Sayılara dönüştürülen “mülteci sorunu”

Arzu DEMİR yazdı —

  • Mülteci teknesinin batmasıyla Akdeniz’in sularına gömülenler birer rakam olarak kaldılar. Oysa onların da o ölüm teknesine binmeden önce bir hayatları, aileleri, umutları, anıları, acıları, neşeleri, öfkeleri, iyilikleri, kötülükleri vardı. Yaşanmışlıkları ya da yaşanmamışlıklarıyla birer hayattılar.

Akdeniz bir kez daha yüzlerce mülteciye mezar oldu. Mültecilerin üst üst ve zorla bindirildiği bir tekne, dünyanın gözü önünde battı ve kurtarılan 104 kişi dışında 600’ü aşkın insan boğularak can verdi. Bundan sonra kıyıya vuran cansız bedenler, bir zamanlar bir hayatı ve kimsesi olduğu yok sayılarak, ziyaretçisi bile olmayan bir mezara gömülecek. Geminin yola çıkışından Akdeniz’in bir kez daha mültecilere mezar olmasına kadar adım adım işletilen katliam mekanizması kapitalist dünyanın karakteristiğidir. Önce Afganistan’da, Pakistan’da, Ortadoğu’da, çıkar savaşları çıkarılır, yoksulluk derinleştirilir, insanlar açlığa mahkum edilir, şiddet yaygınlaştırılır, hayatta kalmak ya da daha iyi bir hayatı yaşamak umuduyla göç yollarına düşen insanlar birer sayıya dönüştürülür, göç yollarında katledilir. Ülkelerinden çıktıktan sonra girdikleri ikinci savaşı kazanan çok azını, bu kez ulaştıkları ülkelerde ırkçılık, dizginsiz sömürü, geri gönderilme tehdidi gibi başkaca savaş alanları bekler. İşsizlikten erkek şiddetine her türlü kötülüğün müsebbibi ilan edilirler, adları küfürle anılır. Kapitalist devletin “mülteci pazarı”, milyonların can pazarıdır.

Mülteci katliamının yaşandığı günlerde kapitalizmin kuralının işlediği bir başka olay ise, Ocean Gate firmasının sahibi olduğu Titan denizaltısının kaybolmasıydı. Titan, buzdağına çarparak batan ve 1514 kişinin ölümüne neden olan Titanik’in enkazını göstermek amacıyla turistik amaçla kullanılan bir denizaltıydı. Denizaltının içinde bulunan 5 kişiyi kurtarmak için dünya seferber oldu. Havadan, karadan, denizden büyük bir arama-kurtarma çalışması yürütüldü. Denizaltında bulunan oksijen miktarı azaltıldıkça, dünya nefesini tuttu, dakikalar, saniyeler sayıldı. Sonuç olarak, denizaltının “katastrofik” bir şekilde patlayarak parçalara ayrıldığı ve içindeki 4 zengin ile pilotun öldüğü açıklandı. Bu olay, denizaltının üretimine, tanıtımına, kullanımına ilişkin de bir dizi soruyu geride bıraktı. Denizaltında bulunan 5 kişinin isimleri, bugüne kadar yaptıkları, nasıl yaşadıkları, ne kadar mühim insanlar oldukları çarşaf çarşaf yazıldı. Dünya onların etrafında döndü. Çünkü onların bir “hikayesi” vardı ve bu hikayelerini de sermayeleri ile yazdılar. Sermaye ise emekle çalışarak değil, başkalarının emeklerinin sömürüsü ile birikir.

Mülteci teknesinin batmasıyla Akdeniz’in sularına gömülenler ise birer rakam olarak kaldılar. Oysa onların da o ölüm teknesine binmeden önce bir hayatları, aileleri, umutları, anıları, acıları, neşeleri, öfkeleri, iyilikleri, kötülükleri vardı. Yaşanmışlıkları ya da yaşanmamışlıklarıyla birer hayattılar.  Katliamdan kurtarılan 104 kişiden bazılarının yerleştirildiği kampta, daha önce Avrupa’ya iltica etmiş yakınları ile karşılaşmalarına dair yayınlanan fotoğraflardan, bir iki mültecinin ismini öğrenebildik. Bu kadar. Katledilen “600-700 mülteci” gibi, hayatta kalanların da isimleri bir süre sonra unutulacak. Çünkü kapitalist dünyanın kuralı bu. Ayrıca burjuva hümanizmin sınırı bu kadar.

Hatırlayacaksınız bir yıl önce, 23 Haziran 2022 tarihinde İspanya’nın Afrika kıtasındaki “toprağı” Melilla'da Sahraaltı Afrika ülkesinden Fas'a giden yaklaşık iki bin göçmen sınırı geçmeye çalışmıştı. Bu sırada sınır görevlilerinin gerçekleştirdiği saldırılarda, Af Örgütü’ne göre 37 kişi katledildi, 76 kişi ise hala kayıp. Bu katliamın ardından Avrupa’da bir çok kentte eylemler yapıldı. Brüksel’deki Fas Büyükelçiliği önündeki eylemde, Afrikalıları temsilen yapılan konuşmadaki bir ifade çok çarpıcıydı. “Bizim kakaomuz, tropikal meyvelerimiz, tüm zenginliklerimiz, her şeyimiz sınırlara takılmadan Avrupa’ya ulaşabiliyor ancak insanlarımız sınırlarda öldürülüyor.”

Tam da bu. Sermayenin dolaşımı için sınırlar sonuna kadar açık. Bu kuralı, Covid-19 salgını sırasında da genel olarak bozmadılar. Ancak emperyalist devletlerin giderek daha da kalınlaştırdıkları bu sınırlar insanların canını alıyor. Haziran ayı başında Lüxemburg’da yaptıkları zirvede, bu sınırları daha kalınlaştırmanın, mültecileri, AB’nin dış sınırında kurulacak kamplarda tutmanın kararlarını aldılar.

“Mülteci sorunu”nun kaynağı da sorumlusu da ülkelerini terk etmek zorunda kalan milyonlar değil, içinde yaşadığımız emperyalist-kapitalist sistemdir. Bu sistemin yarattığı savaş ve yoksulluğun yanı sıra ekolojik yıkımların sebep olduğu “iklim göçmenleri” de yollara düştü. Türkiye ve Kuzey Kurdistan da bu “mülteci sorunu”nun mekanlarından biri. Sadece geçiş güzergahı da değil, katliam mekanı da. İzmir’de üç Suriyeli mülteci işçi, yakılarak katledildi. Van Gölü’nde 3 yıl önce, mülteciler boğularak can verdi.

Mülteci sorunu, Kemal Kılıçdaroğlu gibilerin “Onları ülkelerine göndereceğiz” şeklindeki ırkçı yaklaşımı ile çözülemeyecek kadar önemli bir sorundur. Ayrıca sadece Dünya Mülteciler Günleri’nde anılmaması gerekecek kadar da demokrasi sorunudur.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.