Küçük Enver kime parmak sallıyor?

Mihraç URAL yazdı —

  • Taner Akçam her Ermeni deyişinin altında Kürtlere parmak sallaması vardı. Akçam, hiçbir zaman Kürt ulusunun özgürlük ve demokrasi mücadelesine sıcak bakmadı. Bilinçaltında hep milliyetçi güdüler vardı ve reflekslerini bu güdüler yönlendiriyordu. 

Türk aydınının bitmeyen çilesi, yerlisi olmadığı topraklarda hegemonya sürdürme hezeyanıdır, diyerek makaleme başlayacağım. Konumuz, Ermeni Soykırımı üzerine çalışmalarıyla öne çıkarılan Taner Akçam’ın yazdıklarıyla ilgili.

Yıl 1 Haziran 1982. Yer, Şam ((Naif Havatme liderliğindeki Filistin Halk Demokratik Cephesi kampları) 14 Devrimci örgüt Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) kuruluş çalışmalarında bir araya geldi. Taner Akçam’la ilk kez orada yüz yüze geldik. Tüm liderler tek tek söz alıp ülke tahlili ve öngörülerini anlatıyordu. Taner Akçam, tek ulusçuluğa tehlike üzerinde durdu, bu eğilimin tarihte oynadığı kışkırtıcı davranışlarından söz etti ve hedeflenmesi gereken tüm bölge uluslarını bir çatı altında toplayacak demokratik Yeni Osmanlı tezini dile getirdi. Hepimiz dehşete düşmüştük; TC yetmiyor şimdi de Osmanlı’yla yüz yüze kalmıştık. Dönem 12 Eylül rejiminin, işkence zindan sürgün ve idam sehpalarıyla dörtnala koştuğu bir dönemdi.
 
Başkan Öcalan’ın öngörüsü

Mihri Belli, ben ve Başkan Öcalan bir köşede sohbet ederken, Başkan, Taner Akçam’ın yayılmacı milliyetçi Yeni Osmanlıcı söylemlerine karşı, aynen şunu dile getirdi, "Bu adam Küçük Enver'i oynuyor" dedi. Zira Küçük Enver Taner Akçam, ısrarla bölgenin kurtuluşu için tüm bölge ülkelerinin “Yeni Demokratik bir Osmanlı” çatısı altında toparlanması gerek" diyordu.

Ayni toplantıda yaptığı "Dağlarda 400 Dev-Yol gerillası savaşmaktadır" sallaması üzerinden zaman geçmemişti ki, FKBDC’yi işlevsiz kılmak için PKK karşıtı söylemlere yönelerek, PKK'nin yükselişini kırmak üzere çabalara başlamıştı. Bu çabaları Başkan Öcalan’a yazdığı ve Başkanın bana özel olarak okuttuğu ünlü mektubunda gündeme geldi. Taner Akçam, Kürt siyasal önderliğini "despotlukla anti demokratik olmak"la suçluyor ve tehdit ediyordu.

Bu mektuptan sonra Taner Akçam FKBDC'den fiili olarak çekilmiş oluyordu. Türkiye tarihinin ilk devrimci cephesini böylece dumura uğratmış oldu. Bunun üzerine geride kalan örgütler süreci devam ettirme adına Devrimci Birlik Platformunu (DBP) kurup yola devam ettiler.

Kısa bir süre sonra Küçük Enver, Ermeni konusunda yoğunlaşmaya başladı. Bu konuyla ilgili ilk kitabı da “Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu” oldu. Bu kitapta da aynı görüşleri tekrar etti. Her Ermeni deyişinin altında Kürtlere parmak sallaması vardı. Akçam, hiçbir zaman Kürt ulusunun özgürlük ve demokrasi mücadelesine sıcak bakmadı. Bilinçaltında hep milliyetçi güdüler vardı ve reflekslerini bu güdüler yönlendiriyordu. 

Kızım sana söylüyorum gelinim sen duy!

Akçam’ın kitabına karşı “ERMENİ JENOSİDİ VE KÜÇÜK ENVER TANER AKÇAM” başlığı altında eleştirel bir broşürde cevap verdim.

