Suskunluk sarmalı ve üçüncü seçenek

Forum Haberleri —

  • 2021’in son çeyreğinde ve 2022’nin ilk 40 gününde yaşananlar da gösteriyor ki AKP-MHP iktidarının ülkeyi içine soktuğu "krizler sarmalı" eğer ezilenler, ötekileştirilenler adına kullanılabilirse "sessizlik" yerini "ses"e bırakabilecek.
  • O nedenle HDP’nin çağrısı ile bir grup sol, sosyalist parti ve yapının bir araya gelmesi önemsenmelidir. Kurumsallaşması ve gelişmesi için öncelik verilmeli, çaba gösterilmeli, emek verilmelidir. 

Onur HAMZAOĞLU

AKP-MHP iktidarının, 2017-2018 yılında merkez medyanın televizyonu, gazetesi ve dergisiyle kendi paralelindeki bir-iki patronun elinde olabilmesi için yürüttüğü operasyon henüz hafızalardaki canlılığını koruyor.

Geri ödenmesi konusunda herhangi bir adım atılmadığı da bugünlerde kamuoyuna yansıyan, satın alma için gerekli olan yaklaşık 650 milyon TL değerindeki sermaye, bir kamu bankası tarafından neredeyse hibe koşullarında kredi olarak sağlanmıştı.

O dönemde bizzat iktidar tarafından organize edildiği yönünde bilgi ve belgelerin paylaşıldığı bu el değiştirmelerin temel hedefi, son yıllarda net bir biçimde hayata geçti: kamuoyunda "suskunluk" yaratmak.

İktidarın beğenmediği seslere karşı gerçekleştirdiği gözaltı, tutuklama vb. uygulamalar bu medya organları tarafından neredeyse naklen yayınlar biçiminde habere dönüştürüldü.

İktidardan farklı düşündüğü, yanlış bulduğu hatta beğenmediği için aile ortamı dışında, iş yerinde, toplu yaşam alanlarında ve dijital medyada bunları dile getirenler, merkezi olarak yapılan yayınlarda duyduklarıyla, gördükleriyle bir süre sonra azınlıkta olduğu algısına kapıldı. Azınlıkta olduğu duygusu, beraberinde dışlanma kaygısını da tetikledi.

Bu milyonlar, bir süre sonra azınlıkta olanların başına neler geldiğinin korkusuyla da tanıştılar ve kısa sürede içinde korkunun hakimiyetine "teslim" oldular.

Zamanla, farklı düşünüyor, beğenmiyor olsalar da iktidara karşı konuşmaz-konuşamaz, itiraz etmez-edemez hale geldiler, getirildiler.

İktidarın bahsedilen sonuca bu kadar hızlı ulaşabilmesinde elbette dijital medyadaki ücretli trollerinin de katkısını göz ardı etmemek gerekiyor.

Ancak, Türkiye halklarının geldiği/getirildiği bu durum ve izlenen yol dünyada ne ilk ne de son olacak. Hatta, yaklaşık elli yıl kadar önce bir siyaset bilimci tarafından adı bile konmuş: "suskunluk sarmalı".

Suskunluk sarmalı nedir?

Kitle iletişim araçlarının kişileri, grupları ve toplumu susturabilmenin yanı sıra, bazı kişi ve gruplara da konuşma cesareti verebilme gücü üzerinde de duran bir kuram olan "suskunluk sarmalı", siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Naumann tarafından 1974 yılında tanımlanmış. Yapılan gözlemler, insanların azınlık duruma dütüklerinde (ya da böyle algıladıklarında) düşüncelerini, beklentilerini ve/veya tercihlerini ifade etmekten kaçındığını, kendisini sessiz kalmak zorunda hissettiğini, sessiz kaldığını gösterirken, bunun nedenleri arasında kitle iletişim araçlarının da bulunduğunu ortaya koymuş. Hatta, kişilerin toplumdan dışlanma ve baskıya maruz kalma kaygısıyla sessizleşmesinde ve kamuoyunun bu doğrultuda oluşturulmasında kitle iletişim araçlarının-medyanın oynadığı etkin rol bu kuramın sınandığı birçok araştırmada da gösterilmiş. Toplumun önemli bir bölümünün sessiz-suskun kalarak iktidara getirdiği ve iktidarını pekiştirmesine katkı sunduğu Nazilerin, Almanya’da iktidara gelme ve dünyaya yaşattıklarını açıklamada da kullanılan bu kuramın sahibinin yaşam hikayesi konumuz dışında olsa da Berlin, 1916 doğumlu Noelle-Naumann’ın Nazi yanlısı ve Anti-Seministik olmakla eleştirildiği notunu paylaşmamız gerekiyor.

.

Bir süredir yaşananlar gösteriyor ki AKP’nin 2003 yılında hükümeti kurmasının ardından zaman içinde iktidar da olabilmesinde "suskunluk sarmalı" olabildiğince kullanılmış ve etkili de olmuş.

