Türkiye Rojava’yı çölleştirmek istiyor

Dosya Haberleri —

"10 yıl Rojava-Demokratik bir deneyden bir bölgenin umut ışığına" başlıklı iki günlük konferans çarpıcı tartışmalar ve ilham veren önerilere sahne oldu.

  • Dicle-Fırat suyunun Türkiye tarafından Rojava’ya giden kısmında su akışının bilinçli olarak engellendiğini, diğer su yolları ve kaynaklarına da kritik saldırılar yapıldığını belirten Egîd İbrahim: "Bazı su kaynakları daha önce DAİŞ’in elindeydi ve hiçbir saldırı yapılmıyordu."
  • Türkiye’nin Rojava’nın su politikasını zor kullanarak kendi kontrolüne almak istediğini belirten Nick Hildyard, "2040 yılına kadar 90 milyar metreküp suyun yüzde 80’i Türkiye'nin kontrolünde olacak. Müdahale edilmezse Rojava’yı zor günler bekliyor olacak."
  • Thomas Schmidinger: "Enternasyonalistler olarak önceliğimiz Rojava’nın devlet olarak tanınmasını sağlamak olmalı. Parlamenterler ve gözlemciler gidip Rojava’da araştırmalar yapıyor ve döndüklerinde Rojava’yı dünyaya anlatma şansları oluyor. Bunu teşvik etmeliyiz."

RONÎ PENABER/FRANKFURT

Almanya’nın Frankfurt kentinde Uluslararası insan hakları kuruluşu Medico İnternational ve Rosa Lüxemburg Vakfı’nın 10-11 Eylül tarihleri arasında düzenlediği, “10 yıl Rojava-Demokratik bir deneyden bir bölgenin umut ışığına” başlıklı iki günlük konferans ilkleriyle akıllarda kalmaya devam etti. Çarpıcı tartışmaların ve ilham veren önerilerin damgasını vurduğu konferansın, en merak edilen kısmı şüphesiz iki günlük çalışmanın sonucuna dair verilen ortak mesajlar oldu.

Olağanüstü koşullarda 10 yılını geride bırakan Rojava Devrimi’nin bölge ve dünya halklarına örnek olan kazanımlarıyla, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm felsefesinden ilhamını alan yapısıyla ve devrimci kadın mücadelesinde ifadesini bulan özellikleriyle masaya yatırıldığı konferans, birçok açıdan konuşulmayı hak ediyor. Sadece kazanımların değil hali hazırda devam eden aksaklıkların ve çözüme dair önerilerin de gündeme getirildiği konferans, salondaki Kürdistanlılar ve Avrupalı dostlarının devrime olan inançlarının bir göstergesi oldu. Konferansın ilk gününde çarpıcı konuların tartışıldığı ve önemli mesajların verildiği oturumların haberini okurlarımızla paylaşmıştık. Paylaşamadıklarımızı ise geçen iki günün ardından genel bir çerçevede aktarmak, konferansta geçen genel atmosfere uygun olacaktır.

Su ve hava politikaları

Konferansın ilk gününde dört tarafı kaosla boğuşan Rojava Devrimi’nin nasıl filizlendiği, bu devrimde kadın mücadelesinin bıraktığı silinmez izleri öne çıkan yönleriyle aktarmıştık. Ancak başka önemli başlıklar da vardı ki dünyanın sıcaktan ve susuzluktan kavrulduğu şu günlerde önemi daha da artan su ve hava politikaları. ‘İklim değişikliğinin gölgesinde su politikalarının savaş aracı olarak kullanılması’ başlığında tartışmaya başlatan konuşmacılardan Egîd İbrahim (Right Defense İnitiative) konferansa Rojava’dan bağlanırken, Nick Hildyard (The Corner House) İngiltere’den ve Kathrin Henneberger (Yeşiller Partisi) ise Almanya’dan online olarak katıldı. Ercan Ayboğa, moderatörlüğünü yaptığı oturumda, hazırladığı sunum ile Rojava’daki su politikalarını, Dicle-Fırat nehirlerinin Rojava’daki su kaynaklarının üzerindeki önemini belirterek su kaynaklarının yönetimiyle ilgili başlattıkları kampanyalara ve bölge halklarının su kaynakları üzerindeki haklarına değindi.