Akçam, söz konusu kitabında, bol bol Talat, Enver ve Cemal paşa güzellemeleriyle, Ermeni katliamındaki sorumluluklarını örtme çabasındaydı. Kitapta, Ermeni katliamını “lanetlerken”, suçu yine Ermenilere yıkıyordu; “Hezimet halindeki Osmanlı’nın büyük korkuları üzerine Ermenilerin kışkırtıcı tek ulusçu talepleri, arkadan vurma gibi algılanmıştı”, yazdıktan sonra şöyle ifade ediyordu;

“Biz Türklerin hangi Saiklerle, hangi motiflerle eyleme geçtiğimizi açığa çıkartabilmektir. Soykırım, Katliam gibi büyük barbarlık gösterisi olan eylemleri, ancak, davranışlarımızı hareket ettirici Saikleri nelerdir, sorusuna cevap verebilirsek anlayabiliriz. İddiam odur ki, burada sayılan ve şüphesiz artırılabilecek olan faktörler Türklerin eylemlerini belirlemede önemli olmuşlardır” (Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu s:92-93)

Anlayacağınız, “lanetlediği” Ermeni katliamının nedeni de yine Ermenilerdir demektedir. Zira kitabın bütününde kullandığı cümleler, hep “Türk’ün ayranını kimse kabartmasın sonuçta barbarlık olur” cinsindendir. Yani katledilecek ve suçlu siz olacaksınız, arı kovanına çubuk sokmanın kefaretini ödemiş olacaksınız; ne hak ne özgürlük ne demokrasi arayışınızın da bir anlamı olacaktır.

Akçam, aynı kitapta Osmanlı Divan-ı Harb Örfi Mahkemesi tarafından Ermeni kıyımıyla ilgili dava görülmüş ve mahkemeler bunu karar bağlamıştır belirlemesi yapılmıştır; buna göre de, esas suçlular Teşkilat-ı Mahsusa ve onların kıyım makinesi olan Mülazım Halil ve Çerkez Ahmet’tir diyor. Bunlar da idam edilerek cezalarını çekmiş konu kapanmıştır. Akçam’ın Ermeni Soykırımı’nda bütün söylediklerinin özeti de budur (Age. S: 180 ve sonrası)

Akçam’ın bu kitabı esasında Ermeni Soykırımı’ndan çok, o kesitte yükselen Kürt özgürlük ve demokrasi hareketine karşı sopa göstermekten ibaret bir algıyla yazılmıştır. Akçam algısını aynı kitapta farklı cümlelerle, defalarca tekrar eder “Bu günlerde 80 yıl öncesinin ruh dünyasının işlemediğini hangimiz iddia edebiliriz” (Age. S: 24-5-6) der.

 

  • Akçam, Ermeni Soykırımıyla ilgili söylediği her cümle oynaktır, mayınlıdır ikiyüzlüdür. Akçam’ın bir derdi var, Türk milliyetçiliğinin bir biçimde farklı söylemlerle devamı olan Kürt kurtuluş hareketine set çekmek, onu engellemektir. Konunun evveli ahiri budur. 

 

Küçük Enver’in bitmeyen hikayesi

Akçam bu algılarını “23.5 Nisan ve yeni bir kuruluş hikâyesinin zorunluluğu“ başlıklı makalesinde de tekrar etti.

Bu makaleyi karşı kaleme aldığım “TANER AKÇAM’IN BİTMEYEN HİKAYESİ” başlıklı makalemde cevap verdim

Akçam, kuruluş hikayesi artık tükendi diyor. Yeni bir kuruluş hikayesi yazılmalıdır önerisi yapıyor. 30 kez tekrar ettiği “hikaye” kelimesiyle yapmak istediği vurgu “Mustafa Kemal’in arkasına saklanmaktan çıkmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Geleceğimizin üstünde yükseleceği yeni bir kuruluş hikâyesine ihtiyacımız var. Ve bu hikâye, sadece 23 Nisan’da ifadesini bulan Türk Milletinin yeniden doğuşunun hikayesi ile sınırlı olmamak, daha da kapsayıcı olmak zorundadır.” Cümleleriyle ifade ediliyordu. Bu gün diktatör Erdoğan’ın yapmak istediği de tamamıyla bununla örtüşüyor.

