Mariana Enriquez’in Hayaletleri

Kültür/Sanat Haberleri —

Mariana Enriquez/ foto:Wikipedia

Mariana Enriquez/ foto:Wikipedia

  • Yeni Arjantin Anlatısı büyülü atmosferi sert gerçeklikle değiştirip ardından deforme etmeyi seçiyor. Sorgulayıcı yöntem daima ön planda ve metnin katmanlarına indiğinizde, Arjantin’in suçlarla örülü politik mirasına ulaşıyorsunuz.

BİLGE AKSU

Son yılların en klişe cümlelerinden birini yeniden kurarak başlayalım: Bunca kaosun ve fırtınanın ortasında, geleceğe dair endişelerin zirvesinde bir Güney Amerika Edebiyatı penceremiz var. Gerçi aralayıp şöylece kafamızı uzattığımızda pek öyle huzurla dolduğumuz söylenemez ama edebiyatın böyle misyonları da bulunuyor. Bugün biraz Yeni Arjantin Anlatısı’ndan bahsedelim. Geçen hafta elime geçen Mariana Enriquez kadar, geçmiş senelerde okuduğum Samantha Schweblin’in etkisiyle yazıyorum bunları.

Güney Amerika’nın tamamı için 60’lar ve sonrası darbelerle anılır. Pinochet’nin etkisiyle Şili daha çok öne çıksa da Brezilya ve Arjantin için de durum hemen hemen aynıydı. Arjantin’in yakın dönemde hem siyasi hem kültürel atmosferine en büyük etkiyi ise 1976’dan 83’e kadar süren cunta rejimi yapmıştı. Gözaltında kayıplar, kaçırılan çocuklar, uçaklardan atılan insanlar ve daha nicesi… Türkiye’de 1980’in etkileri yıllar sonra kültürel alana nasıl ulaştıysa Arjantin’de de aynısı gerçekleşti ve bu yazının konusu olan Yeni Arjantin Anlatısı ortaya çıktı.

Oranın edebiyatını biz en çok Borges’ten ve Cortazar’dan biliriz. Her zaman biraz tuhaf, biraz masalsıydı. Çevre ülkelerde de bu etki görülüyordu. 1967’de Marquez’in 100 Yıllık Yalnızlık’ı yayınlandığında yepyeni bir şey icat edilmemiş; derinlerde ilerleyen bir yönelimin zirvesine ulaşılmıştı belki de. 500 yıllık bir tarihin her noktasına sirayet etmiş şiddet dolu hatıralar gerçekliğin sınırlarına sığmamış ve aralanan bu kapıyla sağlam bir çıkış yolu bulunmuştu.

Fakat 2000’lere doğru geldiğimizde, tam da cunta döneminin içine doğan ve çocukluğunu o kayıp yıllarda geçiren kimi yazarlar için bu yöntem de yeterli olmadı. Özellikle Mariana Enriquez’le özdeşleştirilen yeni bir anlatım şekli, zaman içerisinde bir akıma dönüştü. Marquez’in tuhaf ve büyülü biçimde sürdürdüğü gerçeklik, Enriquez’in metinlerinde sert ve korku dolu bir atmosfere büründü. Eskilerden getireceğimiz bir tabirle belki gotik diyebiliriz buna. Victoria döneminin ürkütücü şatoları yahut perili konakları bulunmasa da Enriquez’in korku dolu hikayeleri en çok oraya uyuyor. Deforme edilmiş bedenler, bir türlü rahata erişemeyen hayaletler, kaybolmuş çocukların belirdiği anlatılar…

Ardından Samantha Schweblin geldi. Yedi Boş Ev’de sıradan görünen bir evrende korku hikayeleri okurken, Kentukiler’de bilimkurgu kılıfında bir dehşet senaryosuyla karşılaştık. Kentukiler, gözlerinde kamera olan yeni nesil oyuncak robotlardı ve zenginler onları istedikleri hayvan biçiminde satın alıyor, yoksullar ise evlerinden bu yaşantıyı izliyordu. Tabii kurguda işler çoğunlukla sarpa sarar; bu tuhaf hobinin zaman içerisinde bir gözetim toplumunu doğurması kaçınılmazdı. Gotik hayaletlerin yerini dijital hayaletler almıştı.

