İşlenen savaş suçudur, gelin görün!
Dosya Haberleri —
- Türk devleti, 4-9 Ekim arası Şehba’dan Dêrik’e kadar Rojava’da 580’den fazla noktayı bombaladı. Altyapı ‘meşru hedef’ olarak görüldü; 17 gaz ve petrol tesisi/sahası, 11 elektrik santrali, 18 su istasyonu, 2 hastane ve 48 eğitim kurumu hizmet hızı kaldı. Soykırım saldırılarında 44 kişi şehit düştü, 55 kişi de yaralandı.
- Özerk Yönetim, saldırıların raporunu insan hakları örgütleri, BM ve Avrupa’daki merkezlerine gönderdi. Talat Yunis, bölgeye gelip işlenen suçları yerinde inceleyecek ve Türk devletinin yargılanmasının önünü açacak bağımsız bir komitenin kurulması için birçok tarafla diplomatik temasların sürdüğü belirtti.
FELEKXAN SERHAT
Savaş ve çatışmalarda altyapının doğrudan hedef alınması ‘savaş suçu’ kapsamında. Peki devletlerin işlediği bu suçları hangi yasalar ve mahkemeler denetliyor? Dünyanın büyük bir kısmında kabul gören silahlı çatışma kuralları, Birleşmiş Milletler’e (BM) üye tüm devletleri tarafından onaylanan 1949 Cenevre Sözleşmesi'yle ortaya çıktı.
'Silahlı Çatışma Hukuku' veya 'Uluslararası İnsani Hukuku' diye adlandırılan bu hukuk sistemi, sivillere, askerlere ve savaş esirlerine yönelik muameleyi düzenleyen bir dizi anlaşmadan oluşuyor. Yani bu, Türkiye gibi taraf olduğu hiçbir anlaşmaya uymayan, açıkça katliam yapan devletlerin saldırılarını da kapsıyor. Ancak halkların değil devletlerin çıkarları her zaman üstün görüldüğü için ne Türkiye ne de başka bir devlet işlediği suçlardan dolayı yargılanıyor.
Türkiye’nin dünyanın gözü önünde Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik gerçekleştirdiği son saldırılarında işlediği savaş suçlarına yakından bakalım.
Takvim yaprakları 1 Ekim’i gösterdiğinde HPG’ye bağlı Ölümsüzler Taburu, Ankara’da Türk İçişleri Bakanlığı’na yönelik fedai eylem gerçekleştirdi. Kale gibi korunan ve devletin kalbi sayılacak bir noktada eylem düzenlenmesi adeta Türk devletinde şok etkisi yarattı. Ardından kameralar önüne çıkan MİT kökenli Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, eylemi gerçekleştiren gerillaların Suriye’den geldiğini iddia ederek, “Irak ve Suriye’de PKK/YPG'ye ait bütün tesisler, güvenlik güçlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin, istihbarat unsurlarımızın topyekün meşru hedefidir” dedi. Yani açıkça savaş suçu işleyeceklerini ilan etti.
Bu talimat üzerine 4 Ekim gecesi, Amed’den kalkan savaş uçakları ve SİHA’lar Kuzey-Doğu Suriye’yi bombalamaya başladı. Saldırılar 9 Ekim’e kadar aralıksız devam etti. Şam hükümetinin ambargosu altında olan Şehba Kantonu’ndan Dêrik, Qamişlo, Kobanê, Eyn Îsa ve Hesekê’ye kadar tüm bölgeler yoğun bir şekilde bombalandı. Özetle, tüm kural ve sözleşmeleri hiçe sayarak ‘meşru hedef’ olarak göstermesinin gerekliliğini yerine getirerek tam 580’den fazla noktayı hedef aldı.
Sürekli saldırı: 2012’den bu yana durmadı!
Yaklaşık bir hafta süren saldırıların bilançosunu incelediğimde, Cizre Bölgesi Demokratik Özerk Yönetim Yürütme Meclisi Eş Başkanı Talat Yunis, “2012’den yani devrimin başından bugüne kadar sürekli saldırı altındayız, Türk devleti hiç durmadı ki!” dedi.
Kurdistan’da soykırım gerçekliği
“Peki saldırılara karşı nasıl önlemler alıyorsunuz?” diye sorduğumda ise aslında Kurdistan’da tam da soykırım savaşı yürütüldüğünü hatırlatarak yanıt verdi:
“Hem halk hem de yönetim olarak gündelik yaşamda savaş veya acil durumların yanı sıra Özerk Yönetim’e uygulanan ambargo politikalarını göz önünde bulundurarak hareket ediyoruz. Yıllarca teröre karşı mücadele ettik. Bu kapsamda hala savaş koşullarına göre çalışmalarımızı yürütüyoruz. Terörü yendikten sonra bu defa Türk devleti bölgemize saldırdı. Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’nin işgalinden bu yana aralıksız saldırıyor. İmkanlarımızla günlük yaşamımızı sürdürüyoruz. Halk da devrimci halk savaşına göre örgütleniyor.”
