Toplumsallığı anlamak ve yeniden inşa demek

SOYDAN AKAY*

 

Mehmet Sait Üçlü yoldaşın anısına

                                                                              

1. Anla beni

İnsan denilen “muamma” varoluşundan bu yana kendini, doğayı ve evreni, yaşamı anlama arayışında olmuştur. Sadece anladığıyla yetinmemiş, anladığını sürekli yoruma tabi tutarak, zihinsel dönüşümler yaşayarak yeni bilmelere kapı aralamıştır. Geçmişini okumuş, şimdisinin geçmişle bağını kurmuş ve en önemlisi de geleceğini bu diyalektik temelinde kurgulayabilmiştir. Mitolojiler, edebi ve dinsel metinler, felsefi ve bilimsel paradigmalar bu anlama çabasının ürünleridir. Bu süreç insanın hep bir oluş halinde olduğunu göstermektedir. Gramsci insanı zaten bu sebeple “süreç” olarak tanımlamaktadır. Gerçek öykümüz böyle başlamış ve çatallaşarak, farklılaşarak günümüze kadar devam etmiştir.

 Anti-insan ya da anti-toplumsallık olan uygarlıkla/iktidarla beraber, insanın insan olmaktan çıkmışlığıyla karşılaşırız. İktidarcı zihniyet sahipleri kadar nesneleştirdikleri kul-insan da bir “kendinden çıkma”, yabancılaşma trajedisini taşır. Bunun temelinde bilincin, toplumsal bilincin çarpıtılması vardır. İnsan kendi kendinin antisi olmuştur. Psikolojik terimlerle ifade edecek olursak “bölünmüş benlik“tir bu. Varlığın kendi kendiyle toplumsallık aleyhine çelişmesi! Günümüzdeki büyük toplumsal krizler, ekolojik felaketler bu negatif çelişmenin eserleridir. Bütünüyle şimdi ‘ye mahkum olmuş, anlamaktan kopmuştur. Kapitalist modernite ile birlikte insanın insan olmaktan çıkmışlığı derinleşmiştir. Filozof Nietzsche’nin maymun ile insan arasındaki halkayı eleştirip üst insanı (übermensch) işaret etmesi oldukça anlamlıdır. Sonraki felsefeciler ‘insanın “ölümü”nü ilan etmiştir. Hatta “insan-ötesi“ bir çağdan haber verenler bile olmuştur. Şu an içerisinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreğinde bu yüzyıl POST-TRUTH, yani hakikat-ötesi çağ olarak tanımlanmaktadır. Hakikat ötesi! Ya da anlam ötesi! Evet, anlamdan kopmak insan olmaktan kopmaktır. Bu tanımlamalar toplumsallığın ve insanın gerçekten de bittiğini mi anlatır bize? Hayır; biten, insanı anlamsızlıklara gark eden kapitalizmin bizzatihi kendisidir. Veya kapitalist modernitenin krizinin dışavurumudur. Kendini hakikat kılan, algılatan kapitalist sistem bütün zamanların kendine ait olduğunu da iddia etmektedir. Oysa şu yerküremizde farklı zamansallıkları, moderniteleri yaşayan toplumsal birimler mevcuttur. Kapitalist yaşam tarzı Kronosçu (uygarlıksal, düz-çizgisel) olup anti-toplumsallıktır. Toplumsallığın zamanı ise Kairosçu’dur (doğru zaman, değişimlerin doğru zamanı, efsanenin, mitin, özgürlüğün döngüsel, farklılaşarak varolma zamanı). İki zaman, iki insan, anlam ile anlamsızlığın çatışması iç içe devam etmektedir. Zerdüşti kavramlarla ifade edecek olursak; Ahura Mazda (iyilik-toplumsallık) ile Ahriman (kötülük-uygarlık/iktidar) savaş halindedir. İnsanın, kendini anlama ve tanımlama sanatı olan sosyal bilimlerdeki yeni yaklaşımlar bireyin özgürlük arayışına büyük bir ivme katmaktadır. Özgürlük bilinci uyanmaktadır. İnsanın olup bittiği, yani tamamlandığı yanılgısı deşifre olmaktadır. Varlık, bilinçle, farkındalıkla, zamansallıkla (tarihle) bağını bütünlüklü kurduğunda özgür yaşamın sırrına erecektir. Hermetica’daki yüzü peçeli kadın heykelciğinin yanı başındaki levhada yazılı olan, “Hibir ölümlü yüzümdeki örtüyü kaldıramadı,” sözü bu sırrı anlatmaktadır. Aslolan anlamsallık, yorumsallık (hermeneutik) ve arayıştır. Dolayısıyla hakikatın, arayışçısına her daim şu sözleri fısıldadığını unutmamalıyız: Gerçeğin özünde her daim bir miktar belirsizlik vardır. Ben, hep o belirsizliğin, bilinmezliğin içinde saklıyım. Tıpkı tanrısallık gibi; varlığını hissedersin ama göstermez kendini sana. Farklı biçimlerde temaşa eder. Peygamberler, arayışçılar, aşıklar vasıtasıyla inen gathalar, kelamlar, ayetler, şiirler misalidir gerçeğim. Açığa çıkan veya arife ayan olan boyutuna gerçek demeniz yerindedir.   Her hakikat arayışı meşakkatli bir yaşamın ürünüdür. Toplumsallığı anlamak ve yeniden inşa demek, tarih nasıl oluşmuşsa onu öyle anlamaktan geçer. Bir taş parçasını, bir fosili, kayadaki bir figürü, bir kemik ve boncuk tanesini, çanağı, çömleği, dikili taşı, miti ve riti anlamaya çalışmak, oradan yaşamın öyküsünü çekip çıkarmak derin bir sosyolojik bakışla mümkündür.

