Akışın sevincinde hakikati göstermek

  • Dağ, yani gerilla sanatı savaş gerçeği içinde şekillenmiştir. Çok sayıda öykü, roman, şiir ve günlük yazıldı bu savaşın içinde. Binlerce örnek verilebilir ama esas bilinmesi gereken, Kürt sanat ve aydın camiasının bu hazineyi hala yeterince okumamış, anlamlandıramamış olmasıdır. 

EZDA STARA

 

Sanat en büyük metafiziktir, dinden dahi büyüktür. Din, insanın tanrı imgesiyle kaygı ve korkularını bastırma formudur ama sanat insanın kendine has tüm duyguları sınırsız sayıda formda, sınırsız sayıda enstrümanla aktarma biçimidir. Söz gelimi ibadet etmeyebilir, bir tanrıya inanmayabilir, bilinmezci kalabilirsiniz ama şarkısız, şiirsiz, ağıtsız, mizahsız yaşayamazsınız. Herhangi bir acı size önce tanrıyı hatırlatmaz; size sizi hatırlatır. İnsan olarak manevi varlığınızı, yani kalbinizi hatırlatır. İnsanın kalbinden daha büyük çaresizliği yoktur. Sanat işte bu büyük çaresizlikle ilgilenir, onu anlatır. Çünkü kalbiniz aynı zamanda hatıralarınızın manevi mekanıdır ve o hatıralar şiire, şarkıya, romana, heykele, resme sadece kısacık anılarını bırakır. Acı ve anlam bu anılarda yaşam bulur; sanat da kalpteki bu anların peşindedir, onları aktarmak için devinir. Bu önerme birey için geçerli olduğu kadar toplum için de geçerlidir. Bu bağlamda toplum, özellikle de Kürt gerçeği üzerine konuştuklarımızdan çok konuşamadıklarımız, yazdıklarımızdan çok yazamadıklarımız vardır. Ölüm, savaş, aşk, zulüm, ayrılık gibi acılar, sevinç, neşe, umut gibi duygular insanın baş edemediği varoluşsal sancılardır; işte bu sancıları bireysel veya toplumsal bir yerden anlatma çabasıdır sanat. Anlatmazsak ölürüz, ölmemek için sanata sığınırız. 

Yunanlar "acıyı sanatla yönetmek" penceresinden tragedya sanatını yaratmışlardır. O büyük savaşların acılarına sanatla dayanmaya çalışmışlardır. Ölümü kahramanlık anlatılarıyla katlanılır kılmışlardır; sanat acıyı yönetmektir çünkü. Sümer Uygarlığı tarihin ilk sınıf, kadın ve iktidar çelişkilerinin yaşandığı süreçtir. Büyük politik çatışmalar tarihinin başladığı bu uygarlık, sanatı mitolojik bir yerden üretmiştir. İnnana’nın tarihin ilk destanı Gılgamış’ta dillendirdiği şiirindeki acının politik doygunluğu hâlâ aşılabilmiş değil;

 

"Ben ki Tanrıça İştar’ım,

Hayat denilenim,

Siz bana ölüm deseniz bile.

Yasa denilenim,

Siz bana kuraldışı deseniz de.

Aradığınız benim,

Ve bulduğunuz.

Dört bir yana saçtınız beni

Ve şimdi parçalarımı topluyorsunuz."

 

Rönesans tarihin en büyük ahlaki-politik olaylardan biridir ve sanat yolu ile politika yapmak gibi benzersiz bir deha gerçekleştirmiştir. Rönesans sanatından öğrendiğimiz şudur; insan politik varlık olmayı başardıkça sanat yapabilir; sanat da gerçeklik gücüne kavuştukça ahlakın ve etiğin politikasını üretebilir. İşte bu bağlamda Rönesans'ın akabinde ortaya çıkan Shakespeare da tragedyalarında bu politik çelişkiyi temel alır, Goethe muazzam politik yargılamanın sanatını yapmıştır, Ehmedê Xanî aşkın politik gerçeklikle ilişkisini en sarsıcı lirizm ile anlatmıştır. Günümüzdeki toplumumuza daha yakın olan Şakiro örneğinde de baştan sona politikanın sosyolojisini görürüz. Adorno, gerçeğin politikasını yapmayacaksa "şiir sussun" der. Adorno'nun bu önermesinden yola çıkıp değerlendirdiğimizde Derweşê Evdî destanı da tek başına sanatın politik olduğu iddiasını sunar ve "insan bir gerçeğin kurbanıdır" der bize. Peki buradaki gerçek nedir? Sömürgeleştirilmiş toplumun uğradığı ihanet, yalnızlık ve kahramanlık üçlemesidir. Edûlê anlatır, anlatmasa ölecektir. Edûlê ölüme direnir, sanatla gerçeğini yaşatır. 

