Bahçıvan ve ölüm: Edebiyatta neyi arıyoruz?

Kültür/Sanat Haberleri —

"Çiçeklenmeler" ve "Bahçıvan ve Ölüm" kitapları

  • “Günümüzde kimi türlere ya da tarzlara ilişkin keskin sınırlar çizemiyoruz. Bir şeyi roman/hikaye yapan, film yapan, rap şarkısı ya da arabesk yapan nedir, kesin olarak bilemiyoruz.”
  • “Lise müfredatlarına 1950’lerde, realizmin ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda eklenen, “gerçek ya da gerçeğe yakın olayların anlatıldığı” roman türünden çok uzaktayız artık. Fantastiğin, bilimkurgunun, masalsılığın iş yaptığı dönemlerdeyiz.”

BİLGE AKSU

Yakın zamanda okuduğum iki kitaptan bahsedeceğim. Biri Ocak ayı gibi çıkmış, Melisa Kesmez’in Çiçeklenmeler’i. Diğeri bu ay çıkan Gospodinov’un Bahçıvan ve Ölüm’ü. Bu iki kitabı birbirine yakın zamanlarda okumam dışında ortaklaştıran bir başka şey, esasen yas metinleri olmaları. Gospodinov babasını kaybettiği için hüzünlü ve tüm hikayeyi anlatan bir defter doldurmuş o süreçte, üstünden zaman geçince bastırmaya karar vermiş. Melisa Kesmez’inkinde bir kadın kocasını kaybedince kendini keşfetme yolculuğuna çıkıyor, gerçeklik payı var mı bilmiyoruz, o zaten hep hüzünlü.

Gerçeklik payı meselesi biraz önemli. Yazarın anlattığı hikaye her zaman kurgusal ya da tersi olmak zorunda değil. Lise müfredatlarına 1950’lerde, realizmin ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda eklenen, “gerçek ya da gerçeğe yakın olayların anlatıldığı” roman türünden çok uzaktayız artık. Fantastiğin, bilimkurgunun, masalsılığın iş yaptığı dönemlerdeyiz. Bu sebeple esasen, Gospodinov’un babası gerçekten ölmeseydi yahut Melisa Kesmez’in kahramanı Türkan, Kesmez’in kendisi olsaydı çok da bir şey fark etmeyecekti. Biz bugün bu iki ‘eseri’ de karşımıza alıp, ortaya konmuş bir ürün gözüyle bakacak ve dahil edildikleri roman/novella türünün gerekliliklerini karşılayıp karşılamadıklarını inceleyecektik.

Hikaye kayıplara dair olunca işler biraz zorlaşıyor. Bir yazarın gönlünün süzgecinden geçirip bize akıttığı cümlelerini, sayfalar boyu hüzün içinde ilmek ilmek ördüğü kurgularını tekniğe dair analizlere kurban etmek, karakterin inandırıcılığından olay örgüsünün mantığına, didik didik incelemek duygudışı bir durum gibi hissettiriyor. Ama neticede üzerinde herhangi bir yayınevi logosunun bulunduğu, mutfağında kerli ferli isimlerin çalıştığı bu ‘eserlere’ dair konuşmak da caiz gibi görünüyor. Ne ilk okuyan biziz, ne de ‘dostum o cümleyi yanlış kurmuşsun’ diyenleriz.

Ama ben zaten söz konusu iki anlatının ne ölçüde ‘başarılı’ olduğunu tartışmak niyetinde değilim. Gospodinov iki yıl öncesinin Booker şampiyonu, Kesmez ise yaklaşık 10 yılın en popüler yerli yazarlarından biri. Bu cümledeki eşitsizliğin de farkındayım. Uluslararası bir ödüle layık görülmüş Bulgar erkek yazar ile her yazdığında melankoli dolu ortak hisler yaratmış yerli kadın yazarın amaçları farklı belli ki. Bu yazının tartışması da tam olarak bu.