Altyapının hedef alınmasında önlem almanın oldukça zor olduğunu belirten Yunis, büyük zararların ortaya çıktığını ve giderilmesinin uzun bir süre alacağını ifade etti.
Bölgenin enerji tesisi yok edildi
Yunis’in anlattığına göre, 17 gaz ve petrol tesisi/sahasının hedef alınması 5 milyondan fazla yurttaşı etkiledi. Tirbespiyê ve Çilaxa kırsalındaki elektrik hatlarının yanı sıra, Dêrik, Çilaxa, Tirbesiyê, Rimêlan ve Girkêlegê’deki petrol sahaları da temel hedefti. Öte yandan bombalanan Dêrik’teki Siwêdiyê istasyonu tüm bölgenin elektrik ve gaz ihtiyacını sağlıyordu.
Talat Yunis, Siwêdiyê’deki gaz ve elektriği tüm halka dağıttıklarını ve mevcut durumda bölgenin gaz ihtiyacını dışarıdan karşılayacak imkanlarının olmadığını söyledi. Cizre Bölgesi elektriğinin bir kısmını gazla çalışan istasyonlardan bir kısmını ise Fırat Nehri’nden karşılıyordu. Fakat Türk devletine bağlı çeteler su seviyesini sürekli olarak düşürdükleri için nehirden yeterince faydalanılamıyor.
Saldırılardan önce her mahalleye ve su istasyonuna jeneratör kurduklarını kaydeden Yunis, “Elektriklerin kesilmesi durumunda jeneratörler devreye giriyordu fakat bunu çalıştıracak petrol istasyonlar da bombalandı. Bunlar hepsi birbiriyle bağlantılı” şeklinde konuştu.
Siwêdiyê dışında bulunan 11 elektrik santralinin bombalanması Hesekê, Amûdê, Rimêlan, Tirbespiyê, Qamişlo, Dirbêsiyê’de yaşayan 2 milyondan fazla kişiyi etkiledi.
2 milyon insan susuz
Elok Su İstasyonu’nun bombalanması 2 milyon insanı susuz bıraktı. Aslında su sorunu, Türk devleti ve çetelerinin 2019’da Serêkaniyê’yi işgal etmesiyle patlak verdi. Serêkaniyê-Hesekê arasında bulunan istasyonunun kontrolü şu anda çetelerde. Elok’tan Hesekê’de bulunan 30 kuyu ve 8 istasyona su veriliyor. Amûdê üzerinden Dirbêsiyê’ye oradan da Hesekê’ye gelen elektrik hattı da kuyu ve istasyonları çalıştırıyor. Fakat çeteler suyu sürekli keserek elektrik-su bağlantısını sekteye uğratıp halkın içme suyuna erişimini engelliyor.
Ocak 2020’de Rusya arabuluculuğuyla Özerk Yönetim ve çeteler arasında su anlaşması yapıldı. Fakat çeteler anlaşmaya uymayarak sık sık suyu kesmeye devam etti. Ardından UNICEF çalışmaları devralarak arabulucu oldu ve az da olsa su verildi.
Belirttiğimiz elektrik-su çalışma hattı böyleyken son saldırıda adı geçen yerler bombalandı. Yani yaşam kaynaklarının geçtiği tüm güzergahlar düşmanın başlıca hedefi oldu. Sonuç olarak Hesekê, Til Temir, Şedadê ve kamplar susuz bırakıldı, toplam 18 su istasyonu hizmet dışı kaldı.
Dêrik’teki Covid-19 Hastanesi ve Kobanê’de bir hastane yıkıldı, 48 eğitim kurumu zarar gördü. Rimêlan’da İç Güvenlik Güçleri’nin eğitim gördüğü Uyuşturucuyla Mücadele Akademisi tamamen yok edildi.
44 şehit, 55 yaralı
Elbette saldırılarda sadece binalar ve tesisler hedef alınmadı. Eyn Îsa ilçesine bağlı Mesturê köyü obüslerle bombalandı, Nadiya el Eyaş (10) ve Elî El Eyaş (9) adlı çocuklar şehit düştü.
Zirgan ilçesinin doğusundaki Bişêriyê köyünde pamuk tarlası bombalandı Reksa Salih Fewaz (50), Xedîce Îdan El Temir (40), Fereh Ednan (25), Zêna Hemûd (20) ve Cûmana Hemad adlı kadınlar yaralandı, Fereh’ın bacakları kesildi.
Toplamda 29’u Uyuşturucuyla Mücadele Akademisi savaşçısı olmak üzere 44 yurttaş şehit düştü ve 55 yurttaş da yaralandı.
1 milyar dolar hasar
Hedef alınan yerler böyleyken, elbette maliyeti de Özerk Yönetim ekonomisine büyük zarar verecek boyutta.
