Hikayesi coğrafyasıyla çelişen film: Kuru Otlar Üstüne

Forum Haberleri —

‘Kuru otlar üstüne’ filmi

‘Kuru otlar üstüne’ filmi

  • Yönetmen kamerasını on yıllardır savaşın sürdüğü coğrafyaya çevirmişken, hiç olmasa toplumdaki değişimlerden birkaç kare ekrana yansıtabilirdi. Böyle bir durumda film daha gerçekçi ve anlamlı olurdu. Belki o zaman Samet öğretmen de ‘medeniyeti’ getirmekten bahsetmeyecekti.

MEHMET AKAR

Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi ‘Kuru otlar üstüne’ Fransa’da vizyona girdi. Yaz mevsimi ve tatil zamanı olmasına rağmen seyircinin ilgi göstereceği tahmin ediliyor.

Nuri Bilge Ceylan yıllardır Cannes film festivalinden ödülle döndüğü için, Fransızların da çok yakında tanıdığı bir sinemacıdır. Fransa’da, Yılmaz Güney’den sonra bir durgunluk dönemi geçiren Türkiye sineması, Nuri Bilge Ceylan’ın filmleriyle yeniden dikkat çektiği söylenilebilir.

Durum bu olunca, haliyle Ceylan’ın filmlerine olan beklenti de büyüktür. Filmlerinde çoğu zaman seyircinin ruhuna hitap etmeyi hedeflediği için, insan her diyaloğundan, hatta her kelimesinden yorum çıkartmak için uğraşır. Film başlarken sanki o ‘gri zamanların’ kar ve tipisinde insana ışığı gösterme sözünü verir ve saatlerce kameranın peşinden dolaştırır. Sonunda ışığı gösterir mi göstermez mi bu biraz da seyircinin olaylara bakış açısı ve yorumuna kalır.

Nuri Bilge Ceylan daha önceki bir filminde Rus yazar Dostoyevski’den esinlendiğini söylemişti. Son filminde Samet öğretmen ile daha reşit olmayan öğrencisi Sevim arasında platonik anlamda da olsa bir aşk söz konusu. Bu durum insana ister istemez yine başka bir Rus yazarı olan Vladimir Nabokov’un Lolita’sını çağrıştırıyor.

Nuri Bilge Ceylan uzun süredir film çekiyor ve ‘Kuru otlar üstüne’ filmiyle ilk defa tam anlamıyla kamerasını bir Kürt şehrine çeviriyor. Film Karayazı’nın bir köyüne öğretmen olarak atanan Samet’le başlıyor. Tam da yönetmenin sevdiği kar ve tipinin aylarca hükmettiği bir diyar. İlk başlarda kameraya yansıyanlar Erden Kıral’ın Ferit Edgü’nün romanından uyarlayarak yıllar önce çektiği ‘Hakkaride Bir Mevsim’ filmini hatırlatsa da Ceylan’ın artık kendisiyle özdeşleşmiş kareleri hemen Kıral’ın filmini unutturuyor ve seyirciyi Samet öğretmenin minibüsten inerken karda bıraktığı ayak izlerinin peşine düşürüyor.

Filmin akışı içerisinde Kurdistan’da yıllardır süren savaşın izleri de göze çarpıyor. Yer yer özel timlerin silahlı fotoğrafları ekrana yansıyor, panzerlerin geçişi, hatta bir panzerden Samet öğretmene anonsla ‘hoş geldin’ denilmesi dikkat çekiyor. Film, komutanın öğretmeni karakola çağırması ve kiminle gezip gezmeyeceği konusunda uyarması ve benzeri gibi durumlarla devam ediyor. Bunlar yaşanırken, Hakkâri’de Bir Mevsim filminin tersine köy halkı -bakkal ve sarhoş bir gencin dışında-yoktur. Sadece zaman zaman bir grup çocuğun ve yine bir-iki çobanın fotoğrafları ekrana yansıyor.

Ayrıca sınıfta gösterilen öğrenciler de kar altında Eskimo çadırlarını andıran köydeki evlerden çıkıp gelen çocuklara pek benzemiyorlar. Bir-iki öğrencinin dışında, herkes, o köy halkının belki de sadece televizyonlarda duyduğu oldukça düzgün bir Türkçe konuşuyor.   