Kürt sanat ve estetik pratiklerine baktığımızda onların da tıpkı Yunanlar gibi sanatı acıyı yönetme yöntemi olarak ele aldığını görürüz. Dengbêjlik, mitolojik anlatılar, deyişler ve ağıt kültürüyle dünyayı yorumlamış, hakikati açıklamış, dayanmasını öğrenmişlerdir. Yaresan inancında kadın şairlerin şiirlerini sazla dile getirişi, Kürt Aleviliğindeki deyişler, dengbêjlik, Ehmedê Xanî, Baba Tahirê Uryan, Feqiyê Teyran, Cigerxwîn vb. Kürt sanatı için evrensel değer kazanmış sütunlardır. Dolayısıyla Kürt sanatında temelin oldukça sağlam olduğunu söylemek mümkün. Ancak yüzyıllık Kürt inkarı, asimilasyon ve imhanın öncelikle Kürt kültür soykırımını hedeflediği de su götürmez bir gerçek. Kültür sadece dil ve gelenek değildir; kültür bir toplumun ahlak, etik, estetik ve sanat ile ilgili düşüncelerinin, davranışlarının ve duygularının, yani zihinsel kapasitelerinin açıklama ve anlamlarıdır.

Her toplumun en yüksek anlatı ve anlamlandırma yeteneği kendini kültürün içerisinde ifade eder. Nasıl düşünür, nasıl duygulanır, nasıl anlamlandırır, nasıl yaşar gibi soruların en temel insani karşılığı burada kendini görünür kılar. Dolayısıyla Kürdün dilini konuşamaması demek, insan olarak var olamaması demektir. Salt maddi varlık olmak, metafizikten arındırılmak, metafizik gerçeklerin dışına itilerek insan vasıflarının dışına alınmak insandışılaşmaktır. Kendini açıklayamamak kölelikten de öte bir durumdur çünkü. Sanat yapamamak, felsefe yapamamak, politika yapamamak demektir. Kahrolup boğulmaktan, yok olmaktan öte ne olabilir ki bu! 

Düşünmeyi hatırlamak

Kendi olamama ve kendini ifade edememe problemi Kürt sanatında fazlasıyla acıklı bir gerçektir. Bunun en yakıcı örneklerinden biri Yusuf Zaxoyî'nin katlidir. Yusuf Zaxoyî şarkılarında "Kürdistan" diyemediği için ''Heger dinya hemû gul bît / gulek tenê besî min e'' demiş ve Saddam tarafından 24 yaşında şarkılarında gizli politik mesajlar verdiği gerekçesiyle idam edilmiştir. Mihemed Şêxo "Gulê nadim malê dinê / Ez ser gulê têm kuştinê" derken Kürdistan'ı gül imgesi üzerinden tarifler ve uğruna ödenen bedelleri dile getirir. Sanat ki içsel hakikatin en dolayımsız aktarma yöntemidir. Kürtler ise sanatlarında hakikati dolaylayarak, kodlayarak dile getirmiştir. Yani Kürdistan'ın binlerce yıllık işgali bu coğrafyadaki sanatın hakikatle ilişkisine de darbe vurmuştur. Yanı sıra Kürt dengbêjliği veya stranları ağır yenilgiye ağıtlara dönüşmüştür. Çaresizlik ve kadercilik ''Felek te çi bi me kir'', ''Birîndar im, birîna min kûr e'' gibi ifadelerde yer bulmuş, bu da işgalci karşısında tükenmiş bir Kürt imajı yaratmıştır. 

