Seçim üzerine

Demir ÇELİK yazdı —

  • Moral ve motivasyonu elden bırakmadan 28 Mayıs seçiminde tek adam diktatörlüğüne kaybettirmek durumundayız. 14 Mayıs’ta toplumun %50’den fazlasının onay vermediği Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğünün yenilgiye uğratılması bizim motivasyonumuzun gerekçesi olmalıdır.

Her şeyden önce 14 Mayıs seçimlerinin gerçekleştiği Türkiye’nin demokratik hukuk sisteminden yoksun, seçimli faşizmin yaşanmakta olduğu bir ülke olduğunu bilmemiz gerekiyor. Türkiye’de tüm seçimler katı merkeziyetçi devlete ve onun tekçi ve inkârcı zihniyetine meşruiyet kazandırmaya hizmet etsin diye yapılmıştır. Bugünde faşizm, kendisine meşruiyet kazandırmak üzere organize ve örgütlü devlet gücünü arkasına alarak 14 Mayıs seçimlerini kendi lehine çevirmenin yoluna bakmıştır.

Anti demokratik seçim ve siyasi partiler yasası yanı sıra anayasasızlık halinin yol açtığı otoriter faşist rejim hukuk dışı halk iradesine el koymuştur. Bunu seçmenin aklını çelerek, seçme iradesine el koyarak, parti oylarını değiştirerek, manipülasyon yaratarak ve algı oluşturarak yapmıştır. Bütün bunlara muhalefetin alternatifsizliğini, çözüm üretememe halini, ulus devletin çeperinde ve çevresinde dolanmalarını, dağınık, örgütsüz ve inançsızlığınızı kattığımızda bu sonuçların ortaya çıkmasının zaten objektif koşulları vardı diyebiliriz.

Türkiye, daha önceki seçimleri bir yana bırakacak olsak, 30 Ekim 2014 MGK kararı ile birlikte tek adam diktatörlüğüne dönüştürüldüğünden beri yapılan her seçim hukuk dışı uygulamalara sahne olmuştur. Kimi çevreler seçimlerin yapılıyor olmasından hareketle, mevcut yönetim şeklinin Dimitrov’un faşizm tarifine uymuyor deseler de bu açıkça faşizmdir. Söz konusu bu siyası yönetim şekli yeni de ortaya çıkmış değildir. Kürt ve Kurdistan karşıtlığında Türk ulus devleti yüzyıldır farklı form ve düzeyde otoriterliği kendisine tek çıkar yol olarak görmüştür. Devletin yüzyıldır homojenleştirme ve tek tipleştirme politikaları aralıksız devam edegelmiştir. Seçimler bu homojenleştirmeye ve tek tipleştirmeye yol verdiği oranda kabul görmüş, istenmeyen sonuçlar açığa çıktığında ise askeri ve siyasi darbelerle ön alınmaya çalışılmıştır.

Bu anlamda 14 Mayıs seçimleri de iktidar gücünü elinde bulunduranların açığa çıkan toplum iradesine karşı siyasi darbesidir. İktidar bloku, devletin ideolojik aygıtlarıyla toplumu Türk ve İslam kimliğine hapsetmek istemiştir. İktidar, devletin yüzyıllık milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi zihniyetiyle Türkiye toplumunun % 60’nı Türkçü zihniyete iknâ etmiş olmasını fırsata dönüştürmüştür. Bu oranın içinde Kürtler, Aleviler ve başka etnik kimlikten ve inançtan toplum kesimlerinin olduğunu da biliyoruz. Devletin kuruluş kodu; Türk ve İslam olma kodudur. Bu zihniyet; “Türk olmayanların Türk’e hizmet etmekten başka hakları yoktur” diyerek katliam ve soykırım yapanlar, bir kez daha itiraz eden toplum farklı kesimlerine "hizmetçi kalın" demiştir.

Uzun yıllar tek adam diktatörlüğüyle ete kemiğe büründürülen Türk-İslâm sentezi, en nihayetinde 1982 darbesi ile zirvesini yaşar. İktidar İslam’ın ve Sünni Hanefi mezhebin merkeze alındığı, diğer kimliklerin terörize edilerek dışlandığı, asimilasyonla başkalaş-tırılması sonucu Türkiye toplumu ağırlıklı olarak milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi zihniyete ikna edilmiş bulunuyor. Açıkçası devletin kuruluş kodu olan “tek millet, tek din, tek dil ve tek kültür” toplumu sarmalamış görünüyor. Bundan güç alan iktidar, muhalefetin içindeki güç odaklarıyla birlikte Kürt’e, Alevi’ye karşı siyasi darbe ile hep beraber ön almışlardır.

