Kamuoyu tepkisi Strasbourg’a ulaşıyor mu?
Yurt Dışı Haberleri —

Abdullah Öcalan'a Özgürlük Eylemi / foto:AFP
- On binlerce insanın sokağa döküldüğü, Nobel ödüllü kuruluşların çağrı yaptığı ve uluslararası hukuk örgütlerinin mektuplar gönderdiği bir süreçte bile Avrupa Konseyi, Türkiye’ye karşı neden hâlâ “yumuşak” davranıyor?
- Umut Hakkı gibi temel bir insan hakkı yıllardır ihlal edilirken, Strasbourg’dan gelen kararlar neden etkisiz kalıyor? DEM Parti Avrupa Konseyi Temsilcisi Faik Yağızay ve ‘Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm Küresel Kampanyası’ sözcülerinden Sinan Önal ile konuştuk...
ERDOĞAN ALAYUMAT
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 17 Eylül 2025’te açıkladığı ara kararla Türkiye’ye ‘Umut Hakkı’na dair yükümlülüklerini bir kez daha hatırlattı ve ilgili düzenlemeler için Haziran 2026’ya kadar süre tanıdı. Meclis’te kurulan “Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”na yasa hazırlama sorumluluğu yüklenirken, sokakta ve uluslararası alanda yükselen taleplerin karar süreçlerine ne kadar yansıdığı ise tartışmalı. Kürt siyasi hareketinden hukuk örgütlerine, Nobel ödüllü kurumlardan AİHM önündeki protestolara kadar geniş bir yelpazede yürütülen mücadele, Avrupa Konseyi’nin duvarlarında yankı bulmakta zorlanıyor. Peki binlerce insanın sesi neden Strasbourg'da karşılık bulamıyor?
Tepkiler AK’ye ulaşıyor mu?
Kürt siyasi partileri, insan hakları örgütleri ve avukatlar, sokaktaki protestoları rapor ve başvurularla Avrupa Konseyi’ne iletmeye çalışıyor. Ancak bu aktarım çoğu zaman dağınık, sınırlı ve teknik belgelerle sınırlı kalıyor. Avukatların hazırladığı dosyalar genellikle hukuki argümanlara dayanırken, sokaklarda dile getirilen politik ve toplumsal öfke aynı yoğunlukta Strasbourg’a taşınamıyor. Görüştüğümüz hukukçulara göre, daimi temsilcilerle yürütülen görüşmeler sürse de karar vericilere doğrudan erişim sağlamak mümkün değil. Bakanlar düzeyindeki toplantılar ise yılda yalnızca bir ya da iki kez düzenleniyor. Bu da halkın ve sivil toplumun tepkilerinin resmi mekanizmalara etkisini ciddi şekilde sınırlıyor.
Sokağın sesi sınırlı yansıyor
Türkiye’nin ‘Umut Hakkı’ konusundaki hareketsizliği yalnızca yerelde değil, uluslararası alanda da eleştiriyle karşılanıyor. Nobel Barış Ödüllü kurumlar, hukuk örgütleri ve barolar Avrupa Konseyi’ne mektuplar göndererek Türkiye’yi AİHM içtihatlarına uymaya çağırıyor. Avrupa Konseyi’nde ve uluslararası sivil toplum ağlarında umut hakkı evrensel bir standart olarak gündemde tutulsa da, Ankara cephesinde hâlâ derin bir sessizlik hakim.
AKP hükümetinin hazırladığı eylem planında net bir yol haritası bulunmazken, “terör suçları” istisnasıyla umut hakkının kapsamı daraltılmak isteniyor. Türkiye’nin Konsey içindeki diplomatik ağırlığı, siyasi dengeler ve parçalı dosya yapıları nedeniyle iletilen taleplerin etkisi büyük oranda sınırlanıyor. Kısacası, on binlerin yükselttiği ses, Avrupa Konseyi koridorlarına yalnızca sınırlı ölçüde yansıyabiliyor.
Kamuoyu baskısı önemli
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Umut Hakkı’nı açıkça tanımlıyor: Hiçbir birey, bir gün serbest bırakılma ihtimali olmaksızın ömür boyu hapis cezasına çarptırılamaz. Aksi, işkence ve insanlık dışı muamele olarak değerlendiriliyor. Türkiye ise 2004’te idam cezasını kaldırırken yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis uygulamasını getirdi. Bu durum, AİHM tarafından sözleşmeye aykırı bulunmuştu.