Günümüzün edebiyatı

Gospodinov’u daha önce birkaç kez yazdım burada. Özellikle Zaman Sığınağı’yla neyi başarmaya çalıştığını kendimce analiz etmiş, üzerinden çok da zaman geçmeden bu kitaba verilen uluslarası Booker ödülüne en az yazarın kendisi kadar sevinmiştim. Sıradışı biri gerçekten. Bulgar toplumunun sosyalist dönemden kalan kimi travmatik deneyimlerini, geçmişten günümüze uzanan sosyolojik kodlarını ve kendi penceresinden, bir çocuğun gözünden başlayarak yaşanan tüm değişimleri yazdıklarında işlemesi; hele ki tüm bunlar için kendine has kurgular yaratıp okuyucuyu bir oyun alanına davet etmesi takdire şayan bir özellik. Onun edebiyatında, son dönemin dikkate değer bütün tuhaflıkları ve kodları mevcut. Yalnızca hikayenin kendisine değil, üç beş katmana uzanan alt metinlere önem vermesi, günümüzün edebiyatını anladığını gösteriyor.

Son kitabı Bahçıvan ve Ölüm, her ne kadar babasını kaybedişinin gerçek bir anlatısı olsa da, Metis Yayınları’nın da belirttiği üzere aynı zamanda bir roman formunda. Günümüzde kimi türlere ya da tarzlara ilişkin keskin sınırlar çizemiyoruz. Bir şeyi roman/hikaye yapan, film yapan, rap şarkısı ya da arabesk yapan nedir, kesin olarak bilemiyoruz. Ama klasik bir tanımlamayla, bir karakteriniz, bir mekanınız, bir zaman çizelgeniz ve olay örgünüz varsa bunun kurgusal bir edebiyat metni olduğunu varsayabilirsiniz. İçeriğinde fantazmaya dair unsurlar her şeyin önüne geçiyor ve olağanüstü yaratıklar başroldeyse belki masal dersiniz ama garanti veremeyiz, romanlarda da artık bunlar kullanılıyor.

Roman mı hikaye mi?

Melisa Kesmez’in Çiçeklenmeler’ine dair herhangi bir tartışma yok. Kısa oluşuna dair en fazla roman mı hikaye mi diye sorgulanabilir. Ama kurgusal olduğu sürece, zaten bu bizim derdimiz değil. Temel sorun, yerli yazarlarımızın büyük resimdeki amaçlarının belirsizliği. Günü geldiğinde bu hususta daha kapsamlı ve örneklere dayalı tartışmalar yürütmeye çalışacağım, bu mesele Melisa Kesmez’e dair değil yani.

Şöyle bir kurgumuz olsun mesela. 2005 yılında Haydarpaşa Garı’ndaki trenimize yetişmeye çalışırken birinin ittirmesiyle ortada duran kolona bodoslama girelim ve Harry Potter evrenindeki gibi başka bir dünyaya geçmiş olalım. Yol bilmez, iz bilmez halimizle 20 yıl ordan oraya derviş misali dolanıp, sonunda bir çıkış yolu bulalım bu tuhaf dünyadan. Büyücünün biri bizi geri göndermeye razı olsun ama medyadan, gazetelerden, siyasi kurumlardan hayır beklemememizi, geçmişe dair doğru bilgilere asla ulaşamayacağımızı, her şeyin kontrol edildiğini ve sansürlendiğini büyük bir üzüntüyle bildirsin. Biz yine de merakımıza yenilip Türkiye’nin geçirdiği 20 yılı anlamak için, güya edebiyatın sosyal hayattaki rolüne güvenerek bazı romanları karıştıralım. Kaç tanesinde ‘gerçek’ dünyaya dair herhangi bir iz buluruz sizce? Kaç tanesinde karakterimiz ister aşk peşinde tarumar olmuş, ister kötü insanlarla mücadeleye tutuşmuş, ister felsefi bir boyutta yollara düşmüş olsun, Türkiye’nin ne yakın ne de uzak geçmişine dair gerçek dünya göndermelerine rastlayabiliriz?