Enriquez’in Türkçedeki son kitabı geçen ay İthaki’den Banu Karakaş çevirisiyle çıktı. Daha önce “Yangında Kaybettiklerimiz” ve “Yatakta Sigara İçmenin Zararları” yayınlanmıştı. Üç kitapta da gotik unsurların ön planda olduğunu belirtmeye gerek yok. Asıl mesele, yazarın öyküleri tasarlama sebebi.

“Kasvetli İnsanlar İçin Güneşli Bir Yer”

Enriquez aslında bir gazeteci. 1973’te Buenos Aires’te doğmuş ve çocukluğu malum cunta döneminde geçmiş. Yetişkinliğe doğru ilerlerken ailesiyle La Plata’ya taşınmışlar. Burada rastladığı Punk ortamında kendini bulmuş. Müzikleri bir yana, punk kültürünün sert yanını da benimsemiş. Ülkenin cuntadan kurtulduğu yıllar bunlar. Kendi çevresindeki sorgulamaların etkisiyle, gazetecilik okuluna yazılmış. Sonrası edebiyat.

Son kitabı “Kasvetli İnsanlar İçin Güneşli Bir Yer”, 12 öyküden oluşuyor. Yazarın olgunluk döneminin bir meyvesi. Kitaba adını veren öykü dışında hepsi Güney Amerika’da bir yerlerde geçiyor. İstisna olan öykü ise Los Angeles’ta. Ama bunun bir önemi yok, o da yeterince korku dolu zaten.

Öykülere tek tek odaklanmayalım, genel olarak bu öykülerin hangi dertlerle yazıldığını sorgulayalım. Yukarıda da belirttiğim gibi, cunta rejiminin gölgesinde büyüyüp gazetecilik tedrisatından geçen Enriquez, coğrafyasında süregelen masalsı ve labirentlerle dolu edebiyat anlayışına doğrudan karşı çıkıyor. Punk kültürünün de etkisiyle, cümleler hiç tereddüt taşımadan, olabileceği en sert şekillerde kurulmuş. Karakterlerin kimisi yalnızca gözlemci, kimisi fail rolünde. Tarza alışkın olmayanlar için olup bitenler bağlamsız, sebepsiz görünebilir. Durduk yere kapınızı çalan hayaletler, terk edilmiş binalarda beliren ölü silüetler, çocukken buzdolaplarına hapsedilmiş ama bir şekilde yetişkinliğe kadar ulaşabilmiş kayıp kişiler…

Desaparecidos/ kaybedilenler

Arjantin’in politik atmosferinde hiç unutulmayan bir kelime, bizim coğrafyamızda da benzer yankılar uyandırıyor. Onlar “Desaparecidos” demiş, doğrudan kaybın öznelerini isimlendirmiş, bizse Cumartesi İnsanları diyoruz. Tamamıyla aynı şey değil ama toplumda yarattığı etki aynı. Desaparecidos, ‘Kaybedilenler’ anlamına geliyor. 1976-83 yılları arasında, çeşitli yöntemlerle öldürülen insanlara bir atıf. Kimilerine göre 30 bin kişiye ulaşan bir kayıptan söz ediyoruz. Bunların bazıları askeri hastanelerde, cezaevlerinde, karakollarda öldürülürken; bazıları başka bir şehre nakledilecekleri söylenerek uçağa bindirilip okyanusa atılan insanlar. Tüm bunlar yaşanırken ailelerinden ayrı düştüğü için ortada kalan yahut doğrudan öldürülerek kaybedilen bebekler ve çocuklar da var.

