Türkiye Rojava’yı çölleştirmek istiyor

Dosya Haberleri —

14 Eylül 2022 Çarşamba - 20:00

"10 yıl Rojava-Demokratik bir deneyden bir bölgenin umut ışığına" başlıklı iki günlük konferans çarpıcı tartışmalar ve ilham veren önerilere sahne oldu.

  • Dicle-Fırat suyunun Türkiye tarafından Rojava’ya giden kısmında su akışının bilinçli olarak engellendiğini, diğer su yolları ve kaynaklarına da kritik saldırılar yapıldığını belirten Egîd İbrahim: "Bazı su kaynakları daha önce DAİŞ’in elindeydi ve hiçbir saldırı yapılmıyordu."
  • Türkiye’nin Rojava’nın su politikasını zor kullanarak kendi kontrolüne almak istediğini belirten Nick Hildyard, "2040 yılına kadar 90 milyar metreküp suyun yüzde 80’i Türkiye'nin kontrolünde olacak. Müdahale edilmezse Rojava’yı zor günler bekliyor olacak."
  • Thomas Schmidinger: "Enternasyonalistler olarak önceliğimiz Rojava’nın devlet olarak tanınmasını sağlamak olmalı. Parlamenterler ve gözlemciler gidip Rojava’da araştırmalar yapıyor ve döndüklerinde Rojava’yı dünyaya anlatma şansları oluyor. Bunu teşvik etmeliyiz."

RONÎ PENABER/FRANKFURT

Almanya’nın Frankfurt kentinde Uluslararası insan hakları kuruluşu Medico İnternational ve Rosa Lüxemburg Vakfı’nın 10-11 Eylül tarihleri arasında düzenlediği, “10 yıl Rojava-Demokratik bir deneyden bir bölgenin umut ışığına” başlıklı iki günlük konferans ilkleriyle akıllarda kalmaya devam etti. Çarpıcı tartışmaların ve ilham veren önerilerin damgasını vurduğu konferansın, en merak edilen kısmı şüphesiz iki günlük çalışmanın sonucuna dair verilen ortak mesajlar oldu.

Olağanüstü koşullarda 10 yılını geride bırakan Rojava Devrimi’nin bölge ve dünya halklarına örnek olan kazanımlarıyla, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Demokratik Konfederalizm felsefesinden ilhamını alan yapısıyla ve devrimci kadın mücadelesinde ifadesini bulan özellikleriyle masaya yatırıldığı konferans, birçok açıdan konuşulmayı hak ediyor. Sadece kazanımların değil hali hazırda devam eden aksaklıkların ve çözüme dair önerilerin de gündeme getirildiği konferans, salondaki Kürdistanlılar ve Avrupalı dostlarının devrime olan inançlarının bir göstergesi oldu. Konferansın ilk gününde çarpıcı konuların tartışıldığı ve önemli mesajların verildiği oturumların haberini okurlarımızla paylaşmıştık. Paylaşamadıklarımızı ise geçen iki günün ardından genel bir çerçevede aktarmak, konferansta geçen genel atmosfere uygun olacaktır.

Su ve hava politikaları

Konferansın ilk gününde dört tarafı kaosla boğuşan Rojava Devrimi’nin nasıl filizlendiği, bu devrimde kadın mücadelesinin bıraktığı silinmez izleri öne çıkan yönleriyle aktarmıştık. Ancak başka önemli başlıklar da vardı ki dünyanın sıcaktan ve susuzluktan kavrulduğu şu günlerde önemi daha da artan su ve hava politikaları. ‘İklim değişikliğinin gölgesinde su politikalarının savaş aracı olarak kullanılması’ başlığında tartışmaya başlatan konuşmacılardan Egîd İbrahim (Right Defense İnitiative) konferansa Rojava’dan bağlanırken, Nick Hildyard (The Corner House) İngiltere’den ve Kathrin Henneberger (Yeşiller Partisi) ise Almanya’dan online olarak katıldı. Ercan Ayboğa, moderatörlüğünü yaptığı oturumda, hazırladığı sunum ile Rojava’daki su politikalarını, Dicle-Fırat nehirlerinin Rojava’daki su kaynaklarının üzerindeki önemini belirterek su kaynaklarının yönetimiyle ilgili başlattıkları kampanyalara ve bölge halklarının su kaynakları üzerindeki haklarına değindi.

Suyumuzu kirletiyorlar

Egîd İbrahim ise Türkiye’den gelerek Suriye’ye uğrayan ve oradan Irak’a yolculuk eden Dicle-Fırat suyunun Türkiye tarafından Rojava’ya giden kısmında su akışının bilinçli olarak engellendiğini, diğer su yolları ve kaynaklarına da kritik saldırılar yapıldığını belirtti. "Bazı su kaynakları daha önce DAİŞ’in elindeydi ve hiçbir saldırı yapılmıyordu. Türkiye tarafından Rojava’ya akan suların kesilmesi bir savaş suçudur" diyen İbrahim, şöyle devam etti: "Özellikle Fırat’ın su seviyesinde Türkiye’nin yaptığı kesintilerden dolayı önemli oranda bir azalma oldu. Buna havanın sıcaklığı, toprak yapısı gibi faktörler de eklenince durum daha kritik bir aşamaya geldi."