Bununla birlikte, 2021’in son çeyreğinde ve 2022’nin ilk 40 gününde yaşananlar da gösteriyor ki AKP-MHP iktidarının ülkeyi içine soktuğu "krizler sarmalı" eğer ezilenler, ötekileştirilenler adına kullanılabilirse "sessizlik" yerini "ses"e bırakabilecek.

İktidar, bırakalım Pandemiyi, ekonomiyi, enerjiyi, eğitim sistemini yönetmeyi aşırı kar yağışını bile yönetemeyecek durumda. Öyle ki otoyollar, havaalanları kapanıyor, kente 3-4 gün elektrik verilemiyor.

İktidar, önceki yıllarda sahip olduğu rıza araçlarının neredeyse tümünü yitirdi. Elinde yalnızca baskı ve zor kaldı. Onun da hükmü neredeyse dolmak üzere. Öyle ki dil koparma tehditleri dahi sıradanlaştı. Kendisine olan güven her geçen gün daha da erozyona uğruyor, "kayan toprağın altındaki taşlar, kayalar" bir bir ortaya çıkıyor. Bu durum iktidarı daha da baskıcı yapıyor.

Bu iktidar döneminde rafa kaldırılan demokrasi, özgürlük, barış, refah, eşitlik, adalet, sağlık, eğitim bırakalım raftan indirilmeyi üzerleri "örümcek bağladı". Buna karşın, kamuoyu araştırma sonuçlarına göre, iktidar ittifakının kaybettiği oylar karşısındaki ittifaka gitmiyor.

Toplumun özne olmasını sağlamak gerekiyor

Çünkü, iktidarın çözülme belirtileri gösterdiği bir dönemde yaşanan sorunları tanımlamak yetmiyor. Sorunun kimin adına ve nasıl çözüleceğinin de halka anlatılabilmesi gerekiyor.

Evet merkez medya bunun önünde engel. Ancak, alternatiflerini geliştirip yaygınlaştırmak, toplumun dinlemesini değil kendisinin de katılabileceği mekanizmaların kurulması, sokakta buluşmak gerekiyor. İzleyebildiğimiz kadarıyla bunlar da yeterince yapılamıyor.

.

Toplum, muhalefetin ittifakına bugüne kadar "olur" vermiş değil. Görünen o ki seçmen, Türkiye halkları, "oluru" kendisini de sürece katabilecek, seçimlere, meclise sıkışmayan, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, adil, içerde ve dışarda barış ve huzurdan, dayanışmadan yana yeni bir ülkeyi, birlikte yaşamı inşa edebilecek "ÜÇÜNCÜ SEÇENEK"ini bekliyor.

Bunun da tek bir adresi var; solcular ve sosyalistler, onların kurumları-partileri. O nedenle HDP’nin çağrısı ile bir grup sol, sosyalist parti ve yapının bir araya gelmesi önemsenmelidir. Kurumsallaşması ve gelişmesi için öncelik verilmeli, çaba gösterilmeli, emek verilmelidir. Hiçbir sol-sosyalist yapı dışarda tutulmamalı, hiçbir yapı da dışarıda kal(a)bilmek için gerekçe üretmemelidir. Farklılıkları değil, benzerlikleri öncelemenin, büyütmenin ve işlevsel kılmanın zamanı. Kimin başlattığı, kimin yürüttüğü değil, başlamış olması ve kolektif olarak yürütülebiliyor olması önemsenmeli.

Daha da fazla gecikilmemeli. Doğrudan fabrikada, sokakta, tarlada, madende, üniversitede, hastanede, grev çadırlarında emekçilerle, kadınlarla, gençlerle, halkla birlikte, siyasi mücadeleyi gerçekleştirmeyi önüne koyabilen, seçimlere ve meclise sıkışmayan "ÜÇÜNCÜ SEÇENEK", sol ve sosyalist parti ve yapıların bir araya gelişiyle başlamalı. Ardından da sendikalar, demokratik kitle örgütleri ile organik aydınlar da birey olarak katılabilmeli. Böylesi bir "ÜÇÜNCÜ SEÇENEK", işçinin, emekçinin, köylünün, işsizin, gençlerin, kadınların, LGBT+ bireylerin, küçük esnafın, göçmenlerin özetle, ezilen ve ötekileştirilenlerin umudu, zamanı geldiğinde de "kararsızların", "sandığa gitmeyeceğim kararında olanların" tercihi olabilir.

Görünen o ki günümüz Türkiyesi’nde "krizler sarmalı", "suskunluk sarmalı"nı tıkadı. Yeniden işlev kazanmadan gereğini yapabilmek olanağı solun, sosyalistlerin önünde. Tarihi birlikte yazabilmek, kazandık diyebilmek de …

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.