Suyumuzu kirletiyorlar

Egîd İbrahim ise Türkiye’den gelerek Suriye’ye uğrayan ve oradan Irak’a yolculuk eden Dicle-Fırat suyunun Türkiye tarafından Rojava’ya giden kısmında su akışının bilinçli olarak engellendiğini, diğer su yolları ve kaynaklarına da kritik saldırılar yapıldığını belirtti. "Bazı su kaynakları daha önce DAİŞ’in elindeydi ve hiçbir saldırı yapılmıyordu. Türkiye tarafından Rojava’ya akan suların kesilmesi bir savaş suçudur" diyen İbrahim, şöyle devam etti: "Özellikle Fırat’ın su seviyesinde Türkiye’nin yaptığı kesintilerden dolayı önemli oranda bir azalma oldu. Buna havanın sıcaklığı, toprak yapısı gibi faktörler de eklenince durum daha kritik bir aşamaya geldi."

7 milyon insan tehlikede

Su kaynaklarının azalmasından ve Türkiye’den gelen suyun kirletilmesinden dolayı hastalanıp ölen çocukların olduğunu belirten İbrahim, "Kuzey ve Doğu Suriye’de yaklaşık 5 milyon insan arasında su kirliliğine bağlı hastalıklar son zamanlarda arttı. Bu durum bize, insanların özellikle susuz bırakılarak veya sular kirletilerek, direncinin kırılıp Rojava dışındaki yerlere göç etmesinin planlandığını gösteriyor. Bu şekilde toplamda 7 milyon insanı suya bağlı sebeplerden ölümle yüz yüze bırakmak, kısıtlı imkanlarla su ihtiyacını gideren köyleri de tamamen çölleştirmek istiyorlar" dedi.

Acil müdahale gerekli

Nick Hildyard, su politikaları kapsamında Avrupa’da yürütülen kampanyalar ve lobi çalışmaları hakkında bilgi verdi. Türkiye’nin Rojava’nın su politikasını zor kullanarak kendi kontrolüne almak istediğini belirten Hildyard, "2040 yılına kadar 90 milyar metreküp suyun yüzde 80’i Türkiye'nin kontrolünde olacak. Müdahale edilmezse Rojava’yı zor günler bekliyor olacak. Bölgedeki suyun tüm bölge halkları tarafından adil kullanımı için Suriye ve Irak anlaşmaya varırken Türkiye bu anlaşmaya imza atmadı" diye vurguladı.

Su silah olarak kullanılıyor

Kathrin Henneberger ise yer altı ve yer üstü sularının insanlığın ortak ve en hayati hakları olduğunu belirtti. Su politikalarının Kürtlere karşı bir silah olarak kullanılmasının suç olduğunu söyleyen Henneberger, "Bu politikaya karşı harekete geçilmeli. Bunun için bürokrasi şart, ancak bürokrasi de zaman alan bir şey ve Rojava’nın bekleyecek zamanı yok" dedi. 

Dört ülkenin ortaklığı!

İlk günden akılda kalan diğer önemli bir tartışma da, savaşın gölgesindeki Rojava’nın uluslararası tanınırlığı ve jeopolitik çıkarları oldu. Konuşmacılar Suriye Demokratik Konseyi Başkanı İlham Ehmed, Siyaset Bilimci-Antropolog Thomas Schmidinger ve Kürt Barış Enstitüsü’nden Kamal Chomani oldu. 

İlham Ehmed, Rojava’daki devrimin de krizin de aynı ölçüde dünyayı ilgilendirdiğini ifade ederek, örnek bir model yaratmaya çalıştıklarını söyledi. Rusya-Ukrayna savaşını fırsat bilerek Rojava’ya saldıran Erdoğan’ın, NATO’nun zaafını da kullanarak PKK’yi ve Kürtleri Avrupa’da terörize etmeye çalıştığını söyleyen Ehmed, şöyle devam etti: "Rojava hava sahasında 24 saat boyunca dronlar hiç eksilmiyor. Günde en az 5-6 defa taciz uçuşları yapılıyor. Özel seçilen yurttaşlarımıza yapılan suikastler de cabası. İşte Türkiye 5 kilometreden (km) 30 km’ye kadar sınırlarımıza girdi. Bu işgal Rusya, İran, Suriye rejimi ve Türkiye arasında yapılan özel bir ortaklıkla oldu. Özyönetimi tasfiye etmek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Özellikle katı bir merkeziyetçilikle yönetilen İran, yanı başında insana ve doğaya bu kadar önem veren, ekolojist ve feminist bir özyönetim istemiyor."

