Esaretten özgürlüğe: HÊZA
Kadın Haberleri —
- Benimle birlikte hep iki Hêza yol aldı. Birincisi; DAİŞ’in eline esir düşmüş ve kendisini büyük bir çaresizlik içinde hisseden küçük bir kız çocuğu. İkincisi ise DAİŞ ve türevlerini yenmeye yeminli güçlü bir kadın savaşçı. Yer yer yaşadıklarını anlatırken nefessiz kaldı. Bazen de cesareti kuşanarak tüm korku eşiklerini yendi.
MAHİR FIRAT FİDAN
Şengal’de 2014 yılında 21. yüzyılın en büyük barbarlık örneklerinden biri yaşandı. Binlerce Êzîdî katledildi, binlercesi köle pazarlarında satıldı, yüzbinlercesi göç yollarına döküldü. DAİŞ elinde hala akibeti bilinemeyen binlerce kişi bulunurken, tüm bu barbarlığa karşı büyük bir direnişe de imza atıldı. Hêza’nın hikayesi de hem yaşanan bu trajediye hem de direnişe tüm çıplaklığıyla ayna tutuyor.
Hêza, DAİŞ’in Şengal’e saldırısında esir düştükten sonra ellerinden kaçıp bir savaşçı olarak çetelere karşı savaşan Êzîdî bir genç kadın. Yaşamı ve mücadelesi yönetmen Derya Deniz tarafından “Hêza” belgesiyle tüm dünyaya çarpıcı bir dille anlatıldı. Şengal köyleri Xanêsor, Dîgorê ile Reqa’da bir buçuk yıl süren çekimler sonucu hazırlanan belgesel, birçok uluslararası festivalden de ödülle döndü. Belgesel 7. uluslararası ödülünü 1-7 Ağustos tarihlerinde yapılan Portekiz Film Festivali’nden aldı.
Kadınların hikayelerinin peşine düştü
DAİŞ’e karşı kadınların amansız mücadelesini Hêza’nın hikayesi üzerinden tüm çarpıcılığıyla anlatan Derya Deniz ile belgeseli ve Hêza’nın hikayesini konuştuk. İlk olarak 73. fermanın yaşandığı 2014 yılına giderek, Êzîdî soykırımının kendinde bıraktığı izleri paylaşıyor Derya: ”3 Ağustos 2014 yılında DAİŞ çeteleri Şengal’e yönelik soykırım gerçekleştirirken, ben de Başûrê Kurdistan’da gazetecilik yapıyordum. Birçok gazeteci arkadaşım Şengal’de sıcak haber takibindeyken, ben de Başûrê Kurdistan’a yansıyanları kayıt altına alıyordum. Şengal soykırımı tüm Kürtlerin ortak yarasıdır. Beni de elbette çok derinden sarstı ve etkiledi. Hala sarılamayan o yaralar, kaçırılmış kadınların hikayeleri ve yaşanan trajediler daha fazla duyulmayı, görülmeyi ve peşine düşülmeyi hak ediyordu. Benim de gözüm, kulağım hep Şengal’deydi. En çok da kaçıralan kadınların ve çocukların akıbetini merak ediyordum. Şengal’e dönük gelişmeleri hep takip ettim, DAİŞ elinden QSD tarafından kurtarılan Êzîdî kadınların hikayelerini haber sitelerinden okuyordum. Kurtarılan her bir kadının ismi farklıydı, ama o kadar çok ortak yaşanmışlıklar vardı ki... “