Sömürge romantizmi tuzaktır

Kadın Haberleri —

.

.

  • Hatırlarsınız, iki yıl önce Kayserili bir uzman çavuş Beştüşşebap’ta korucu ailesinden bir genç kadınla “ayran verirken birbirini gördüler, aşık oldular” reklamı ile Türk ordusunun üst kademe askerleri, kaymakamı vs. devlet erkanının katıldığı bir düğünle evlendirildi. Orada geçen bir söz vardı, bu öylesine söylenmiş bir söz değildi: “Terörle bu yöntemle baş edeceğiz.”

 

ZEYNEP KIZILIRMAK

Faşist-maço iktidarların kadınlara karşı ilan edilmemiş bir savaş açtığı günlerden geçiyoruz. Ataerkil iktidar sahipleri dillerinde ne kadar zehir varsa kusuyor ve bunu düstur edinen sürü halindeki iktidarın köleleri, kadınlara yönelik ne kadar vahşi uygulama varsa devreye koyuyor. Ataerki her gün başka şekil ve biçimlerde yok oluşunu engellemek için kadın direncini kırmak üzerine politikalar geliştiriyor ve uyguluyor.
Kadın düşmanı politikalar, ırkçılık, sömürgecilik, cinsiyetçilik, dincilik, bilimcilik özünde bir bütün kapitalist modernite temelinde çeşitli ittifaklarla sürüyor.

Aynı tarafta olabiliriz ama aynı değiliz

Totalde kadın düşmanlığının ifadesi olan saldırıların her birini ayrı bir boyutta yazmakta fayda var. Çünkü ataerkil iktidar sahiplerinin kadına yöneliminin kapsamını karşılamak, onun hangi argümanla, nasıl geldiğini çözmekten geçiyor. Örneğin Türkiye’de Türk bir kadın ile Kürt bir kadına saldırı aynı zihniyetin ürünü olsa da, aradaki fark sömürge olma gerçeğinden dolayı derinleşiyor, kapsamlı hale geliyor.
Bu yüzden aynı mücadelenin tarafı olabiliriz ama aynı değiliz. Sömürge olma gerçeğinin ulus kimliği ile birleştiği noktada, geçmişten bugüne süregelen uygulamalar, bizi aynı değil, kapsamlı mücadele konusunda ikna ediyor.

İstanbul Sözleşmesi önceliğimiz olmalı mı?

Evet, bugünlerde gündem olduğu için değinelim. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması hepimiz için önemli ve gerekli bir mücadele biçimi. Ama unutmamak gerekir ki hukuk dediğimiz şey, soğuk yazılı kurallardır ve yazıldığı gibi uygulanmaz. Hele de sömürgeysen o soğuk kurallar bile senden esirgenir.
Bu yüzden biz Kürt kadınlarının ortak mücadele için İstanbul Sözleşmesi etrafında birleşmek kadar, sömürgeciliğin üzerimizdeki etkisine karşı da mücadele araçlarını ve biçimlerini düşünmesi şarttır.
Belki de önceliğimiz bu olmalı. Çünkü Kürt’ün soykırımı üzerine kendini inşa etmiş bir faşist iktidarın, bunu ilk elden kadın üzerinden gerçekleştireceğini görmemiz gerekiyor.

Hibrit soykırım çağındayız

21’inci yüzyılda soykırımlar toplu ya da tekil öldürmek kadar başka yöntemleri de içeriyor. Yani Hibrit Soykırım dönemindeyiz. Doğrudan ve örtülü olarak birden fazla yöntem kullanılıyor. Bir özeleştiri olarak belirtmeliyim ki bizim haklı mücadele içinde çeşitlendiremediğimiz direniş biçimlerini, sömürgeciler çeşitlendirerek tersinden bize karşı uyguluyor.

Doğrudan yok etmekten köksüzleştirme hareketine

20’inci yüzyılın başında Koçgiri, Şêx Saîd, Zîlan’da ‘kadın da olsa çocuk da olsa’ deyip toplu kıyımlar yapan Kemalizm, klasik sömürgeciliğin Avusturalya, Cezayir, Afrika gibi birçok bölgede uyguladığı yeni bir yönteme geçti. Dersim, tam da dersini iyi çalışan Türk sömürgeciliğinin uygulama sahası ilan edildi: “Direnene tecavüz et, öldür, yok et, geride kalanı asimile et, başkalaştır, kökünden kopar.”
Dersim’de askerler tarafından alınıp kimlikleri unutturulan kız çocuklarının hikayesini hepimiz biliriz. Yatılı bölge okullarında öğretmen olması için toplanan kız çocukları da bu politikanın devamıydı.
Kemalizmin Kürt kadınlarına yönelik soykırım politikası 1990’ların sonuna kadar devam etti. Hatırlayalım; “Kardelenler” adıyla Türk okullarında asimile edilenlerin hepsinin arkasında bir amaç vardı. Kürdistan’da görev yapan Türk askerlerine ‘Türkleşmiş iyi eş yetiştirmek’.
Yine halı kursları, dikiş nakış kurslarının Kürdistan illerinde açılmasının nedeni de, ‘kadının meslek edinmesi’ şeklinde masumlaştırılamayacak kadar planlı bir yönelimdi.

