler açısından son derece aşağılayıcı bir manipülasyondur. Üstelik, onların katkısı olmadan ülkemizdeki birçok üretim sektörü -inşaat, turizm, tarım ve bakım hizmetleri başta olmak üzere- ciddi krize girerdi. Sağ, bu gerçeği inkâr ediyor ve göç hareketlerine katılanların sağladığı her türlü olumlu katkıyı reddediyor; böylece toplumsal gerilim yaratıyor ve entegrasyonu her yoldan engelliyor. İtalya’daki sağcı hükümet, iyi işleyen projeleri ortadan kaldırdı, entegrasyon kaynaklarını azalttı ve kabul merkezlerindeki hizmetleri kesti. Tüm bunlar, daha adil bir toplum inşa etme olasılığının aleyhine.

Bu kısır bir döngü: Ne kadar az yatırım yapılırsa, göçmenler o kadar dışlanır, dışlanma da o kadar “güvenlik sorunu”na dönüşür.

Ama işin ironik yanı şu: Sağ, hükümette olduğu zaman bile güvenlik eksikliğinden şikayet ediyor. Yani, bizzat kendilerinin sağlaması gereken bir şeyi yapmadıklarını kabul etmiş oluyorlar.

Bu tehlikeli, düşmanca ve faşist nitelikli “sağ popülizm” siyaseti etkilemeye ve yönlendirmeye devam edecek mi? Demokrat muhalefet parçalanmış mı kalacak, yoksa İtalya için ortak bir politika oluşturma çabaları var mı?

Bu süreç, muhalefetin ne kadar inandırıcı bir alternatif sunabildiğine bağlı olacak. Bu da, muhalefetin bir arada hareket etmesi, ortak değerleri ön planda tutması ve bölünme tuzağına düşmemesi demek. Biz zaten bu proje üzerinde çalışıyoruz. Yedi bölgede, uzun yıllardır olmayan bir şekilde, ortak programlarla ve birleşik bir şekilde seçimlere gittik. Bu çabayı artık ulusal düzeyde de sürdürmemiz gerekiyor. Tüm muhalefet partilerinin, birkaç puan kazanma umuduyla solo performans sergilemek yerine, ülkeye gerçek bir alternatif sunma fırsatını önceliklendirmesini umuyorum. Bu dönem, büyük bir sorumluluk duygusu gerektiriyor.

 

* * *

 

Giorgia Meloni / foto:AFP

 

Akıl hocası Almirante

Meloni’nin siyasi kökleri doğrudan faşizme dayanıyor. Onun akıl hocası Giorgio Almirante, faşist rejimin bir üyesiydi; Salò Cumhuriyeti’nde yer aldı ve La difesa della razza (“Irkın Savunusu”) adlı ırkçı derginin başyazarlığını yaptı. Meloni, bu geçmiş nedeniyle, ülkeyi o rejimden kurtaran Direniş hareketinin ürünü olan Anayasa’ya sadakat yemini etmiş olmasına rağmen, hiçbir zaman “anti-faşistim” diyemedi. Ama bu, “istikrar” imajıyla çelişmiyor. Çünkü otoriter rejimler zaten doğaları gereği istikrarlıdır. İstikrar, kendi başına demokrasinin garantisi değildir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.