Spekülasyon yaptığımın farkındayım. Edebiyatın ve yazarın böyle bir sorumluluğu elbette yok ve kimse 20 yıllık bir kayboluşun ardından roman sayfalarını karıştırmaz. Ama sanıyorum edebiyatın geçirdiği merhalelerin farkında da değiliz. Yukarıdaki kurguya cevap olabilecek kimi eserler var esasen. Orhan Pamuk’u Nobel’e taşıyan şeylerden biri buydu. Azınlık diye sınıflandırabileceğimiz kimi toplulukları anlatan yazarlarda da var bu. Ama geri kalan çok büyük bir kümede saksıdaki çiçekle konuşan, akşam vakti hüzünlenip bir kadeh rakı dolduran, sosyalleşmek için binbir zorlukla dışarı çıkıp yalnızlığın en süslü hallerini yaşayan karakterlerle sarmalanmış durumdayız. Aynadaki görüntüsünden psikanalizin dibine vuran, İstanbul’dan sıkılıp gittiği Ege kasabasında sahilden taş toplayan karakterlere dair sorunumuz olmasa da, bunların günümüz evrensel edebiyatında tutabileceği yer hakkında çekincelerimiz var.

Hangi yazarlar, hangi romanlar?

Yazarlarımızın çoğunda, öngörülebilir bir geleceğin ötesine kalma derdi yok gibi görünüyor. Orhan Pamuk’u seversiniz ya da sevmezsiniz bilemem ama kurduğu evrene dair sosyolojik, psikolojik, politik ve tarihi katmanları daha ilk yazdıklarından beri eksik etmemesi, 80’li yılların başından beri okunup duran kitaplar yaratmasında etkili olmuş gibi. İlla ki günümüz gerçekliğine temas etmeniz de gerekmez, 1600’lerin hattatlarını anlatırken de aynı formülü kullanmanız yeterli. Ayfer Tunç’un Deliler Evi’ni 2008’den başlayarak, epey uzun bir süre okuyacak insanlar çünkü kurgunun mantığına sığdırılmış bir ülke panoramasına, estetik bir biçimde ulaşmaya çalışanlar da olacak. Z Kuşağına geçmişi öğretmek için Youtube’da 32. Gün videolarından medet umamazsınız, bazen de farklı yöntemler denemeniz gerekir.

Yukarıdaki kurguyu biraz daha derinleştirelim. Haydarpaşa peron dokuz üççeyrek’ten Hogwarts evrenine geçtiniz ve geri dönmeniz 100 yıl sürdü diyelim. 2105 yılında bugünün sükseli Türkçe romanlarından kaç tanesini ortalama bir kütüphane rafında bulacaksınız da geçmişe dair ipuçlarının peşine düşeceksiniz? Hangi yazarlar, hangi romanlarıyla, hangi edebiyat kanonuna dahil olmuş olacak da elinizi attığınız rafta günümüzün 10 yazarından 7’sine ulaşacaksınız? Neden-sonuç zinciri gibi düşünelim bunu; değil çağlara, aylara göre dahi değişebilen gündelik insan psikolojisinden, aşktan yahut yastan ibaret tek yönlü edebiyat metinlerini kuşaklar boyu kim birbirine aktaracak da 100 yıl sonraya kalacak bunlar?

Külliyatın en zayıf halkası

Birbiriyle aynı yıl çıkan benzer temalı iki eserden Gospodinov’unki daha geniş ölçekte okunacaksa (külliyatının en zayıf halkası bu arada), kabul etmeliyiz ki edebiyatın kodlarına dair kimi şeyleri doğru çalıştırmasının payı büyük. Melisa Kesmez’in dilini ve melankolisini sevenlere ben de dahilim. Fakat Gospodinov bir şekilde fırsat yaratıp, babasına dair yas metinlerinin içine 1950’lerden başlayan panoromik bir çizelgeyi dahil ediyorsa, daha geçen hafta babasının ölüm anını anlattığı günlüğünün sayfalarına 60’ların sokak oyunlarını, 70’lerin sosyalist dönemini, 80’lerin üniversitelerini, 90’ların tarımsal girişimciliklerini sokuşturuyor; kimi tarihsel anlatılardan, kimi halk deyişlerinden bahsediyorsa bir bildiği olmalı diye düşünüyorum. Ve hiçbir yazara yahut okura tavsiye vermeye haddim olmayarak, yakın zamanda daha kapsamlı bir tartışmanın gerekliliğini de baştan kabul ederek, tek katmanlı anlatılara dair daha çok konuşmamız gerektiğini şimdilik buradan nacizane ilan ediyorum.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.