Irak olmamak için

Yaptıkları çalışmaların yerel kalkınma açısından önemine de değinen Ehmed, şunları söyledi: "Suriye Demokratik Meclisi'ni kurarak bütün kesimleri bir araya getirmeye çabalıyoruz. Yanı başımızdaki Irak, çözümsüz kalmış mezhepsel bir kaos örneğidir. Bunun Suriye’nin başına gelmemesi için çalışıyoruz. Diğer taraftan Rojava’da ekonomik bir atılımın gerçekleşmesi gerekiyor. Avrupa’dan Rojava’ya gelerek güzel işler yapabilecek birçok şirket var. Örneğin bir elektrik ve su şirketi Rojava’da bir ilki başarabilir, birçok hayati sorunu çözebilirdi. Ancak sermaye korkaktır ve çatışmanın olduğu yere gitmezler. Bunun için Türkiye’nin saldırılarını bertaraf etmek şart."

Değişimin mimarı olacak

Kemal Chomani ise konuya Irak Kürt cephesinden bakarak şunları söyledi: "Rojava devlet olmayan bir aktör olarak birçok sorunla başa çıkmaya çalışıyor. Buna rağmen bütün bölge halkları için bir umut oldu. Rojava ideolojisinin insanlarda yarattığı bu umut, KDP’yi çıldırtmaya yetiyor. Tam karşısında konumlanmış, kendi otoritesini sarsacak kadar güçlü, renkli bir özyönetim görmek istemiyor. PYD ve Rojava’da kurulan diğer partiler, tüm bölgede bir sempati yaratmış durumda ve inanıyorum ki bu yeni parti ve oluşumlar yeni jenerasyonu da kapsayacak ve değişimin temel mimarı olacak."

Ziyaretler devam etmeli

Thomas Schmidinger ise, "Enternasyonalistler olarak önceliğimiz Rojava’nın devlet olarak tanınmasını sağlamak olmalı. Atılacak birçok adım devletler hukukuna göre yapılıyor ve burada söz hakkımız olmalı. Parlamenterler ve gözlemciler gidip Rojava’da araştırmalar yapıyorlar ve döndüklerinde Rojava’yı dünyaya anlatma şansları oluyor. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı dikkatleri dağıttı ve savaş uzun sürerse Rojava’nın unutulma tehlikesi var. Bu yüzden diplomat ve parlamenterleri elimizden geldiği kadar bu ziyaretlere teşvik etmeliyiz" dedi. 

Hararetli geçen ilk günün ardından

Konferansın ikinci gününde yapılan tartışmalarda, son dönemlerde oldukça yaygınlaşan dron kullanımı ve askeri ihracatlardı. Yine Kuzey-Doğu Suriye’de devam eden altyapı sorunlarına kadar birçok teknik konu tartışıldı. Rosa Luxemburg Vakfı’ndan Araştırmacı Jan van Aken, Aktivist ve gazeteci Matthias Monroy ile Rojava Bilgi Merkezi (RIC) Kurucularından Chole Troadec, Türk devletinin Rojava’da dronlarla işlediği savaş suçlarını ve bu dronların sivil halk üzerinde yarattığı travmaları tartışacakken oturumun moderatörü Medico İnternational’den Karin Zennig, Öcalan’ın felsefesinden ilhamını alan ve örnek bir rol model yaratan Rojava sisteminin otoriter bölge ülkelerinde bir korku yarattığını vurgulamadan edemedi.

Amaç motivasyonu kırmak

Konuşmacılardan Chole Troadec, hazırladığı görsel sunum ile Rojava’ya yapılan dron saldırılarında öncelikli olarak nelerin hedeflendiğini ve ne sıklıkta yapıldığını anlattı. Troadec, şunları söyledi: Özellikle QSD ve PYD üyelerini hedef alan saldırılar yapılıyor. Dron saldırılarında hedef hiç şaşmıyor. Resimlerde de gördüğünüz gibi yolda geçen araç hedef alınmış ancak mekanlarda hasar yok. Sadece belli isimleri hedef alarak asayişin ve yönetim birimleri arasındaki koordinasyonun bozulmasını istiyorlar. Böylece devrimin özellikle iç işleyişinde önemli olan askeri idari birimleri zayıflatmayı amaçlıyorlar. Ferhat Şiblî, Jîyan Tolhildan gibi infial yaratacak isimleri seçerek moral bir kırılma yaratılmaya çalışılıyor." 

