Modernite mi hakikatçi yaşam mı?

Demir ÇELİK yazdı —

  • Otantik kültür ile modernite kültürü arasındaki derin açmazı yaşayan genel Alevi hareketleri, büyük kırım yaşamaktadırlar. Bununla birlikte giderek öze dönüş, tarihsel hakikati ile buluşma arayışı da her geçen gün çoğalmaktadır.

İnançlar ve kimlikler, gerek ulus devlet öncesinde, gerekse ulus devlet sürecinde sürekli müdahalelere maruz kalmış, bunun sonucunda hızlı dönüşüme ve kırıma uğramışlardır. Bu temelde de kapitalist modernitenin verili koşullarında genelde inançlar, özelde Alevi inancı, derinlikli bir kırım ve yabancılaşma sorunu yaşamaktadır. Selçuklu ve Osmanlı devlet geleneğini sürdüren, Emevi sultasının İktidar İslam çizgisine göre topluma yeni don biçmek isteyen nahak zihniyet paralelinde dünyada yaşanan küreselleşmenin etkisi ile Aleviler başta olmak üzere devlet dışı halklar ve inançlar, kendi hakikatine yabancılaşmakta, hızla başkalaşım yaşamaktadırlar. Türkçü devlet geleneğinin yüzlerce yıllık tarihinden esinlenerek, Alevilere ve Alevi sorununa yaklaşan nahak zihniyet, inancı tamamen ortadan kaldırmanın ön adımlarını çoktan atmaya başlamıştır zaten. 1200 yıllarında Selçuklularla başlayan, daha sonra Yavuz ile devam eden inancı ve inanç değerlerini başkalaştırma ve kriminalize etme arayışı, bugünkü faşist iktidar tarafından örgütlü kötülüğe dönüştürülmek istenmektedir. Alevilere ve Alevi inancına karşı sürdürülen bu uzun soluklu dönüştürme sürecinin önemli kişilerinden biri de Ebu Suud’dur. Kanuni döneminin Şeyhülislam’ı olan Ebu Suud’un verdiği fetvalar, Alevilerin kamusal alandan uzak tutulmalarını ve gündelik yaşamda ayrımcılığa maruz kalmalarına neden olmuştur.                                                                   

Ebu Suud öncesinde, Raa-Raya (Reya) Heqî inancından insanlar, kaba fiziki katliamlar ve itibarsızlaştırılma ile karşı karşıyaydılar. Tarih boyunca bu ağır travmalara maruz kalan Aleviler, Ebu Suud sonrasında kaba fiziki ortadan kaldırılmanın yanında itibarsızlaştırma, kriminilaze etme, belleksizleştirme ve hafıza kazınmaya maruz kalmakla kalınmazlar, kendilerine yeni bir hafıza ve yeni bir bellek de dayatıldı. O gün bugündür Aleviler, kamusal alanın dışında tutulmakla kalınmadılar, ortadan kaldırılması gereken rafizi, zındık, sapkın mezhep olarak görülerek, onlarca kez katliama uğratılırlar.                                                                                                                                                              

Bilim ve teknolojinin devasa ve devrimsel gelişmeleri sonucu devletçi sistem şu an küreselleşmeyi yaşamaktadır. Küreselleşme sermayenin, iktidarın ve bilginin uluslararası dolaşımını esnek denetimle sürdürmek istiyor. Yeni dünya düzeni olarak ifade edilen küreselleşme, yeni iktidar ve siyasal arayışlara evirilmiş olsa da, Türkiye ve Ortadoğu’da statükoculuk sürmektedir. Özellikle son elli yıldır yaşanan küreselleşme ile birlikte kaba ulus devlet sınırları esnemeye, bilginin, sermayenin ve iktidarın dolaşımı hız kesmeden devam ederken, ulus devletler de buna ayak diremektedirler. Halbuki dünya her geçen gün artık büyük bir köye dönüşmüştür. Bu büyük köyde yaşamın tüm etmenleri neredeyse birbirine benzemekte, farklılıklar ve farklı yaşam tarzları ve kültürel farklılıklar silikleşmekte, tek tipleşme hayatın her alanına sirayet etmektedir. Tek tipleşme ve homojenleştirme sadece ekonomide ve hayat tarzlarında değil, sosyal, kültürel ve inançsal değerlerde de derinliğine yaşanmaktadır.