Oysa Kürt Özgürlük Hareketi'nin ortaya çıkışı ile yeni bir duygu fışkırır en çorak topraklardan. Hasekeli Tacedîn Hisên 1980 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın fotoğrafını gördüğünde öyle duygulanır ki bu fotoğraf karşısında ''Waye PKK rabû / L' deşt û çiya belav bû / Kulîlkên welat sor bûn / Bilbil bi gulan şa bû" şiirini yazar. Hozan Mizgîn ise bu şiiri 1983'te Hozan Sefkan'la birlikte besteler. Bu duygu ayaklanmasına dair stranlar üzerinden bir karşılaştırma yaparsak; "Gulam kirin çar par"a karşılık ''Sorgulam Kurdistan e'', ''Emrê min çardeh e / Xuya dikim mîna kalan''a karşılık, ''Îro çerxa şoreşê fireh digerîne'', ''Ax lê qederê''ye karşılık, '' Canê canê canê / were meydanê / Dilê min pir xweş e / bi vê dîlanê'' vb stranlarla adeta yılgınlık yemiş duygulara müdahale edilir ve bir duygu devrimi yaşanır. Duygu ki düşüncenin temelidir. Düşünceleri bize duygular öğretir. Shakespeare ''Öğret bana nasıl unutulur düşünmek'' derken, duygular varken düşünmemenin imkansız olduğunu vurgular. Duygular varsa düşünce vardır; işte PKK önce duygulara dokunabilmiştir. Duygu düşüncenin kaynağıdır; ki duygu gelişince Tacedîn Hisên ve onun gibi milyonlar düşünceyi geliştirme arayışına kendiliğinden girer. Dolayısıyla asıl mesele kişinin veya toplumun kendi duygusunu bulmasında, oradan da düşünce deryasına dalmasındadır. Bu durum bize ezilenlerin kendi düşüncesini yaratabilmesi gerekliliğini fısıldar: ''Öğret bana nasıl hatırlarım düşünmeyi.'' 

Kendiliğini yeniden yaratmak...

İşte tam da buradan Kürt özgürlük hareketinin Kürt sanatına katkısı ve sanat politikası anlaşılabilir. Kürt özgürlük hareketinin sanatı bir varoluş sanatıdır diyebiliriz. Hakikati sunma ve gerçeğin uyanış sanatıdır. Uyanış sanatının yanı sıra çaresiz ve ezik Kürt algısına müdahale eden, yeni Kürdü yaratan bir sanat anlayışıdır. Kürt artık coşkun bir ırmak, çiçeklenen toprak, sevinçli gök, dile gelen insandır. Özgürlük hareketi politik olarak da bu noktada anlam kazanır. O kahırdan ölmekte olan Kürde nefes oluyor. Temel derdi konuşabilmek, anlatabilmek, duygulanabilmek, düşünebilmek, dile gelebilmek; bütün mesele bu, insan olarak yaşayabilmek. Bu anlamda da gerilla öncelikle Kürdün kendiliğini yeniden yaratmasını sağlamıştır denebilir. Onun yaşam biçimi insanın ''gerçekler yüzünden ölmemek için'' sığındığı sanatın kendisidir. Burada sanat diye söz edilirken, formel anlamda sanat biçimleri kastedilmiyor. Sanatsal yaşam kastediliyor ve bu duyumsama, duyguların yeniden doğuşu, yeni bir düşünüş ve yeni bir estetik olarak geliştirilen bir yaşam ilkesidir. Çünkü Kürt Özgürlük Hareketi, özgür bir yaşam arayışının hareketidir ve özgürlük duyusal anlamda da ulaşılabilecek en 'güzel' konumdur. Kürt Özgürlük Hareketi'nin sosyalist karakterinin öncelikli olmasının nedeni de budur; güzel arayışını özgürlük arayışıyla özdeşleştirmesi. Esasta tüm ezilenlerin özgürlüğünü önceler ve ulusal sorun da bu gerçeklik içerisinde kendini konumlandırır. Kürt Özgürlük Hareketi kadın, kültür, etnisite, inanç ve entelektüel hareketlerin tamamını kapsayan bir özgürlük problemiyle ilgilenir. Bu nedenle özgürlük hareketinin sanatı için bir düzeltme sanatı denebilir; bu düzeltme cinsiyet eşitliğinin, halkların eşitliğinin, kültür ve inançların eşitliğinin kuruluşu temelinde bir düzeltmedir. Uygarlığın başlangıcında eşitsizlikler yaratan ilke ve yöntemlere, güzel olmayana müdahale amacı taşır. 

