Barış masası kurmak
Dosya Haberleri —

Bask / foto: AFP
"BÜTÜN BUNLAR RESMİYDİ, AMA GİZLİYDİ": DİYALOG, MASA, MÜZAKERE
- 1990’larda Kürt Özgürlük Hareketi'ne dahil olmak, onun ajandasından okumalar ile devam ederdi. Kuzey İrlanda’nın özgürlük mücadelesine dair IRA, Kolombiya’daki özgürlük mücadelesine dair FARC ve ELN’nin tarihlerini, Euskal Herria/Bask ülkesinin özgürlük mücadelesine dair de ETA’ya dair okumalar yapmak politik pratik bir süreçle devam ederdi.
ERCAN JAN AKTAŞ
-I-
İki kutuplu 1960/70’ler dünyasında başlayıp hala devam eden özgürlük mücadeleleri var. Egemen militer sistemlere karşı bu mücadelelerin çok önemli bir dilimi müzakere süreçleri ile devam etmiştir. Mücadelenin bir yerinde barış masaları kurulmuş. Ancak bu süreçler mücadelelerin en sıkıntılı ve zorlu süreçleri olmuştur. Hatta öyle ki çoğu zaman müzakere, barış süreçleri sekteye uğramış ve barış masaları ortada ve muhatapsız kalmıştır. Zira barış süreçleri oldukça kırılgan ve de çok farklı güçlerin etki sahasına açıktır. Kırılgan olan bu süreçlerde, barış inşası pek çok dinamiğin etkileşimine dayanmaktadır. Siyasi liderlerin iradesi, çatışan tarafların tutumları, uluslararası koşullar ve üçüncü tarafların rolleri gibi çeşitli etkenler çatışma yaşayan toplumlarda barış süreçlerini derinden etkilemektedir.
Barışı inşa etmek için barış masasını kurmak tarafların karşılıklı adımları ve tavizleri ile mümkündür. Bu süreçte taraflar bir yandan topluma yayılmış olan öfke ve şiddet belleği ile baş etmek ve süreci yönetmek zorunda kalırken, diğer yandan üçüncü taraflar, uluslararası dinamikler, süreci kişisel ve örgütsel çıkarına görmeyen bozguncu aktörler ve silahlı örgütlerin dönüşümü gibi farklı faktörlerin etkisi altında süreci yürütmeye başlarlar.
Bu anlamıyla Filipinler’de 76’da başlayan süreç hala devam ediyor. Bu sürede defalarca kesintiye uğruyor süreç(ler). Kuzey İrlanda’da 25 yıllık bir çatışma var ve 1994’te imzalanan barış anlaşmasından bu yana barış hala inşa ediliyor. 1994’de barış anlaşması imzalanmadan bir gün önce taraflar hala pek çok konuda farklı düşünüyorlardı. Kolombiya’da da, bir barış anlaşmasına varmadan önce defalarca çözüm masa(lar)ı devriliyor.
Bunlardan bir diğer barış müzakere süreci de ETA ve İspanya devleti arasında olmuştur. Bu yazıda, 1952 yılında, Franco’nun faşist sistemine karşı başlayan Bask halkının özgürlük mücadelesine bugünden geçmişine doğru yakından bakmaya çalışacağız. Bunu da, geride bıraktığı 74 yaşının 57 yılını bu mücadeleye adamış ve mücadelenin bütün aşamalarını bizzat deneyimlemiş olan Josu Urrutikoetxea’nun yaşam patikasında yol alırken ve onun gözlem ve deneyimlerinden hareketle yapacağız.
1967 tarihinde, 17 yaşına iken Franco Faşizmine karşı ETA’da mücadeleye başlayan Josu, bir eylemci, militan olarak başladığı mücadelesinde ETA’nın en zirvesine kadar çıktı. Bir militan olarak başladığı mücadelesine müzakereci, diplomat, milletvekili olarak devam etti. Bütün bu süreçleri ve de zorluklarını Josu ile konuşacağız.