Bakmayın ‘Türk malı’ yazdığına

Matthias Monroy ise 2013 ve 2018 yılları arasında Türkiye ile Çin arasında yoğun bir dron ticareti olduğunu belirterek, dronlarla saldırı yapılan ülkelerin bir listesini gösterdi. Monroy, "Düşünün ki Etiyopya’da Türkiye’nin sattığı dronlarla siviller katlediliyor ve şu ana kadar bundan sorumlu tutulmuş değil. MIA roketlerini Almanya’dan alan Türkiye, bunu kendine göre düzenleyip yapılandırarak Kürdistan’da kullanıyor. Yani aslında 'biz geliştirdik' dediği o roketler Alman yapımı. Yine Türkiye’nin Ermenistan’ı vurması için Azerbaycan’a verdiği dron lenslerinin, yapılan incelemeler sonucunda Alman yapımı olduğu ortaya çıktı. Dış kısmını değiştirerek Türk yapımıymış gibi gösteriyorlar ve böylece Almanya’yı suçlanmaktan kurtarıyorlar. Bugün Türkiye’ye bu şekilde askeri mühimmatı parçalar halinde satan onlarca ülke var ancak hiçbirinin adını bilmiyoruz" dedi.

 

Almanya’nın suçu

Jan van Aken ise, "Almanya Türkiye’ye tank satışını açıktan yapıyor, bunu biliyoruz ancak tank başka bir şey dron başka. Resmi verileri bilen biri olarak söylüyorum, son 20 yılda hiçbir ülke Türkiye kadar Almanya’dan silah satın almadı. Satışlar o kadar yoğun oldu ki şimdi Türkiye aldığı mühimmatlar üzerinde kendi çalışmalarını yapıyor ve bu şekilde Almanya sayesinde dron üretecek seviyeye geldi" diye konuştu.

***

Sessizliği kim bozacak

’İnsan Hakları Bağlamında Savaş Mağdurları için Adalet’ başlığının tartışıldığı oturuma ise Egîd İbrahim (Right Defense Initiative), Andreas Schüller (Avrupa Anayasal ve İnsan Hakları Merkezi-ECCHR) Kamal Sido (Tehdit Altındaki Halklar Derneği) ve Katrin Langensiepen (Yeşiller Partisi) katıldı.

Efrîn doğumlu Kamal Sîdo, konuşmasına doğup büyüdüğü memleketini anlatarak başladı. "Ben Kürtçe’yi Rusya’da Erivan radyosundan öğrendim" diyen Sîdo, PYD-YPG tarafından özgürleştirilen Efrîn’i ve sonrasında işgal edilen Afrin’i karşılaştırırken duygusal anlar yaşadı. Sîdo, doğup büyüdüğü köyün bile adının değiştirildiğini öğrendiğinde göğsüne bir hançer saplandığını söyleyerek şöyle devam etti: "Köyüme yıllar sonra gittiğimde PYD kontrolündeydi. İlk karşılaştığım manzara elinde Kürtçe bir kitapla ortalıkta gezen bir çocuk oldu. Gözlerim doldu. Orası DAİŞ’in zulmündeyken değil ellerde bir kitap görmek, kendi dilinizi bile konuşamazdınız. Şimdi Türkler yaktı, yıktı ve dünya durup seyretti. Büyüklerimizin mezarlarını yıktılar, gördükleri her yere bayraklarını astılar, kendi paralarını soktular. Zeytin ağaçlarımızı bile söküp götürüyorlar. Türkiye’deki Kürtçe yasağını orada da uyguluyorlar. Üstelik bunu eski cihatçılar eliyle yapıyorlar. Hiçbiri Efrînli değil. Şimdi soruyorum, dünya ne zamana kadar essiz kalacak? Bu sessizliği kim bozacak?"

Belgeliyoruz

Meseleye uluslararası hukuk bağlamında yaklaştıklarını belirten Egîd İbrahim, şöyle dedi: "Tüm savaş kurbanları ve mağdurlarının haklarının iade edilmesi ve hesabının sorulması için mücadele ediyoruz. Son zamanlarda sağlıkçılarımıza yönelik saldırılar da artmaya başladı. Amacımız konuyu her boyutuyla uluslararası mahkemelere taşımak. Bunun için hazırladığımız raporlar var. Sivillere yönelik her şiddeti belgelemek zorundayız. Türk saldırılarının yoğunlaştığı 2018-2022 yılları arasında trajedilerle dolu yüzlerce kayıt, belge var."