Ulusuna küfreden Muşlu Ayşe’nin anlattığı

Muşlu ‘Kardelen’ Ayşe’yi hepimiz hatırlarız. Asker olan eşi öldürüldüğünde televizyonlara çıkarılıp, günlerce düzgün Türkçesi ile kendi ulusuna sövdürülmüştü.
Madalyonun bir yüzünde bu varken, Kemalizm diğer taraftan ise direnen kadınları hedef alıyordu. Mêrdîn’de gözaltına alınan Ş.E’ye tecavüz sürüsü 405 askerin uyguladığı vahşeti ve benzerlerini hatırlayalım.
O dönemin Gündem Gazetesi’nin sayfaları benzer haberlerle doludur. İşte o haberlerden biridir, eski Astsubay Kasım Çakan’ın Kuzey Kürdistan’da askerken işlediği savaş suçlarını itiraf ettiği kitabı. Türk devleti mahkemelerince toplatılan kitapta; 1994 yılında Wan’ın Çatak ilçesinde çatışmada yaşamını yitiren kadın gerillaya, Türk askerlerinin tecavüz ettiği anlatılır. Kadın gerillaların cenazelerinin çıplak teşhiri yapıldı savaş boyunca. İki yol sunuluyordu Kürt kadınlarına: “Ya teslim olun Türkleşin ve ‘iyi eşimiz olun’ ya da cenazeniz bile bizim işgal alanımızdır!”
Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’nun 1991-2011 verilerine göre; Kuzey Kürdistan’da yaşları 12 ile 65 arasında değişen 667 kadın gözaltında asker ve polislerin cinsel işkencesine maruz kaldı.

AKP ve yeni sömürgecilik yöntemleri

Türk sömürgeciliğinin Kürt kadınlara yönelik kırım politikaları 2010’lardan sonra farklı biçimler almaya başladı. Aslında bu değişim, direnişin kadın renginin güçlenmesi ve Kürdistan devriminde kadının rolünün belirginleşmesiyle paralel seyretti. Kemalizm ağırlıklı olarak, klasik sömürgeciliğin yöntemlerini kullanıyordu. AKP’nin temsil ettiği yeni faşist sömürgecilik biçiminde ise Kürt kadınları hem politik özne olarak hedef hem de toplum kırım için kadınlara yönelik açılan savaşla kendini gösterdi.
Tayyip Erdoğan’ın 2006 yılında “Kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” sözleri bu yeni dönemin işaretiydi.
Kürt kadınlara yönelik yeni sömürgecilik yöntemlerini örnekleriyle hatırlayalım. 10 Ağustos’ta Varto’da çatışmada yaşamını yitiren YJA Star gerillası Ekin Wan’ın (Kevser Eltürk) cenazesi soyularak çıplak şekilde fotoğraflanıp medyaya servis edildi.
Kadın bedeni üzerinden topluma verilmek istenen bu mesaja karşı kadın örgütleri ayağa kalktı ve “Ekin Wan onurumuzdur” dedi. Sömürgeciler Özyönetim Direnişleri sırasında da Cizre ve Nusaybin’de benzer şekilde beden teşhirine yöneldi. Direniş damarına yönelen her saldırısı geri tepen sömürgeciler, toplum kırımı için kadın bedenini hedef ve esir alma yöntemine girişti.

Yöntemlerin kapsamlı hale gelmesi

Kürdistan’da neredeyse üç nesile yayılan direnişin getirdiği kültür içinde büyüyen kız çocukları hedef alınmaya başladı. Bu aslında yıllardır Kürdistan’da uygulanan yöntemin yeni ve daha kapsamlı bir savaş biçimiydi.
Ki bu savaşın boyutunu Süleyman Soylu, bu yıl 8 Mart öncesi bizzat itiraf etti: “PKK bir kadın örgütüdür, bunun üzerine konuşlanmıştır.”
Bir yandan Kuzey Kürdistan’da kadın özgürlük mücadelesinin öncülerine yönelik her gün yeni bir operasyon yapılıyor ve tutuklanıyorlar. Kadınlar öncüsüz bırakılmak, dahası kadın özgürlük mücadelesinden koparılmak, Kürt kadınlarının yıllardır mücadele ile kazandığı mevziler işgal edilmek isteniyor.