Seçim süresince muhalif olanların tek adam diktatörlüğünü yenilgiye uğratma stratejisi yerine HDP’yi kriminalize etmeleri bu milliyetçi kuşatma nedeni ile olmuştur. Masayı terk edenlerin de, ittifak içinde olmasına rağmen HDP’ye 12 milletvekilini kaybettiren de, "HDP’yi dışlayın" diyen 2.nci tura kalanın da beslendiği damar bu milliyetçi ve söven damardır. Bu damar ne çok güçlü ve yaygın bir damar olduğundan yağdan kıl çeker gibi her seferinden halklarımızın iradesine el koyma gücünü kendilerinde buluyorlar. Bu ırkçı şoven damara karşı demokratik siyaseti yürütenlerin çok daha stratejik hamleler yapması gerekiyordu. Bunu yapamamış olmanın taktiksel hatası sonucu Türkçü- İslamcı çizgiye alan açılmış bulunuyor. Halbuki bugün Türkiye’de değişimin ve dönüşümün tek motor gücü ve en temel dinamik Kürt siyasal hareketiyken bunun gereği ile hareket edilmemiş, üçüncü çizgi siyaseti örgütlenememiştir.

Türk milliyetçiliğine karşı ortak yaşamı savunan, çözüm parametrelerini geliştiren, inkâra ve asimilasyona karşı birlikte yaşamı savunan tek güç Kürt siyasi hareketi ile Alevi hareketleri olmaktadır. Tekçi ulus devlete karşı değişimin dinamiği olan bu iki toplumsal direniş odaklarına stratejik yaklaşılmadığının üretilmiş çaresizliğini yaşıyoruz. Bu iki değişim dinamiğinin birlikte eşit vatandaşlık talepleri etrafında buluşmalarına yol açan örgütlü mücadelenin nitelikli hamleleri yerine, adaylara endeksli popülist yaklaşım üçüncü çizginin stratejisini boşa çıkaran olmuştur.

Bu temelde ırkçı kuşatma ve siyasi soykırım operasyonlarına rağmen üçüncü çizgi olmanın esprisi gereğince çözüm gücü ve çekim merkezi olunabilseydi %15’le nitelikli siyasal temsiliyeti sağlanabilirdi. Bunu başaramamış olmak özeleştiri konusu olup, önümüzdeki süreçlerde tartışma ve analizlerle üstesinden gelinmesi gereken konu olmaktadır. Ancak 28 Mayıs seçimine moral ve motivasyonu elden bırakmadan tek adam diktatörlüğüne kaybettirmek durumundayız. 14 Mayıs’ta toplumun %50’den fazlasının onay vermediği Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğünün yenilgiye uğratılması bizim motivasyonumuzun gerekçesi olmalıdır. Demek ki daha organize ve örgütlü olabilirsek, sandıklara gitmeyen 8 milyon seçmeni sandığa götürebilir, geçersiz sayılan1 milyonu aşkın oyun önüne geçebilir, mühürü doğru yere ve kişiye vermeyi sağlayabilirsek başarı mümkün olabilir. Kaldı ki bu seçimde en fazla oy alanın kazanacağını unutmadan seçime çalışır ve umudu büyütürsek işi daha da kolaylamış oluruz.

14 Mayıs seçimi, Türkçülüğün, İktidar İslam’ın, sağcı-ulusalcıların ağırlıkta olduğu bir meclis aritmetiği ile sonuçlanmıştır. Modernist ve Kemalist çizginin siyasal temsiliyette azınlığa düştüğü, cinsiyetçi, dinci ve milliyetçi Abdülhamit çizgisinin tek başına hükümet olduğu bu koşullar birçok gelişmeye gebedir. Bu iki çizgi arası çelişkiden yararlanma becerisi ve stratejisini yürütme başarısını gösterebilirse demokratik siyaset, gerçek değişimi mümkün kılabilir. Bu anlamda çocuğu cemaat evlerinde tecavüze uğramasına rağmen susuyorsa, depremde her şeyini ve tüm değerlerini kaybedenler, açlıkla terbiye edilen yoksulluk ve sefalet içindeki milyonlar, inkâr edilen ve katliamlara uğratılan halklar ve inançlar hala tekçi ve ırkçı zihniyetten medet arıyor, onların insafına sığınıyorsa demokratik siyaseti yürüten bizlerin bir kez değil, binlerce kez dönüp kendimizi eleştiri süzgecinden geçirmeliyiz. Bunu yaptığımızda ve birbirimize fırsat verip ortak hareket etmenin kolektif iradesini gösterdiğimizde hep beraber kazanmanın yolunu da aralamış oluruz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.