-II-
Yoldaşlığın Patikasında Josu Urrutikoetxea ile Karşılaşmak
1990’larda Kürt Özgürlük Hareketine dahil olmak, onun ajandasından okumalar ile devam ederdi. Dünyanın farklı coğrafyalarında verilen halkların özgürlük mücadelelerinin tarihleri ve o mücadeleyi yürüten örgütlerin tarihleri de bu okumaların temel kaynaklarından olurdu. Kuzey İrlanda’nın özgürlük mücadelesine dair IRA, Kolombiya’daki özgürlük mücadelesine dair FARC ve ELN’nin tarihlerini, Euskal Herria/Bask Ülkesinin özgürlük mücadelesine dair de ETA’ya dair okumalar yapmak, devrimci kimlik edinme ve onun politik hattında yürümek için temel okumalardı.
Politik bir mülteci olarak 2017 yılından itibaren Fransa’da yaşamaya başlamam özgürlük mücadelelerine dair tanıklıklarımı çoğaltmaya başladı. Bir yandan, L'École des hautes études en sciences sociales (EHESS) – Études politiques / Paris Yüksek Sosyal Bilimler Okulu ile yeniden dahil olduğum akademiden doğru devlet, şiddet, militarizm, toplumsal barış okuma ve çalışmaları öte yandan tanığı olduğum Paris sokakları sorularıma yeni sorular katmaya devam etti.
Paris’te başlayan hayatımda ilk olarak Afrikalı göçmenlerin yoğunluğundan dolayı Fransa’nın Afrika karası üzerindeki sömürge tarihine/ilişkilerine dair okumalar içinde oldum. Zaman zaman da bu sömürü ve savaşlardan dolayı yaşadıkları ülkeleri terk ederek Fransa’da politik mülteci olarak yaşayan Afrikalıları dinledim. Ülkede her sorunun sebebi gösterilen siyah nüfusun bu yoğunlukta kendi ülkelerini neden bırakıp da buraya geldiğini sorgulamak dün olduğu gibi bugünde çok da tercih edilen bir şey değil.
Sonrasında Fransız devleti tarafından itina ile üzeri örtülen başka bir gerçek ile karşı karşıya geldim. 17 Ekim 1961 Paris katliamı (1). Fransa'da 5 Ekim 1961'de, Paris'te ve çevresinde yaşayan Cezayirliler için sokağa çıkma yasağı konulur. 30 bine yakın Cezayirli, Paris'teki sokağa çıkma yasağına tepki göstermek ve ülkelerindeki bağımsızlık mücadelesini desteklemek için 17 Ekim 1961'de barışçıl gösteri düzenlerler. Ancak eylemciler, dönemin Paris Emniyet Müdürü Maurice Papon'un emri üzerine polisin sert müdahalesiyle karşılaşır ve korkunç bir katliam yaşanır. Sein nehrine atılanlar, sokaklarda kurşunlanarak öldürülenler ile Paris sokakları korkunç bir katliama tanıklık eder. Binlerce kişinin yaralandığı, yaklaşık 14 bin kişinin gözaltına alındığı olayda toplam kaç kişinin hayatını kaybettiği resmen tespit edilemese de katliamın tanıkları ve bağımsız kaynaklar, 300'den fazla Cezayirlinin çoğunun Fransa polisi tarafından vurularak öldürüldüğünü belirtmişti.
Paris’ten sonra Güney Batı Fransa Béarn bölgesinde bir buçuk yıl Babet ve Gerard’lar ile birlikte yaşadım, hala zaman zaman gidip orada yaşamaya devam ediyorum. Bu şekilde başka bir tarihin izlerini daha yakından sürmeye başladım. Gerard’ın annesi Franco İspanyası’nda faşizme karşı barikatlarda mücadele eden devrimci milis bir kadındır. İspanya iç savaşından kaçan aile Fransa’nın Béarn bölgesinde yaşamaya başlar, iç savaştan kaçan diğer binlerce İspanyol gibi. Yaşadıkları bu bölge geçmişin derin izlerini taşıyor. Bir yandan Fransa devletinin État-nation/Ulus-devlet projesinden kaynaklı derin bir asimilasyon yaşayarak kendi dilini ve kültürünü önemli oranda kaybeden bir halk, öte yandan İspanya’da Franco ve Portekiz’de Salazar diktarörlüklerinden kaçıp bölgeye yerleşen İspanya ve Portekiz halklarından insanların birlikte yeni hayatlar kurdukları bir bölgedir Béarn.
