Artık kendisi de bir mülteci

Kadın Haberleri —

.

.

“Mültecilerle bir sohbetimizde onlara moral vermek için “Bir gün hepimiz mülteci olabiliriz” demiştim. Bugün ben de bir mülteci olarak Avrupa'ya sığınma talebinde bulunmuş durumdayım. Buradaki yaşam daha kolay ancak kendi memleketimde olmayı ve tüm zorluklarına rağmen orada mücadeleye devam etmeyi tercih ederim.”

ABİDİN ÇETİN/ZÜRİH

Gönül Öztürkoğlu, Meletî’de Alevi bir Kürt ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Küçük yaşta kaybedilen babadan sonra evin en güçlü figürü annedir. Siyasete ilgisi herhangi bir dönemde başlamaz, siyasetin içine doğar adeta. İlkokula başlar başlamaz o da her Kürt çocuğu gibi anadilini konuşmanın tehlikeli olduğunun ayırdına varır. Zira kendisi de bir Kürt olan ilkokul öğretmeni Kürtçe konuşmasını yasaklamıştır. Evlerine yapılan baskın ve abisinin sık sık tutuklanmasından kitap okumanın da yasak olduğunu farkına varır. Daha sonra isminin Deniz Gezmiş olduğunu öğrendiği ve bir kitabın kapağını süsleyen devrimciyi hep merak etmiştir. Ancak dönem 12 Eylül dönemidir; cezaevlerindeki çığlığın dört bir yanı sardığı, kitapların yakıldığı ya da toprağın altına gömüldüğü yıllardır.

İçinde bulunduğu şartlar ve küçük yaşlardan itibaren elinde kitap ve dergi eksilmeyen devrimci bir ağabeye olan hayranlık, onu da adeta bir mıknatıs gibi siyasetin içine çeker. Artık çevresindeki gelişmeleri ve yaşananları sorgulamaya başlar. Her insanın ana diliyle, kimliği ve kültürüyle yaşama hakkı olduğuna inanır. Barış için, insan hakları için mücadele edilmesi gerektiğine inanır.

Anadilini konuşabilmenin temel bir insan hakkı olduğunun bilincine varmasından İHD Malatya Şubesi Başkanı olmasına evrilen süreç böyle başlamıştır. Gerilla cenazelerinin ailelerine teslim edilmesi ile ilgili yaptığı çalışmalardan kadınlara yönelik şiddet ve tecavüz vakalarına, LGBTİ'lerin yaşadığı baskılardan, KHK ile mağdur edilenlere, kapısına çarpı işareti konan Alevilerin sesinin duyurulmasından, cezaevlerindeki baskı ve işkencelere kadar birçok insan hakkı ihlali ve antidemokratik uygulamanın karşısında durmanın mücadelesini verir.

KESK'in Ankara gar meydanında organize ettiği mitinge, barışı getirmek için otobüsler dolusu insanla gidilir. Gar katliamından sonra dönüş yolunda otobüsün içindeki kitle azalmıştır. Dönüş yolunda otobüsün bagajı tabutlarla doludur. Bir süre sonra yaşadığı travmadan çıkması ve daha güçlü olup düşmana inat hayatı yaşanır kılmanın mücadelesini vermesi gerektiğine karar verir.

Bu mücadelesi sonucu ödül de alır ceza da. Çalışmalarından dolayı gözaltına alınır, tutuklanır ve daha sonra aylarca kaldığı cezaevinden tutuksuz yargılanmak üzere şartlı tahliye edilir. 6 yıl 3 ay hapisle cezalandırılır.

Bu cezalandırmanın hukuki değil siyasi olduğuna inanır ve yaşam alanı artık çok daraltılmıştır. Çok sevdiği ülkesinden, ailesinden ve arkadaşlarından ayrılıp yurt dışına çıkmak zorunda kalır.

Gönül Öztürkoğlu ile tüm bu yaşananları ve sürgün günlerini siyasi sığınma talebinde bulunduğu İsviçre'nin Zürih kentinde konuştuk.

Öncelikle sizi okuyucularımıza tanıtmak istiyorum, kendinizi tanıtır mısın?