7 milyon insan tehlikede

Su kaynaklarının azalmasından ve Türkiye’den gelen suyun kirletilmesinden dolayı hastalanıp ölen çocukların olduğunu belirten İbrahim, "Kuzey ve Doğu Suriye’de yaklaşık 5 milyon insan arasında su kirliliğine bağlı hastalıklar son zamanlarda arttı. Bu durum bize, insanların özellikle susuz bırakılarak veya sular kirletilerek, direncinin kırılıp Rojava dışındaki yerlere göç etmesinin planlandığını gösteriyor. Bu şekilde toplamda 7 milyon insanı suya bağlı sebeplerden ölümle yüz yüze bırakmak, kısıtlı imkanlarla su ihtiyacını gideren köyleri de tamamen çölleştirmek istiyorlar" dedi.

Acil müdahale gerekli

Nick Hildyard, su politikaları kapsamında Avrupa’da yürütülen kampanyalar ve lobi çalışmaları hakkında bilgi verdi. Türkiye’nin Rojava’nın su politikasını zor kullanarak kendi kontrolüne almak istediğini belirten Hildyard, "2040 yılına kadar 90 milyar metreküp suyun yüzde 80’i Türkiye'nin kontrolünde olacak. Müdahale edilmezse Rojava’yı zor günler bekliyor olacak. Bölgedeki suyun tüm bölge halkları tarafından adil kullanımı için Suriye ve Irak anlaşmaya varırken Türkiye bu anlaşmaya imza atmadı" diye vurguladı.

Su silah olarak kullanılıyor

Kathrin Henneberger ise yer altı ve yer üstü sularının insanlığın ortak ve en hayati hakları olduğunu belirtti. Su politikalarının Kürtlere karşı bir silah olarak kullanılmasının suç olduğunu söyleyen Henneberger, "Bu politikaya karşı harekete geçilmeli. Bunun için bürokrasi şart, ancak bürokrasi de zaman alan bir şey ve Rojava’nın bekleyecek zamanı yok" dedi. 

Dört ülkenin ortaklığı!

İlk günden akılda kalan diğer önemli bir tartışma da, savaşın gölgesindeki Rojava’nın uluslararası tanınırlığı ve jeopolitik çıkarları oldu. Konuşmacılar Suriye Demokratik Konseyi Başkanı İlham Ehmed, Siyaset Bilimci-Antropolog Thomas Schmidinger ve Kürt Barış Enstitüsü’nden Kamal Chomani oldu. 

İlham Ehmed, Rojava’daki devrimin de krizin de aynı ölçüde dünyayı ilgilendirdiğini ifade ederek, örnek bir model yaratmaya çalıştıklarını söyledi. Rusya-Ukrayna savaşını fırsat bilerek Rojava’ya saldıran Erdoğan’ın, NATO’nun zaafını da kullanarak PKK’yi ve Kürtleri Avrupa’da terörize etmeye çalıştığını söyleyen Ehmed, şöyle devam etti: "Rojava hava sahasında 24 saat boyunca dronlar hiç eksilmiyor. Günde en az 5-6 defa taciz uçuşları yapılıyor. Özel seçilen yurttaşlarımıza yapılan suikastler de cabası. İşte Türkiye 5 kilometreden (km) 30 km’ye kadar sınırlarımıza girdi. Bu işgal Rusya, İran, Suriye rejimi ve Türkiye arasında yapılan özel bir ortaklıkla oldu. Özyönetimi tasfiye etmek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Özellikle katı bir merkeziyetçilikle yönetilen İran, yanı başında insana ve doğaya bu kadar önem veren, ekolojist ve feminist bir özyönetim istemiyor."

Irak olmamak için

Yaptıkları çalışmaların yerel kalkınma açısından önemine de değinen Ehmed, şunları söyledi: "Suriye Demokratik Meclisi'ni kurarak bütün kesimleri bir araya getirmeye çabalıyoruz. Yanı başımızdaki Irak, çözümsüz kalmış mezhepsel bir kaos örneğidir. Bunun Suriye’nin başına gelmemesi için çalışıyoruz. Diğer taraftan Rojava’da ekonomik bir atılımın gerçekleşmesi gerekiyor. Avrupa’dan Rojava’ya gelerek güzel işler yapabilecek birçok şirket var. Örneğin bir elektrik ve su şirketi Rojava’da bir ilki başarabilir, birçok hayati sorunu çözebilirdi. Ancak sermaye korkaktır ve çatışmanın olduğu yere gitmezler. Bunun için Türkiye’nin saldırılarını bertaraf etmek şart."

Değişimin mimarı olacak

Kemal Chomani ise konuya Irak Kürt cephesinden bakarak şunları söyledi: "Rojava devlet olmayan bir aktör olarak birçok sorunla başa çıkmaya çalışıyor. Buna rağmen bütün bölge halkları için bir umut oldu. Rojava ideolojisinin insanlarda yarattığı bu umut, KDP’yi çıldırtmaya yetiyor. Tam karşısında konumlanmış, kendi otoritesini sarsacak kadar güçlü, renkli bir özyönetim görmek istemiyor. PYD ve Rojava’da kurulan diğer partiler, tüm bölgede bir sempati yaratmış durumda ve inanıyorum ki bu yeni pa