Béarn'ın ilk sakinleri, yüksek dağ vadileri ve piedmont platoları arasında yaylacılık ve avcı-toplayıcılardı. Bir köylü toplumu olan Béarn, vatandaşlarına çok geniş bireysel özgürlükler sağlayan forsları ve çeşitli adli ve siyasi kurumları etrafında örgütlenmiştir. Gaves de Pau ve Oloron ovalarını, çevredeki yamaçları ve Ossau, Aspe ve Barétous'un yüksek vadilerini kapsayan Béarn, 12. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar sınırlarına dokunmamıştır. O dönemde Avrupa'nın en küçük prensliklerinden biri olan Béarn, yine de 17. yüzyılın başlarına kadar Avrupa sahnesinde öncü bir rol oynamıştır. Sonrasında devam eden büyük savaşlardan sonra Fransa’da uygulamaya sokulan ulus-devlet modeline tabi olurlar.
Béarn bölgesinde Babet ve Gerard’ların çiftliklerinde onlar ile birlikte yaşarken onların gündelik hayatlarının, emek süreçlerinin de bir parçası oldum. Çeviriye başvurmaksızın Fransızca cümleler kuramazken bizler içinde geldiğimiz mücadele tarihlerinden doğru gözlerimiz ile anlaşmaya başlamıştık. Benzer toplumsal dertlerden özgürlük ütopyası sahibi olmanın getirdiği bir kolaylıktı. Sözcükler ve cümlelere ihtiyaç duymadan da çok iyi bir şekilde anlaşabiliyorduk. Bir gün Babet ‘Jan buraya gelir misin ?’ diye bana seslendi. İlk binası 1667’de yapılmış yaşam kompleksinin 1915 tarihinde yapılmış üç katlı binanın giriş katındaki odalardan birisine önce Babet, arkasından da ben girdim.
Sonra ahşap zemin üzerindeki bir dolabı kaydırmamı istedi. Asırlık ahşap dolabı kaydırmak zor da olsa sonunda başarabildim. Sonra ahşap zemindeki bir metal parçasını işaret etti, ‘ondan çekip kaldırabilir misin ?’ dedi. Ahşap metalden tutarak kaldırdım ve karanlık bir alan... El lambası ile içine baktım, ne zaman üretildiği belli olmayan üzerinde kağıtları zamanla aşınarak yok olmuş birkaç şişe şarap. Kollarım ile uzanarak onları büyük bir şaşkınlıkla çıkardım. Ben uzun yıllardır bu mahzen gibi yerde kaldıkları için üzerindeki etiketleri ve şişe kapakları ile uğraşırken Babet bana dönerek; ‘ Jan işte ikinci dünya savaşı zamanında Hitlerin ordusu bizim arazinin bitişiğindeki şu yoldan geçerken benim babam bu karanlık çukurda bizim bölgede yaşayan Yahudi çocuk ve kadınları saklıyormuş,’ diyerek bu evin bir sırrını paylaştı. Faşizmden kaçan Yahudi çocuklarından kalan bu evde şimdi politik mülteci bir Kürt yaşıyordu (2).
Babet’nin dahil olduğu yerel tarım çiftlikleri ortaklıklarında Joseph ile çakıştı yollarım. ‘Bir insan bir lisan’ başka bir halka, ülkeye açıldı. Joseph ile tanıştıktan sonra Soule’de yaşamaya başladım. ‘Dağların ve Bulutların Ülkesi’ dediğim Euskal Herria/Bask Ülkesi yedi bölgeden oluşur. Bu yedi bölgenin dördü Güney Bask/İspanya, üç bölgesi de Kuzey Bask/Fransa sınırları içinde bulunur. Fransa sınırları içinde bulunan bu üç bölgenin bir tanesi Soule’dür (3).
Soule ; dağların eteklerinde, derin ovaların içinde hayvancılık ve tarıma dayalı doğal bir hayat asırlardır kendi ritminde devam ediyor. Kürdistan ve Türkiye’de ‘başka bir hayat’, ‘ekolojist bir hayat’ ve mücadele belirli aktör ve de çeşitli küçük oluşum ve yapılar üzerinden ‘profesyoneller’in yaptıkları bir tartışma ve küçük kimi kolektiflerden ibaretti. Burada ise binlerin yaşadığı bu bölgede doğaya yabancılaşmadan, mümkün oldukça vahşi kapitalizmden uzak kolektif ve ‘özgür’ bir hayat devam ediyor. Asırlık beton köprülerde, içinden aktığı hayata dair derin izler taşıyan duvarlarda ‘Gora ETA’ yazılamaları durur hala. Bu yolda Josu Urrutikoetxea’nın içine doğduğu yol, 17 yaşında iken dahil olduğu ETA’nın mücadelesi, sonrasında kurulamayan ‘barış masası’ üzerinden devam edeceğim.