Hesabı sorulmalı

Katrin Langensiepen ise, Rusya ve Suriye tarafından kabul edilecek resmi bir statünün Türkiye’yi de bağlayacağını ifade etti. Avrupa parlamentolarında konuyu sürekli gündemde tutmak gerektiğini ve bunun için çalıştıklarını belirten Langensiepen, "Almanya’nın mülteciler için Türkiye’ye gönderdiği ekonomik yardımın nerelere harcandığı, Suriye’ye gönderilen yardımdan neden Kürtlerin faydalanmadığının hesabını Esad’a sormamız gerekiyor" diye vurguladı.

***

Nihai çözüm

İki gün süren konferansın en merak edilen kısmı haliyle son oturum oldu. ‘Rojava’nın 10. Yıl Perspektifi’ başlığı altında yapılan oturumda konuşmacılar Demokratik Suriye Konseyi Başkanı İlham Ehmed, konferansın organizatörlerinden Anita Starosta ve Siyaset Bilimci Kristin Helberg oldu.

İlk söz alan İlham Ehmed, son dönemde yoğunlaşan saldırıların AKP iktidarının bir çıkış yolu bulamayınca başvurduğu kirli bir seçenek olduğunu ancak yine de konuya bu kadar basit yaklaşmadıklarını belirterek, şöyle konuştu: "Suriye’de nihai bir çözüm, Türkiye’nin sadece Kürtlere değil, Kürtlerin yanında yerini alan tüm bölge halklarına da yaklaşımını etkileyecektir. O yüzden bu aşamada demokratik güçlü bir muhalefetin inşası çok önemli. Türkiye’deki nihai bir çözüm de aynı şekilde Suriye’yi etkiler. Biz Türkiye ile diyalog kanallarını ne zaman açtıysak onlar da o kadar kapatmaya çalıştı. Çünkü halklar arasında bir yakınlaşma asla istemedikleri bir şey. Öte yandan Rusya Suriye’de Amerika’yı ve koalisyon güçlerini istemiyor ama buranın kaderi de sadece Türkiye ve Rusya’nın insafına bırakılamaz. Rusya Kürtlerin iyiliği için Türkiye’yi engelleyecek bir ülke değil." 

Heyva Sor için Avrupa’da çalışmalıyız

Anita Starosta ise Rojava’da 10 yıldır faaliyet yürüten Heyva Sor a Kurdistan’ın sadece birkaç doktorla yola çıktığını ve şu an 2 bin 500 çalışana ulaştığını gururla belirterek, "Heyva Sor şu an Rojava’da Êzîdî doktorlar, Süryani hemşirelerle dolu rengarenk ve güçlü bir organizasyon oldu. Bu gurur hepimize yeter ancak yetmemeli. Oradaki çalışmanın önemini Almanya’ya taşımalı, Heyva Sor için Avrupa genelinde mali çalışmalar yürütmeliyiz. Derdimiz para değil ama orada bir savaş var ve suya bağlı hastalıkların arttığını da konuşmuştuk. Bunlar için gerekli olan cihaz ve ilaçlar bedava satılmıyor. Madem ki bu çalışmaları yerinde gördük, ikna olduk, o halde daha iyi seviyelere ulaştırmak için mali çalışmalar yürütmeliyiz" dedi.

***

Sonuca dair…

Konferansın sonuna gelindiğinde iki günlük tartışmaların ve soru-cevapların yarattığı ruh haliyle gözler İlham Ehmed’e yönelmiş, bir son söz söylemesini beklemekteydi. Öyle de oldu. Duru ve akıcı Kürtçesiyle 3 başlıkta özetledi tartışmaların amacını:

1- Amacımız, ne olursa olsun Suriye içinde rede-facto bir yapı.

2- Çoğulculuk için Suriye’deki her türlü muhalefetin birliği ve siyasete aktif katılımı.

3- Ekonomik kalkınma ve yeniden inşa süreci için Avrupa’daki iş çevreleriyle kapsamlı görüşmeler yapılması.

* * * 

Konferanstan kısa kısa!