 8 çocuklu bir Alevi ailesinde doğdum. Siyasete ilgi duyan bir ailem vardı. Babamı 4 yaşındayken kaybetmişiz, onu hiç hatırlamıyorum. Annem bize hem annelik hem de babalık yaptı. Ailem çiftçilik yaparak geçimini sağlıyordu. Bütün olumsuzluklarına rağmen çok güzel bir çocukluk geçirdim. Anadilimin Kürtçe olmasından dolayı ilkokuldan itibaren baskılarla tanıştım.

Siyasetle ilk ne zaman tanıştınız?

Bir abim devrimci faaliyetler içindeydi, onun okuduğu kitaplara ilgi duymaya başladım. 12 Eylül döneminde defalarca evimize baskın yapıldı. Abim defalarca gözaltına alınıp tutuklandı. Çok baskı ve işkence görmüştü, yaşadıklarının etkisiyle hayatını kaybetti. Daha sonra Akçadağ Öğretmen Okuluna başladım. Bu dönemde Malatya'da yapılan insan hakları ile ilgili etkinliklere ve özellikle de Newroz kutlamalarına katılmaya başladım. Mücadeleme insan hakları alanında devam ettim.

İHD ile ne zaman tanıştınız ve aktif olarak ne zaman çalışmaya başladınız?

Kuruluşundan itibaren İHD ilgimi çekiyordu. Cezaevindeki açlık grevi eylemlerinde yer almaya başladım. Bu süreçte yönetime seçildim ve İHD adına toplantılar, etkinlikler ve paneller düzenlemeye başladık. Bu dönemde hem Kürtler hem de muhalif kesimler üzerindeki baskılar artmaya başlamış ve aynı zamanda her taraftan kadın cinayetleri ile ilgili sürekli müracaatlar oluyordu.

Artık "barış süreci" sonlandırılmış ve siz İHD Malatya yönetimindesiniz...

Evet, çatışmaların çok yoğunlaştığı bu dönemde Malatya Şubesi yönetimindeyim. IŞİD katliamlarından dolayı Şengal'den ve Kuzey Suriye'den büyük göçler oldu. Bu dönemde bir yandan Barış Bloku çalışmaları yürütülürken, diğer yandan da Şengal'den gelen Êzîdîlerin kaldığı kamplarda yardım faaliyetlerine başlamıştık. Özellikle de Mardin Artuklu'da bulunan mülteci kamplarına yardım faaliyetleri başlattık. Kürtçe bildiğim için çok rahat iletişim kurabilmiştim. Êzîdîlerin anlattıklarından çok etkilenmiştim. Bu dönemde yine Kobanê'de çatışmalar başlamıştı, sınır bölgesine gittik ve oradaki durumla ilgili raporlar hazırladık. Daha öncesinde Roboskî katliamında da aileleri ziyaret etmiştik. Hem Roboskî hem de Êzîdî soykırımında yaşananlarla ilgili anlatılan hikayelerde çok ortak yönler olduğunu fark ettim. Roboskî'de iki oğlunu ve eşini kaybetmiş bir kadın çocuklarının mezarı başında ağlıyordu. Yine başka bir anneye çocuğunun cesedini parçalar halinde teslim etmişlerdi. Roboskî'den Şengal'e, Cizre'ye ve Sur'a kadar bütün anlatılan hikayeler birbirine çok benziyordu.

Bu dönemde barış için Ankara mitingi de organize edilmişti...

Evet. KESK'in çağrısıyla biz de bu amaçla mitinge katıldık. Bu katliamda akrabamı ve yoldaşlarımı kaybettim. Malatya'dan dört otobüs dolusu insanla gitmiştik, dönüşte ise çok az insan kalmıştı. Ölenlerin tabutları otobüsün bagajındaydı.

Katledilenlerden Canberk'in "Bana oğlumu neden geri getirmedin" diyen annesinin sözleri ömür boyu kulağımdan gitmeyecek. Bu miting barış olsun ve insanlar ölmesin diye yapılmıştı oysa.

Ne zaman İHD Malatya Başkanı oldunuz?

 Haziran 2016'da İHD’nin ve arkadaşlarımın talebi üzerine İHD Malatya Başkanı oldum. Hemen sonrasında 15 Temmuz darbe süreci başladı. OHAL ilan edilmiş ve yaprak kıpırdayamaz hale gelmişti. Biz her şeye rağmen şartları zorlayarak, haksızlığa uğrayan bütün insanların sesi ve kulağı olmaya çalıştık.