Enriquez’in hikayelerinde aniden beliren hayaletler ve ölüler doğrudan bu dönemin yansımaları. Kayıpların yasını tutamayan aileler, tüm coğrafyalarda olduğu gibi orada da kendilerini tamamlanmamış hissediyor. Yaşayanlar için geçerli olan travmaları, ölenlere aktarmış yazar. İlk öykü Benim Hüzünlü Ölülerim’de bunu neredeyse doğrudan okuma şansına erişiyoruz. Hala aynı evde yaşamaya devam ettiği kendi annesinin ölü olduğunu bilen anlatıcı, bir süre sonra mahallede gezinen başka ölüleri de fark ediyor. Bir tek o değil, mahalleli de yavaş yavaş uyanıyor duruma. Sokak ortasında şiddete uğramış genç kızlar, bir sarhoş kavgasında canını kurtarmak için sığınacak yer arayan delikanlılar; kimse onlara yardım eli uzatmadığı için düzenli olarak gelip yardım istiyor. Mahallenin duyarsızlığı öldürmüş onları, olup bitene yeterince karşı çıkmadıkları için herkes biraz suçlu.

Diğer öykülerde de benzer temalara rastlıyoruz. Kimisi daha gündelik ve ülkenin gündemine dair anekdotlar içerse de çoğunda tarihsel bir hesaplaşma peşinde yazar. Sırtlan Marşları öyküsünde doğrudan cunta rejiminin toplama kamplarından birine dahil oluyoruz örneğin. Her şey olup bitmiş, yıllar geçmiş ve kampın bulunduğu binalar çürümeye terk edilmiş ama yaşananların etkileri geniş salonlarda kendini gizlemeye devam ediyor. Romantik iki aşığımız burayı ziyaret etme gafletine düşünce gerçeklikten kopuyor ve yerde serili ölü bedenlerin canlandığını görüyoruz. Bazen kimi kadınlar kuşlara dönüşüyor (Gece Kuşları öyküsü); bir sebepten cezalandırılmış kadınlar bunlar. İtaatsizlik etmişler, ‘doğalarına’ uygun davranmamışlar mesela. Ya da son öykü, Kara Gözlü’de yoksul bir mahalleye yardım dağıtan bir grubun karşılaştığı iki çocuğun kimbilir ne zaman ölmüş olduğunu fark ediyoruz. Eskiden bir kışlaymış o bölge, yakınlarda da bir morg varmış. İnsanlar fısıltılarla, geceleri ellerine ya da yüzlerine dokunulduğuna ilişkin kimi efsaneler anlatırmış.

Sert gerçeklik

Hem Enriquez’in hem de akıma dahil olan diğer yazarların yarattığı bu korku dolu atmosfer, geçmişin yüklerini bugüne taşımayı amaçlayan bir sorumluluğun, bir yüzleşme çabasının sonucu. Marquez’in ve takipçilerinin girişimi tamamen iyi niyetliydi ama gerçekliği büyülü bir ortama taşımak aynı zamanda her şeyi masal atmosferine taşımak demekti. Sonu kötü de bitse iyi de bitse, masallar insan zihninde daha korunaklı bir imgeye sahipti. Yeni Arjantin Anlatısı ise büyülü atmosferi sert gerçeklikle değiştirip ardından deforme etmeyi seçiyor. Yoksul mahalleler, yıkık dökük evler, çürüyen yüzler, eksik uzuvlar ve tarihin utancını taşıyan terk edilmiş kimi hafıza mekanları, gündelik bir dille örülüp gerçekçi karakterleri hiç arka plana atmayan gerçeküstü hikayelere dönüşüyor. Sorgulayıcı yöntem daima ön planda ve metnin katmanlarına indiğinizde, Arjantin’in suçlarla örülü politik mirasına ulaşıyorsunuz. Son dönemin en ilginç ve heyecan uyandıran akımı bu. Bizimki gibi benzer travmalara sahip coğrafyalara da lazım şüphesiz.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.