-III-
Bask Halkının Özgürlük Mücadelesi ; Hala Bitmemiş Bir Savaş
Kuzey Bask’ın Soule Bölgesi’nde küçük bir kasabada yaşamaya başlamam ile birlikte başka bir halkın dili ve kültüründe de yeni bir yolculuk başlamış oldu. Bu kasabada adeta çocukluğumun patikasındaki toprak kokusuna yeniden kavuştum. Kısa bir zaman diliminde hayatıma başka bir dil daha eklenmiş oldu, ‘Egun on’, rojbaş. Dünyanın en eski dillerinden birisi olan Euskara dilsel bir izolat olarak kabul edilir. Kökenleri o kadar uzaktır ki ne güneyindeki İspanyolcaya, ne de kuzeyindeki Fransızcaya benzemeyen bu dil, bu alandaki uzmanlar için bile çözülemez bir bilmece olmaya hala devam etmektedir.
Basklılar konuşmana hangi dilde devam edersen et ancak Baskça bir cümle ya da bu iki kelime ‘Egun on’ ile başlamanı isterler. Les Pyrénées dağlarının eteklerinde derin vadiler ve nehirler arasında irili ufaklı yerleşimlerin olduğu bu bölgede hayat tıpkı asırlardır olduğu gibi hayvancılık ve tarıma dayalı şekilde devam ediyor. Örgütlü olan yerli çiftlikler büyük kapitalist üretim ilişkilerini bölgeden uzakta tutmak için sürekli bir mücadele içindeler. Her Pazartesi yaşamakta olduğum Tardets – Sorholus kasabasında kurulan pazarda doğrudan üreticilerden alışveriş yapmak bir para/meta-piyasa ilişkisi değil, dünyaya/hayata aynı kaygılar ile bağ kurduğun insanlar ile bir dayanışma, karşılıklı paylaşma platformu adeta. Martin her defasında gülerek gözlerinin içine bakarak sana uzatır ekmeklerini, Charlote ise peynir, yoğurt, tereyağı, kremalarını aynı şekilde çantana bırakır. Az ileride kendi elleri ile yaptığı Violoncelle’in akordunu yaparken, bir yandan da ahşap el yapımı eşyalarının hikayelerini müşterilerine anlatan Eneko.
Buradaki hayata adapte olmam hiç de zor olmadı, zira muhalif ve de özgürlükçü kimliklerinden hareketle Kürdistan’daki Özgürlük Mücadelesini yakından izliyorlardı. Bölgeye ilk Suriye’deki savaştan dolayı Efrin’den gelen bir kürt ailesinin(4), sonrasında İstanbul’da yaşarken tanıştığı arkadaşı ile yolu buraya çıkan Batmanlı Reşo’nun sonrasında da benim yolum çıkar. Sayısal azlığımıza rağmen politik ve kültürel ağırlığımızın hiç de küçük olmadığını söyleyebilirim. Kısa bir süre sonra Joseph aracılığı ile Belediye Başkanımız Monique, eşi Péio, Egoitz en yakın dostlarım ve komşularım oluyorlar.
Gündelik hayat, çiftlik işleri, bir süre sonra politik ortaklık üzerinden sohbetler ve dahil olmaya başladığım eylemler. Aynı zamanda çiftçi olan Monique ve eşi Péio Nouveau Anti-Kapitalist (NPA), Yeni Anti-Kapitalist Parti’nin de üyeleri ve de parti başkanı Philippe Bateau’nun yakın arkadaşları. Egoitz ise Basklı ‘Euskal Herria Bai’ partisinde aktif siyaset yapıyor. 2024 yazında yapılan seçimlerde bu partiden milletvekili adayıydı. Basklı tutsaklar ile dayanışma, 1 Mayıs buluşmalarında Kürdistan’lı tutsaklar ile dayanışma pankartları da yer almaya başladı. (5) Yaşadığım kasabanın belediyesi ile 2024 Newroz’unu birlikte açık bir alanda organize etmeye kadar getirdi ortaklıklarımız bizi.