Bu satırları okuyunca Türkiye denilen topraklarda ezilen ulus ve azınlıkların çektiği acı ve kıyımlar göz önüne geliyor ve haklı bir yaklaşım gibi duruyor. Tek devlet, tek bayrak, tek millet nakaratının artık geride kalması gerektiğine hepimiz, insan olarak demokrasi ve özgürlükler adına talebimiz olduğu açıktır. Ancak Akçam, bu hikayeye karşı çıkarken önerdiği hikaye, aynı nakaratın farklı bir versiyonu olarak gündeme geliyor. O, bölgede demokratik bir Osmanlı önermesiyle hikayenin yeni yazıcıları olarak yine kendilerini öne sürüyor. Bunu da şu satırlarında açıkça diye getiriyor;

“Bu hikâye, tüm bir Ortadoğu’yu, tüm bir bölgeyi kapsamak zorunda. Atina’daki, Ermenistan’daki, Erbil-Süleymaniye’deki, Şam’daki insanların tümünü, tüm bölgeyi kapsayan ortak bir hikâyeye ihtiyacımız var. Bunun için bölge halklarının acısını, çektiklerini, kuruluş hikâyesinin bir parçası haline getirmek gerekir. Hiçbir insan, acısının paylaşılmadığı bir hikâyeyi kendi hikayesi olarak söyleyemez, anlatamaz.

Türkiye’nin bugünkü sorunların çözümü tüm bölgeyi kapsayacak ortak bir geçmiş hikâyesinin yazılmasıyla mümkündür.

İhtiyacımız olan şey, büyük buluşmadır. Türkiye’nin ve bölge insanlarının yeni büyük buluşması… Ve bu buluşma ancak yeni bir kuruluş hikâyesi ile mümkün.”

Yeni hikaye yine Osmanlıcılıktır

Anlayacağınız, “ortak acıların çimentosuyla” birbirine tutkun olan ulusların ortak hikayesinin yeniden yazılması önerisinin yeni yazıcıları da kendileri olacaktı. Yeni hikayeyi yine kendileri yazacaklar. Yine kendileri egemen olacak ve biat eden uluslara artıklarından birkaç kemik parçası atılacak. Akçam’ın “Yeni Hikayesi” yayılmacıdır. Eli kanlı diktatör Erdoğan’ın Yeni Osmanlıcılığından farklı değildir. Yeni hikaye eskinin makyajlanarak servis edilmesinden öte bir anlama sahip değildir. Bunu birbirine tutturacak bir çimento yoktur, icadı da mümkün değildir.

Taner Akçam son kitabı 'Ermeni Soykırımı’nın Kısa Bir Tarihi' üzerine yaptığı röportajda da: “Gönüllü bir katılım olmasaydı, bu kadar insan öldürülemezdi”, “Ermeni devrimci örgütlerini bugünkü Kürt hareketi ile kıyaslayabilirsiniz, gerilla eylemleri olan, dağlarda gerilla savaşları veren kişiler olarak düşünebilirsiniz.” “Yüzleşmeyi, suçlama vasıtası olarak görmemek gerekiyor. Devleti suçlayarak işin içinden kolayca çıkamayız" diyerek, bir yandan katliamla ilgili olarak Kürtleri suçlama diğer yandan ise devleti bir biçimde aklama çabasına tanıklık ediyoruz. Akçam, Ermeni Soykırımıyla ilgili söylediği her cümle oynaktır, mayınlıdır ikiyüzlüdür. O, bu söylemleri her defasında tekrar etmekten de çekinmemektedir.

Akçam’ın bir derdi var, Türk milliyetçiliğinin bir biçimde farklı söylemlerle devamı olan Kürt kurtuluş hareketine set çekmek, onu engellemektir. Konunun evveli ahiri budur.

Akçam, suçlu katil değil, katili katletmeye yönlendiren kışkırtıcı maktullerdir diyor; Osmanlı’yı kast ederek de “devleti suçlayarak işin içinden çıkamayız” diyerek, bu gün için Kürtlere parmak sallıyor. Tartışılması gereken budur.

Barbarlık, göçebe bir toplumun yerli olmama hallerinin dünden bu güne birlikte getirdiği ve bu gün için büyük korkular yaşamasına yol açan köksüzlüğünden dolayı mı? Yoksa maktulün hak taleplerinden dolayı mı? Gündeme geliyor. Akçam’dan okuduğum her makale, devleti aklamaya çabasına denk düşüyor. 

Küçük Enver’e cevabımdır

Beyler artık yakamızdan düşün, bu bölgede bin yıldır tüm hikayeleri siz uydurdunuz; acı ve kanla yazdınız, kılıç zoru at nallarıyla doğrayıp ezdiniz. Yetti artık.

Bırakın herkes, Kürt’ü, Arap’ı Türk’ü, Acem’i, Ermeni’si vd. ulus ve azınlıklar kendi hikayesini çevresine saygılı olarak özgürce kendisi yazsın.

Düşün yakamızdan başka ihsan istemez.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.