Peki Malatya'da bir kadın başkan olmakla Türkiye'nin batısında başka bir ilde başkan olmak arasında bir fark var mıdır?

Evet, büyük bir fark olduğunu her zaman hissetmişimdir. Hem bir Kürt hem de bir insan hakları aktivisti bir kadın olarak Malatya'da İHD Başkanı olmanın tüm zorluklarını yaşadım. Batıda bu tür çalışmalarda her şeye rağmen yanınızda birilerini bulabiliyorsunuz. Ancak Malatya gibi bir ilde bir kadın olarak yalnızlaşabiliyorsunuz. Bunda devletin bölgedeki yoğun baskısı ve toplumun muhafazakar yapısının çok büyük etkisi var. Biz bir insan hakları kuruluşu olduğumuz için herkesin yaşadığı ihlallerle ilgilenmek durumundaydık. Örneğin; kapısına çarpı işareti konan Alevinin de, saldırıya uğrayan kilisenin de, KHK ile işinden atılan insanların da sesi kulağı olmak durumundaydık. Yine bölgeden gerilla cenazeleri geliyordu ve biz İHD olarak ailelerle birlikte tüm hukuksal işlemlerle ilgilenmek durumundaydık.

İHD Başkanı olarak devletin baskısını ilk olarak ne zaman hissetmeye başladığınız?

Çalışmalarımızdan dolayı sürekli baskı hissetmeye başlamıştık. Hatta bir sabah evlerimize yapılacak baskınla gözaltına alınabileceğimiz de sürekli aklımızdaydı. Nitekim 27 Kasım 2018’de evime baskınla ters kelepçeleyerek beni gözaltına aldılar. Emniyette İHD’nin çalışmaları bir illegal çalışmaymış gibi, bir suç unsuru olarak önümüze kondu. Kobanê eylemleri sürecinde gözlemci olmak, gerilla cenazeleri için yapılan işlemlerde ailelere yardımcı olmak, Kuzey Suriye'den gelen mültecilere yardımcı olmak, hatta 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne katılmak dahi suç olarak gösterildi. 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldım.

Bu arada size bir ödül de verildi...

Evet, 18. ‘Ayşenur Zarakolu Düşünce ve ifade Özgürlüğü Ödülleri’ Temmuz 2020'de bana ve yerine kayyum atanarak cezaevine gönderilen Amed Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı'ya verildi. Hem Ayşenur Zarakolu adına verilmiş olması hem de Selçuk Mızraklı ile birlikte bu ödülü almış olmak benim için gurur vericidir. 

Daha sonra yurt dışına çıkmaya mı karar verdiniz?

Bir gün mültecilerle bir sohbetimizde onlara moral vermek için “Bir gün hepimiz mülteci olabiliriz” demiştim. Bugün ben de bir mülteci olarak Avrupa'ya sığınma talebinde bulunmuş durumdayım. Tüm ailemi, hatta kızımı orada bırakarak Avrupa'da sığınmacı olarak gelmek kolay değil. Çok zorlu bir yolculuktan sonra Atina üzeri Zürih'e gelerek iltica talebinde bulundum.  

İsviçre'de sığınma talebinde bulunmuş bir insan hakları aktivisti olarak gözlemleriniz nelerdir?  

 Türkiye'deki yaşam şartları ve antidemokratik uygulamalar göz önüne alındığında buradaki yaşamın çok daha kolay olduğunu söyleyebilirim. Burada çok iyi arkadaşlıklar edindim, sürekli arayıp soran ilgilenen bir çevrem oluştu. Ayrıca uluslararası insan hakları örgütlerinden birçok insan benimle yakından ilgileniyor. Ancak kendi memleketimde olmayı ve tüm zorluklarına rağmen orada mücadeleye devam etmeyi tercih ederim.

Şöyle geriye bir dönüp baktığınızda bir insan hakları aktivisti ve İHD yöneticisi olarak, şunu iyi ki yapmışım dediğiniz ne var?

Tüm çalışmalarımızı buna örnek olarak gösterebilirim. Tacize ve şiddete maruz kalan kadınlarla ilgili yaptığımız çalışmalar, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve Alevi köylerinde faaliyete geçen maden ocaklarına karşı verdiğimiz mücadele gibi birçok konuyu sıralayabilirim.

 

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.