DEM Parti Avrupa Konseyi Temsilcisi Faik Yağızay, 2014’te AİHM’in bu konuda Türkiye aleyhine verdiği kararı hatırlatarak şunları söylüyor: “O dönemde Türkiye herhangi bir yasal değişiklik yapmadan, yalnızca yazılı savunmayla yanıt verdi. Süreç geçici olarak kapatıldı. Ancak Nobel ödüllü kurumların kampanyaları, kamuoyunun baskısı ve AİHM önündeki eylemler Bakanlar Komitesi’nin bu yıl daha net bir tutum almasını sağladı.”
Denge politikası yürütülüyor
Avrupa Konseyi, AİHM kararlarının uygulanmaması durumunda denetim mekanizmalarını devreye sokmakla yükümlü. Ancak Türkiye söz konusu olduğunda bu mekanizmalar siyasi dengelere takılıyor. Faik Yağızay, Konsey’in “yumuşak” yaklaşımının, Ankara’nın cezasızlık siyasetini sürdürmesine alan açtığını belirtiyor. Diplomatik çalışmalarının Bakanlar Komitesi nezdinde devam edeceğini söyleyen Yağızay, “Temsilciler, Türkiye’nin sözleşmelere uymasını hatırlatıyor ancak ülkenin stratejik konumu nedeniyle mekanizmalar gerektiği gibi işletilemiyor. Bu denge politikası da bu kararların etkisini azaltıyor" diyor.
Siyasi irade göstermiyor
Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm Kampanyası Sözcüsü Sinan Önal da Avrupa Konseyi ile sürdürülen temaslara dikkat çekiyor. Kampanya kapsamında, Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Türkiye Raportörlüğü, İşkenceye Karşı Komite ve Yerel Yönetimler Kongresi gibi organlarla düzenli görüşmeler yürütüldüğünü belirtiyor.
Önal, “Parlamenterlerle yapılan görüşmeler sonucunda hazırlanan karar önergeleri meclise sunuluyor. Tüm bu süreç, hukuki bir lobi çerçevesinde ilerliyor. Şu ana kadar bu süreci en etkin yürüten topluluklar ise Kürtler oldu" diyor. Ancak Önal, Komite’nin güçlü bir siyasi irade göstermediğini belirterek şunları ekliyor: “Üye bir ülkeye yaptırım uygulanabilmesi için üçte iki çoğunluk gerekiyor. Türkiye ise çıkar gruplarıyla bu dengeleri korumayı başarıyor. Son 10 yılda Demirtaş ve Kavala davalarında ihlal prosedürleri işletildi ama gerçek anlamda yaptırım uygulanmadı.”
İmralı’ya ziyaret gerçekleşmeli
Komiteden beklentilerinin Türkiye’de demokratik geçiş sürecine katkı sağlayacak somut adımların atılması olduğunu ifade eden Önal, demokratik geçişin kapısını açabilecek en sembolik adımın ise Abdullah Öcalan’a ilişkin olacağının altını çiziyor. Önal, “Öcalan, 25 yılını cezaevinde doldurdu ve denetimli serbestlik hakkı doğdu. Ancak bu hakkın kullanılmasına izin verilmiyor. Bu 'Umut Hakkı' olarak tanımlanıyor. Avrupa Konseyi, süreci denetlemek üzere bir heyet oluşturmalı ve Türkiye’yi ziyaret etmeliydi. Bu adım da henüz atılmadı" diyerek, beklentilerini dile getiriyor.
Gözler Strasbourg’da
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 29 Eylül–3 Ekim tarihleri arasında yeniden toplanacak. DEM Parti, bu toplantıya üç milletvekiliyle katılacak. Öcalan’ın avukatları da Strasbourg’da temaslarda bulunacak; Parlamenterler Meclisi Başkanı, sekretarya ve Türkiye raportörüyle görüşerek öneriler sunacaklar.
Karar sürecini ne belirleyecek?
On binlerin sokağa çıktığı, uluslararası kampanyaların yürütüldüğü, hukukçuların aralıksız çağrılar yaptığı bir süreç yaşanıyor. Ancak asıl soru hâlâ yanıt bekliyor: Toplumsal ve uluslararası tepkiler neden Avrupa Konseyi kararlarına aynı ölçüde yansımıyor? Türkiye’nin Umut Hakkı konusundaki ısrarcı sessizliği, yalnızca cezaevlerindeki binlerce insanın değil, aynı zamanda ülkenin uluslararası hukukla ilişkilerinin seyrini de belirleyecek. Bu süreçte en kritik eşik ise şu olacak: Sokaktaki ses Strasbourg’a ne kadar ulaştırılabilecek?