‘Ayran verirken aşık olan uzman çavuş’ reklamı!

Diğer yandan ise toplum kırım ile kız çocukları ve kadınlar için sömürgeyi perdeleyen ‘duygusal’ hesaplar yapılıyor.
Hatırlarsınız, iki yıl önce Kayserili bir uzman çavuş Beştüşşebap’ta korucu ailesinden bir genç kadınla “ayran verirken birbirini gördüler, aşık oldular” reklamı ile Türk ordusunun üst kademe askerleri, kaymakamı vs. devlet erkanının katıldığı bir düğünle evlendirildi. Orada geçen bir söz vardı, bu öylesine söylenmiş bir söz değildi: “Terörle bu yöntemle baş edeceğiz.”
Bunun politik okuması, “Kürt kızlarını, Türk askerlerinin ‘karısı’ yaparak, direnen damarını teslim alacağız”dı. Topluma model olarak sunulan sömürgecinin ‘koca’, sömürgenin ise ‘karı’laştığı bir toplum düzeniydi.

Fanon’u hatırlamak: Yabancılaşma ve nevrotik hal

Zira bütün sömürgeciler ve işgalciler kadın bedenini işgal alanı olarak görür ve ona hakim olmanın topluma ve dahası toprağa hakim olmak olduğunu bilir. Fanon, sömürgecinin kimliğini teşhir ederken sömürge kültürünün şeytani niteliğinden sömürülen kadar sömürenin de kaçınamadığı tespitinde bulunur. Çünkü sömürü fiilinin nesnesi, artık kendine yabancılaşmış, nevrotik bir tiptir.
Sömürgeciliğin yöntemlerini anlattıktan sonra biraz da mağdur olan kadın ve çocukları suçlamadan çuvaldızı kendimize batıralım.
Gülistan Doku, Amedli genç bir kadın. Aylardır kayıp ve faili ‘duygusal yakınlık kurduğu’ ülkesini işgal etmiş bir ordunun mensubu polisin oğlu. Ve ne tesadüftür ki kaybedildiği yer Dersim.
Peki sömürgecilerin her gün yeni yöntemlerle soykırımı güncellediği bir coğrafyada Gülistan’ın kaybedilmesini tekil bir olay olarak ele alabilir miyiz?
Batman’da uzman çavuş Musa Orhan’ın 20 gün alıkoyup tecavüz ettiği İ.E, ölümle pençeleşiyor. Suç ve suçlu ispatlı olmasına rağmen serbest bırakıldı. Şimdi bunu bağlamından koparıp tekil bir adli vaka olarak görebilir miyiz?
Şırnak’ta 10 yaşındaki çocuğu taciz ederken suçüstü yakalanan uzman çavuş Alparslan Akbudak’ın serbest bırakılmasını vaka-i adiyeden görebilir miyiz?
Bingöl’de 16 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz eden 8 uzman çavuşun “bizi vatanımızı seven insanlarız” diye savunma yaptıktan sonra serbest bırakılmasını sıradan bir hukuk garabeti olarak görebilir miyiz?
Listeyi daha da uzatabiliriz; Türk sömürgeciliğinin kadına yönelik her gün yeni bir uygulamasına dair haberler önümüze düşüyor.

‘Namlu mesafesini aşmak köleliktir’

Sonuç olarak; klasik ve yeni sömürgecilik yöntemleri toplu olarak Kürdistan’da kadına karşı uygulamaya konuldu. Yüzyıllık politika kapsamlı hale getirilerek, Kürdistan’da kadın bedeni işgal alanına dönüştürülüyor.
Bu işgalin sert tarafından direnen kadınlara doğrudan yönelen bir politika var. Yumuşak ve sinsi tarafından ise “halkların sevgililiği”, “kız alıp vermişiz”, “gençler birbirini sevmiş”, “ırkçı olmamak lazım” şeklinde sömürge romantizmi tuzakları bulunuyor. Egemenle ezilen arasındaki münasebet, aşk değil köle-efendi ilişkisinden öteye anlam taşımaz.
Toplumsal genetiğin getirdiği eşitsizlik ilişkisini, faşizme yönelen tarafımızla eşitleyemeyeceğimizin farkına varmamız gerekiyor.
Her evde kız çocuklarına öncelikli verilmesi gereken ders, sömürgeci ile arasındaki mesafenin ancak namlu mesafesi olabileceğini anlatmak olmalı. Bunun dışındaki her ilişki işgal ve sömürgeciliğin direnen kadını toplum kırımı ile bitirme politikasının bir parçasından başka bir şey değildir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.