Küreselleşmenin bir boyutu ulus devleti, yerelliği, yerelde ve bölgelerdeki farklı kültürleri elimine eden, milliyetçiliği nötr kılmanın işlevidir. Diğer boyutu da keskin hiyerarşi yerine esnek ve yatay ilişkiyi gerektirmektedir., Bu boyutuyla da bölgesel ve yerel kültürel kimliklerin de kendi hakikati ile buluşmasının örgütlü mücadelesine yol açma potansiyeline sahiptir. Ulus devletlerin kendi ölçeğinde yapmak istediği tek tipleştirmeyi, küreselleşme dünya genelinde daha büyük oranda ve daha yaygınca gerçekleştirmek istiyor. Bu temelde küreselleşmenin tek tipleştirme ve homojenleştirme politikalarına karşı mücadeleyi elden bırakmadan, onun esnek ve yatay örgütleme fırsatını amacına uygun değerlendirmek bizlere önemli olanaklar sunmaktadır. Küreselleşmenin bu boyutunu dikkate alarak sorun alanlarımızı yeniden gözden geçirmeli, açığa çıkan yeni parametreler ve toplumsal dinamiklerin öz güce dayalı özerk yapısallığı esasıyla hareket etmeli, sorunsalımızın üstesinden gelmeyi başarmak durumundayız.

Küreselleşmenin yol açtığı esnek, yatay ve yaygın örgütlü mücadeleyi esas almak yerine, “Alevilik insan merkezlidir.” diyen self oryantalist anlayıştan etkilenen Aleviler, küreselleşmenin bencil ve bireyci eğilimlerini çok öne çıkarmaktadırlar. “Modernite de yaşanan herşey bizim kültürümüzde de mevcuttur, bu anlamda onları almakta hiçbir sakınca yoktur” diyerek inancı ve inanç değerlerini önemsiz kılan bu liberal anlayış, Alevi hakikatini görünmez kılan kültür kırım olmaktadır. Bir yandan statükocu ulus devletler, öbür yandan da küreselleşmenin etkisi ile devlet dışı toplumlar kendi kültürel değerlerini bilince çıkaramamakta ve küresel kuşatmaya karşı koymada yetersiz kalmaktadırlar. Küreselleşmenin kültürleri kuşatan bu tehlikesine karşı, örgütsüz halklar ve inançlar büyük kaybetme riskini yaşarlar. Eğer toplumlar ve topluluklar örgütsüz olmaya devam ederlerse, uluslararası bu gelişmeler sonucunda, yerel kültürel değerler, küresel kültür kodları ile etkileşim içine girerek “melez” yeni bir kültürün ortaya çıkmasıyla sonuçlanma tehlikesi vardır.

Türkiye’de 12 Eylül’de Siyasal İslam’ın iktidara taşındığı süreçte dünya’da yaşanan küreselleşme sonunda Aleviler ne kendileri olabilmiş ne de tamamen sisteme entegre olmuşlardır. Açıkçası, otantik inanç değerleri ile modernite değerleri arası çelişkisi ve çatışmasının derin açmazı içindedirler. Otantik kültür ile modernite kültürü arasındaki derin açmazı yaşayan genel Alevi hareketleri, bu anlamda büyük kırım yaşamaktadırlar. Bununla birlikte giderek öze dönüş, tarihsel hakikati ile buluşma arayışı da her geçen gün çoğalmakta ve yaygınlaşmaktadır. Bu arayış daha çok kendisini FEDA bünyesinde örgütlendirmiştir. Batı oryantalist anlayışı öne çıkararak kendi inanç değerlerini tali plana itenlerin aksine, FEDA, bu doğal ve demokratik inanç değerlerini savunmakla, sistemin başkalaştırma ve dönüştürmesine karşı koyan temel Alevi dinamiği olmaktadır. Alevi inancının devlet ve iktidar dışı gerçeğinden hareketle toplumun etik ve ahlaki kurallarıyla kendi kendisini yönetmesini savunan FEDA, bu süreçte tüm Alevi hareketlerine öncülük yapabilir ve Alevileri tarihsel hakikatleri ile buluşturabilirse riski ve tehlikeyi öteleyebiliriz. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.