 

2. Gör beni

Fenomen kelimesi kendini gösterme anlamına gelen Phainesthai fiilinden türetilmiştir; Kendini gösteren, tezahür eden, ayan olan demektir. Diğer bir anlamı da Phaio, gün yüzüne çıkarma, ışığa getirme, fenomenler de bu temelde gün ışığında bulunan ya da ışığa çıkarılabilenlerin tümlüğü anlamına gelir. Yunanlılar buna basitçe “ta onta,” yani var olan ile özdeşleştirmişler. Bu belirlemeleri arkeolog (fenomenolog) ve açığa çıkardıkları (fenomenler) için yorumlamak kanımca aydınlatıcı rol oynayacaktır. İsmi fenomenoloji ile özdeşleşen Edmund Husserl’in (1859-1938) “şeylere yeni bir gözle bakmak gerekiyor” diye özetlediği felsefi bakışını bir yaşam yaklaşımı olarak ele almanın yanında arkeolojik buluntulara, özel olarak da Göbekli Tepe’ye uyarlıyorum. Onun öğrencilerine sık sık, dikkatlerini “şeylerin kendileri’’ne tam anlamıyla verebilmek için görüşlerini bulandıran unsurlardan, alışkanlıklardan, klişe düşüncelerden, ön kabullerden ve genel geçer fikirlerden kurtulup, gözlerini dört açmalarını, onları görmek istedikleri şekilde değil de, tamı tamına göründükleri şekilde betimlemelerini söylediği belirtilir

Karşımızda Göbekli Tepe dikilitaş anıtları; yani fenomenler! Onlar bize, biz ise onlara acayip bir biçimde bakıyoruz. Bilme sınırlarımızın ötesinden çıkıp geldikleri için şaşırmaktan daha doğal ne olabilir ki? Kaldı ki, şaşırmak felsefi yaklaşımın, düşünüşün temel öğesi. Ancak bu şaşırmışlıkta bir kibir, bir kendine sevdalılık var. Verili özne kendine öylesine sevdalı ki 12 bin yıl öncesi insanının büyük ve yaratıcı düşünmüş olabileceğine inanmak istemiyor. Mevcut bilme biçimimiz başlangıcına, öyküsüne, oluşuna aşırı derecede yabancılaştığı için anlayamıyor, göremiyor. Demek ki kazıyı önce kendi zihnimizde başlatmalıyız, kendi bilincimizin arkeoloğu olup kendimizi aydınlığa çıkarmalıyız. Bilincin hep ışıkla, aydınlıkla özdeşleştirilmiş olması olay ve olguları aydınlatma, doğru temelde görmeye işaret etmesindedir. Fenomenoloğun belirttiği üzere görme gücümüzü bulandıran tüm bilmelerden zihnimizi arındırmalıyız, yepyeni bir gözle bakabilmeliyiz.

Göbekli Tepe coğrafyasında yaşayan halkın 12 bin yıllık bir bağı olduğu anlaşılmaktadır. Taş anıtların toprakla örtülmesi ve buranın bir ziyaret olarak anılması, dilek ağacının varlığı yaşayan gerçekliği ifade etmektedir. Tepelerle, dağlarla, tellerle, höyüklerle, taşlarla toplumun gönül bağı var. Görme gücümüz bu hakikati göz önünde bulundurmak durumundadır. Yerin üstündeki toplumsal gerçeklikle, altındaki tarih birbiriyle bağlantılıdır.