ANHA’ya bilgi veren Rimêlan Petrol Sahası (Merkezi) Yöneticisi Ehmed İbrahim, saldırıların 1 milyar dolar hasara yol açtığını söyledi.
Cizre Bölgesi temel hedefti
Cizre Bölgesi’nin, özelde de Qamişlo Kantonu’nun en çok hedef alınan bölge olduğunun altını çizen Yunis, Özerk Yönetim’e bağlı komiteler aracılığıyla ortaya çıkan zararı en kısa sürede azaltmak için ilk günden bu yana çalıştıklarını söyledi.
Bombalanan yerlere baktığımızda Hesekê’de bulunan Waşokanî Kampı çevresinin sürekli olarak hedef alınması dikkat çekiyor. Serêkaniyê’nin işgaliyle buradaki göçmenler Özerk Yönetim’in kurduğu kampa göç etti. Yani topraklarına çeteler ve yabancılar getirilerek topraklarından göçertilen insanlar, bir kez daha göçle yüz yüze bırakıldı.
‘Kampta olsan da yaşama hakkın yok’
Talat Yunis, yoğun saldırılara rağmen halkın onurlu bir ölümü göze alarak topraklarını terk etmediğini belirtti ve bunu iki farklı olguya dayandırdı:
“Birincisi işgal bölgelerinde tam bir soykırım ve demografik değişim var. Düşünün yaşadığınız yer işgal ediliyor, göçertiliyorsunuz. Ardından ise evinize çeteler veya aileleri yerleştiriliyor. İşgal bölgelerinde işlenen suçların hesabı yok. Talan, işkence, insan kaçırma, cinayet, hırsızlık… Halk bunu gördüğü için evini terk etmedi. Ne yerli halk ne de kamplarda yaşayan göçmenler bir yere ayrıldı. İkincisi ise düşmanın yaklaşımı. Bakın ‘kamplarda olsanız bile yaşama hakkınız yok’ diyor, insanları bombalıyor. Kürtlere yaşam hakkı tanımıyor. Bir göçten diğer bir göçe sürükleyen tutum söz konusu.”
Bağımsız komite için temaslar sürüyor
2012’den bu yana Türk devletinin saldırıları ve işlediği suçların yerinde incelenmesi için bağımsız bir komitenin kurulması çağrısı yaptıklarını bir kez daha hatırlatan Yunis, şu anda işlenen suçları araştıracak ve Türk devletinin yargılanmasının önünü açacak bir komitenin kurulması için birçok tarafla diplomatik temasların sürdüğü bilgisini verdi.
“Son saldırıların verilerini ayrıntılarıyla raporlaştırıp insan hakları örgütlerine, BM ve Avrupa’daki merkezlerimize gönderdik. Şu ana kadar bize dönük bir olumlu atılmadı yani suçları yerinde incelemesi için bir komite gelmedi. Fakat ne olursa olsun işlenen suçların hesabının verilmesi için tek bir adım geri atmayacağız.”
ABD ve Rusya’nın çıkarını esas alıyor
Yunis, değerlendirmesinin devamında bölgede garantör güç konumunda olan ABD ve Rusya’nın tutumunu eleştirdi ve ekledi: “Tepkileri zayıf sorumluklarını yerine getirmiyorlar. Halkın değil kendi çıkarlarına göre hareket ediyorlar. Ne savaşın durması ne de sorunların çözülmesi için hiçbir şey yapmadılar. Bu da halk katliamlarına yol açıyor. Halkımız ise her gün merkezleri önünde eylem yapıyor.”
Yunis, Şam hükümetinin Özerk Yönetim’in içinde bulunduğu zorlu koşulları kullanmaya çalıştığını vurguladı. Şam Hükümetinin 2011 öncesi sürece dönmek ve yeniden hakimiyet kurma hayalleri peşinde olduğunu belirten Yunis, şu anki saldırıların Astana ve Cenevre’de yapılan pazarlıkların sonucu olduğunun altını çizdi.
Tek yol Rojava’ya sahip çıkmak
Saldırıların önünün nasıl alınacağını sorduğumuzda bunun tek yolunun Rojava’ya sahip çıkılması ve net tutum gösterilmesi olduğunu söyleyen Yunis, Kobanê zaferine giden yolu hatırlattı:
“Şu anda ihtiyacımız olan tek şey halkın katliama karşı ayağa kalkması çünkü gücümüzü bu tutumdan alıyoruz. Hem maddi hem de manevi desteğe ihtiyacımız var. Örneğin; Kobanê zaferi Kürdistani bir zaferdi. Bakur ve dünyadaki tüm halkımız ayağa kalktı. Hangi parça olursa olsun kazanımlara sahip çıkılmalı. Son saldırılarda ihtiyaç olan ve yapılması gereken tek şey destekti.”