Rojava Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Direktörü Dr. Sardar Saadi konferansta Avrupa'nın başkentlerinde Rojava Üniversitesi’ne bağlı fakülteler kurulması için çalışmalara başladığını söyledi. Oturum bitiminde yanına gidip sordum nasıl olacak bu? Ve çalışmalar ne aşamada?

"Avrupa’da 400’ün üzerinde Kürt akademisyen var. Hepsi de bu konuya sıcak bakıyor. İlk etapta Sosyal Bilimler Enstitüleri şeklinde başlatmayı düşünüyoruz. Eğitim dili Kürtçe ve İngilizce olacak. Uluslararası tanınırlık ve yer bulma sıkıntımız yok ancak mali bir destek gerekiyor. Evet, şimdilik tek sorun gerçekten bu."

Aman doktor!

Yıllardır Rojava’daki Heyva Sor a Kurdistan’da acil doktoru olarak görev yapan Michael Wilk, "Türk dronların yarattığı psikolojik travmayı nasıl tedavi edeceğiz. 2017’de Reqa’da hizmet verirken sivillerin üzerinden uçan dronlar yüzünden halkı bir arada tutamadık. Bir kişi örneğin cezaevi önünde yakınını görmeyi beklerken, ya da boş bir arazide hayvan otlatırken başına ne geleceğini kimse bilmiyor. Her an her yerde dronların hedefi olabiliriz. Alman parlamenterlere dönerek, "Bunu siz de değilseniz kim durduracak?" diye sordu.

Türkiye annemin mezarını yerle bir etti

Kamal Sîdo ise yüksek sesle yaptığı hararetli ve bir o kadar duygusal konuşmasında sorduğu, "Bu sessizliği kim bozacak?" sorusuyla salonu bir anda hareketlendirdi. Efrînli bir dinleyicinin mikrofonu kapıp söylediği, "Mamo Kamal bana annemin yıkılan mezarını hatırlattı. Türkiye işgal ettiği Efrîn’de annemin mezarını yerle bir etti. Bunun savaşla ne ilgisi var? Evet gerçekten ben de soruyorum, bu vahşeti kim durduracak?"

Kedidir o…

Ercan Ayboğa’nın moderatörlüğünü yaptığı Rojava’daki elektrik ve su politikaları oturumunda Rojava’dan online olarak bağlanan Egîd İbrahim’in tam, "Suyumuzu defalarca kestiler" dediği sırada, internet bağlantısı kesildi. Ve 5 dakika süren kesintiye dair açıklama yapan Ayboğa, "Galiba Rojava’da bu sefer de elektriğimizi kestiler" deyince, salondan destek alkışları yükseldi.

6 kişilik çevirmen ordusu

Kürtçe, Arapça, Almanca ve İngilizce yapılan konuşmaların her biri salondaki Kürdistanlı ve dostları için ayrı ayrı dillere çevrildi. Konuşmasını Arapça ve yazılı olarak yapan Dr. Nazira Gorayeva’nın hızına yetişemeyen çevirmenler kısa süreli bir kriz yaşadıysa da iki günlük konferansın arka plandaki en büyük emektarlarından oldular.

İlham veren sorular...

*Alman parlamenter ve araştırmacılar Rojava’ya çok sık gidip geliyor. Almanya’dan Rojava’ya Hewlêr üzerinden direkt uçuş sağlanamaz mı? Bunun ön koşulu nedir?

*Her yıl Avrupa’dan 1 milyon Euro Suriye’ye gönderiliyor. Alman vekiller parlamentoya sunmalı. Bu paranın yüzde 80’i Esad’ın kontrolünde nereye harcanıyor?

*Almanya’da Rojava için toplanan tıbbi ilaçlar ve teçhizatlar Heyva Sor’a nasıl ulaştırılabilir?

*Avrupa’dan Rojava’ya yapılacak kurumsal ve bireysel mali yardımların şeffaflık ilkesi çerçevesinde ve güvenli bir şekilde ulaşması için Rojava bankası kurulabilir mi?

*Alman vatandaşı olmuş Suriyeli Kürt ve Arap iş insanlarının hala Suriye’de malı ve toprağı var. Öncelikle bu insanların Rojava'ya giderek şirket kurması daha kolay olmaz mı?

*Avrupa’da Rojava’ya bağlı bir üniversite kurulabilir mi? Ayrıca bu üniversitenin Kürt dostu parlamenterler ve çevrelerin aracılığıyla uluslararası tanınırlığı sağlanabilir mi? Cevap EVET, sonrası ALKIŞ…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.