Savaşın içinde sanat üretmek

Özgürlük hareketinin sembolüne dönüşen dağ da hem coğrafi hem de tematik anlamda özgürlük arayışındaki tüm kesimler için akışın yönü olmuştur. Kadın, erkek, Kürt ve diğer halklar, ateist ve inançlı fark etmeksizin, özgürlük arayışındaki herkes ayaklanma halinde dağa akar. Hatta artık burada yeni bir ulusun şekillendiğini söylemek de yerinde olacaktır. Kadın ulusu da orada oluşuyor ve Delila en güzel seslerinden biridir bu ulusun.

Gerilla demek savaşmak, özgür yaşamı aramak ve bunun sanatını da yapmak demektir. Özgür yaşam ve sanat arasındaki ilişkiyi daha iyi açıklayabilmek için Halil Dağ'ın ''Beritan'' filmine bakmakta yarar var. Bu film savaşın içinde çekilmiş bir filmdir. Bir daha söyleyelim: ''Beritan'' filmi savaşın içinde çekilmiş bir filmdir. Bu üretim muazzam bir üretimdir... Dağ, yani gerilla sanatı savaş gerçeği içinde şekillenmiştir. Çok sayıda öykü, roman, şiir ve günlük yazıldı bu savaşın içinde. Binlerce örnek verilebilir ama esas bilinmesi gereken, Kürt sanat ve aydın camiasının bu hazineyi hala yeterince okumamış, anlamlandıramamış olmasıdır. Bu roman, hikaye ve şiirler başka dillerde veya başka yazarlar tarafından yayımlansa oldukça ilgi görecekleri kesinken Kürtlerin hâlâ kendi anlatılarının cevherine erişememesi duvarına çarpabiliyor. 

'Her arayış hakikattir sevgili'

Ezilenlerin kendini anlamlandırma, değerini fark etme yeteneği maalesef çokça darbelenmiştir. Bu darbe o kadar ağır bir yara açmıştır ki gerilla hem savaşıp hem sanatı da yapmak zorunda kalmıştır. Öyle ki Oremar eylemini yapanlar eylemden hemen sonra ''Oremar'' gibi müthiş bir stran yayınlıyor. O şarkı kentlere yayılıp oralardaki insanları gerçeklikten haberdar ederek ayaklandırıyor. Bu nedenle dağ Kürt ulusallığının, toplumsallığının her açıdan yeniden yaratıldığı mekan olmuştur. Her eksiltilmiş Kürdü orda tamamlama, her yitirilmiş kadını orada bulma, her kaybedilmiş toplumu orada var etme gerilla yaşamındaki sanatsallığı da şekillendirmiştir. Bu da yaşamak sanatının ta kendisidir. Dağ bir arayış mekanı, gerilla iyi ve güzelin arayışçısıdır burada. 

Ali Haydar Kaytan'ın ''Akış sevinci'' adlı şiiri de gerilla sanatına içkin felsefeyi açıklamak için en güçlü örneklerin başında gelir. Bu felsefeyi anlayan sanatın sonsuz ve ölümsüz sınırlarına, yani yaşamın da sırrına vakıf olabilir. ''Benimki cevabı Umman da saklı bir akarsu sorusu. Yeter, bana tek bu akışın sevinci kalsın.'' Akarsu Umman'a karışınca akarsu olarak kalır mı? Peki Umman'da o akarsuyu bulmak mümkün mü? Sorular çoğaltılabilir ancak gerçek olan şudur: Sevinç! Aslolan akış sevincidir... Bu mısralar gerilla yaşamındaki hakikatin de açıklamasıdır. Dur durak bilmeyen bu arayışın gerçeği ilk dizede ''Her arayış hakikattir sevgili / Cümle kavuşmalar yalan'' biçiminde dile gelir. Gerçeğin bilincidir hakikat ve uyarır; yalana aldanma, sanat gerçeğin bilincidir...

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.