Film, solcu, liberal ve Alevi üç öğretmen arasındaki felsefi tartışmalarla devam ederken, okuldaki bir şikayet olayından sonra Samet öğretmen ile o bölgede doğup büyüyen muhtemelen Kürt-Alevi olan Kenan öğretmen arasında bir tartışma geçiyor. Tartışma kısa sürede Kürtlerin örf ve adetlerine kayıyor. Türkiye’nin batısından gelen ve kendini ‘liberal’ olarak tanımlayan Samet öğretmen çok kızıyor ve ‘biz buraya köhneleşmiş gelenekleri yıkıp medeniyeti getireceğiz’ bağlamında sözler söylüyor. Böyle bir diyalogla yönetmenin kafasında ne geçtiği ve neyi amaçladığı bilinmiyor. Ama bu filmi izleyecek Kürtlerin kafasında muhtemelen yüz yıllık inkâr ve asimilasyon geçecektir.

Film boyunca öğretmenler kendi aralarında sürekli siyasi konularda tartışıyorlar ve bu tartışmalar oldukça verimli ve öğretici. Fakat o bölgedeki insanlarla ilgili tek tartışma geceleri köy bakkalında Samet öğretmen, bakkal ve bir genç alkol alıp sarhoş olurken geçiyor. Diyaloglarda anlıyoruz ki gencin babası bir akşam askerler tarafından evden alınıp götürülmüş ve bir daha da geri dönmemiştir. Bu durum Kurdistan’ın birçok yerinde neredeyse olağan bir durumdur ve binlerce babanın başına gelmiştir. Fakat orada ilginç olan şu, baba askerler tarafından kapıdan çıkartılırken, bir an için durup ceplerini arıyor ve bir milli piyango biletini çıkarıp karısına veriyor ve sonrasında ise bu bilet boş çıkıyor. Tabii ki burada yine yönetmenin ne düşündüğünü bilmiyoruz. Ama her diyaloğunda felsefi derinlik olan bu filmde, bir Kürt olarak insanın aklına hemen şu belirleme takılıyor; “Kürt davası da milli piyango gibi bir hayaldir ve sonunda da boş çıkıyor.” Ayrıca babası askerler tarafından götürülüp kaybettirilen genç hep ayyaş ayyaş dolaşıyor ve muhtemelen işbirlikçi olan bakkaldan hakaretler ve küfürler işitiyor. Kurdistan’da böyle bir manzaraya rastlanır mı bilmiyorum. Ama Kürtler için mücadele ederken gözaltında kaybettirilen birinin oğluna böyle bir rol biçmek başta her hafta polis copuna maruz kalan Cumartesi Anneleri’ni incitecektir.

Filmin sonunda, Karayazı bölgesinde sadece iki mevsimin yaşandığını, bu mevsimlerin de Kış ve Sonbahar olduğunu çeşitli karelerle gösteriliyor ve seslendiriliyor. Kanımca yönetmen burada asıl mevsimi kaçırıyor. Karayazı’da en önemli mevsim ilkbahardır. Dünyada nadir yetişen ters laleler, filmin geçtiği köyün sırtlarını her bahar süslüyor. Kadın erkek herkes bir bayram havasında kırlarda geziyorlar. Doğada başlayan ilkbahar yöre halkının yüreklerini ısıtıyor ve umutlandırıyor. Karayazı’da her bahar bir umuttur.

Karayazı halkı Türkiye’nin batısından gelen liberal bir öğretmenin getireceği medeniyete ihtiyacı var mı bilmiyorum. Bu medeniyet tam bir asırdır hep getirilmeye çalışılıyor, ama bir türlü Kürt illerine ulaşamıyor. Medeniyetten kastedilen tam olarak nedir? Acaba asimilasyon mudur?  

Elbette kimse Nuri Bilge Ceylan’dan Fransız filozof Jean-Paul Sartre’ın Cezayir savaşında aldığı tavrı almasını beklemiyor. Ama yönetmen kamerasını on yıllardır savaşın sürdüğü coğrafyaya çevirmişken, hiç olmasa toplumdaki değişimlerden birkaç kare ekrana yansıtabilirdi. Böyle bir durumda film daha gerçekçi ve anlamlı olurdu. Belki o zaman Samet öğretmen de ‘medeniyeti’ getirmekten bahsetmeyecekti.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.