Göbekli Tepe Hakikat Levhalarından birinde ANLA ve GÖR BENİ diye yazıyorsa, bir başka levhasında ise, bugüne kadar bildiğiniz her şey değişecek, diye yazmaktadır. Görebildiğimiz, dokunabildiğimiz, görüntüleyebildiğimiz fenomenler dünyası acaba bize ne anlatıyor olabilir? Karşımızda çırılçıplak duran dikili taşların hepsi erkek! “Homolitikler” diyorum onlara, yani “taş insanlar”. Hermetica’daki kadın heykelciği gibi bir şeyler anlatıyorlar. Kazılar devam ediyor. Urfa, Mardin, Antep ve çevresinde Boncuk Tepe, Gürcü Tepe, Karahan Tepe gibi arkeolojik yerler açığa çıkarılıyor. Kastamonu’ya bağlı Araç ilçesinde benzer yapıda Kahin Tepe kazıları devam ediyor. Kazılmayı bekleyen onlarca höyük var.

Yorumlar farklılık arz etse de önemli olan tartışmaktır, anlamaya çalışmaktır. Grupların, bireylerin, akımların, tarihçilerin paradigmatik bakışlarına göre değişik yorumlar var. Ancak tarih, dar klasik akademik tartışmalara, yorumlara hapsedilmemelidir. 12 bin yıllık tarihinden bihaber, günübirlik yaşayan insan tartışmanın içine çekilmeli ve güncelleştirilerek toplumsal insanın konusu haline getirilmelidir. Göbekli Tepe toplumsal varoluşumuzun çok önemli, evrensel bir halkası. Devlet bu alanı 2019’da “Göbekli Tepe Yılı” ilan etti. Amaçları kültürel değerlerin “turizm” adı altında pazarlanmasıdır. Tarihi ve Kürt toplumsal gerçekliğini özünden kopartıp seyirlik bir hale getiriyorlar. Oysa Proto-Kürt kültürünün tarihsel bir kesiti ile yaşayan gerçekliğinin trajedisi, özgürlük arayışı gözler önündedir. Hegemonyacı zihniyetin bu kurnazlığı dikili taşlardaki tilkinin bile dikkatinden kaçmamaktadır! Sanırsın Göbekli Tepe gökten düşmüş! Ulus-devletlerin kırıma uğrattıkları kimlikleri, kültürleri birer “antika” gibi göstermeleri yeni değildir. Göbekli Tepe vb. yerler insanlığın ortak mirasıdır, doğrudur. Peki kimliksizleştirilmiş bir şey nasıl “ortak miras” olabilir? 

3. Özgürlüğün festivalleri ve şölenleri

Demokratik Modernite çağında yaşıyoruz. Daha doğrusu inşa çağındayız. Göbekli Tepe’ye dünyanın dört bir yanından insanlar “turist” olarak geliyor, bol bol selfi çekip ülkelerine dönüyor. Bu geliş gidişlerde tarihe yolculuk yapıp derin manalara ulaşanlar da mutlaka vardır. Bir Japon kadınının tepedeki dilek ağacına sarılıp dua etmesinin kökleriyle buluşması gibi bir anlamı olsa gerek. Bütün mesele Göbekli Tepe halkının ve halklarının muazzam direnişlerinin de görülmesidir. 12 bin yıl önce Ortadoğu’da klan ve kabilelerin Göbekli Tepe’de tapınak etrafında buluşup şölenler düzenledikleri, toplumsallığı kutsadıkları, sorunlarını tartıştıkları varsayılmaktadır. Bu tepe o dönemin akademisi, gıda şölenlerinin düzenlendiği kutsal mekanı ve hac merkezi olarak görülmektedir. Günümüzde de benzer bir rol oynayamazlar mı? Dünyanın her yerinden insanların festivaller, şölenler düzenleyip, ahlaki-politik toplumun inşası için tartışıp gittikleri yerlerde uyguladıkları sosyal bilim akademisine dönüştürmek, kapitalist sistemi ilmek ilmek çözmek için muhteşem mekanlardır. Toplumsallığın bu topraklarda nasıl şekillendiği, yerelden evrensele doğru nasıl bir seyir izlediği, insanın insan oluşunu tattığı bu coğrafya ile bu temelde buluşmak özgürleşmenin de yolu değil midir?

Ruhları anti-kapitalist olan, kalpleri özgürlük ve ekolojik bir toplum için çarpan yeryüzündeki tüm bireyler, farklılıklar ve topluluklar bu topraklara böyle bakmanın zamanı değil midir? Bu toprakların insanlığa armağan ettiği Demokratik Modernite’nin bilgi yapılanması da bilinci de var:  “ÖZGÜRLÜK SOSYOLOJİSİ“

 

* Silivri Kapalı Hapishanesi

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.