Hayatım burada bu şekilde devam ederken bir gün televizyonlar, radyolar aynı haberi bir anda vermeye başladılar : "17 yıldır kaçak yaşayan ETA’nın son şefi Josu Urrutikoetxea, 16 Mayıs 2019'da Fransa’nın Haute-Savoie'de Bölgesinde tutuklandı." Tanık olduğum kaygılı sohbetlerde Josu Urrutikoetxea’nun en yakın arkadaşlarımdan Egoitz’in babası olduğunu öğreniyorum. Bu şekilde bu ailenin mücadele ile dolu hayatlarını daha sık duymaya ve bu şekilde buna dair okumalar yapmaya başlıyorum. Josu, 1950 yılının Aralık ayında, Franco faşizminin egemen olduğu Güney Bask’ın Başkenti Bilbao’nun kuzeyinde Atlas Okyanusu kıyısında Vizkaya şehrinde dünyaya gelir. Bask ülkesindeki ağır baskı ortamında büyüyen Josu, 17 yaşında aktif bir şekilde ETA’da mücadeleye katılır.
Basklar, mücadeleleri dendiğinde genelde akla Güney Bask yani İspanya tarafı gelmektedir. Bunun temel sebebi Bask coğrafyasının büyük bölümünü oluşturması ve Franco diktatörlüğünün baskılarına karşı gelişen ETA’nın mücadelesi olmuştur. İspanya’da II. Cumhuriyet döneminde (1931-39) Bask Ülkesi, Katalonya ve Galicia gibi “tarihi” bölgelere özerklik tanınmıştı. Fakat bu dönem uzun sürmedi. İspanya, 1936-39 yılları sağcılarla (milliyetçi, dindar ve anti-komünist) solcuların (cumhuriyet yanlısı, laik) mücadelesi ile geçti.
1939 yılında General Franco’nun zaferiyle iç savaş sona erdi. Yaklaşık 40 yıl süren Franco diktatörlüğünde Bask halkı yoğun baskılar yaşadı. Bask’ı olağanüstü hâl ile yönetmek isteyen Franco’ya karşı mücadele eden Bask bağımsızlıkçıları, içinde daha radikal önerileri ile 1952 yılında Bilbao’da üniversite öğrencilerinden oluşan bir grup genç militan Ekin adında illegal bir dergi yayınlamaya başladı. Ekin Bask dilinde ‘başlamak’ (to begin), eylem (action) gibi anlamlara geliyordu. Bu oluşum 1958’de ETA (Euzkadi Ta Azkatasuna- Bask Ülkesi ve Özgürlük) adını aldı. ETA bir yandan İspanya faşizmine karşı mücadele ederken, öte yandan kendi burjuva sınıflarına karşı da benzer bir mücadele içinde oldular. Sınıf eksenli ulusal kurtuluş mücadelesi, etkili anti-kapitalist bir duruş da içeriyordu.
1960’dan itibaren ETA, bağımsız ve birleşik Bask Ülkesi ideali çerçevesinde, şiddet eylemlerine başladı. Bu dönemde ETA, Franco diktatörlüğüne karşı ezilen Bask halkının tepkisini dile getirdiği için hem Bask Ülkesinde hem de tüm İspanya ve Avrupa’nın birçok ülkesinde destek görmeye başladı. Franco’ya karşı muhalefette komünistler kadar ETA’nın da önemli bir rolü vardı. Öyle ki, 1973’te 10 tutuklu komünist liderin yargılanmasına 15 dakika kala, Başbakan Carrero Blanco’ya suikastta bulunmuştu ve bu olay tüm İspanya çapında diktatörlerin baskısına karşı bir direnç sembolü olarak büyük yankı uyandırmıştı.
1975 tarihinde Franco öldüğünde İspanya göreceli bir demokratikleşme süreci içine girdi. Bu süreçte Galiçya, Katalonya ve Bask bölgelerine geniş haklar tanındı. ETA için İspanya’da 1978 yılında oylamaya sunulan referandumda her ne kadar bölgelere otonomi verilmesi gibi önemli bir madde bulunuyor olsa da, İspanyolcanın tek resmi dil olarak belirtilmesi ve İspanya ulusuna işaret eden birleştirici maddelerin bulunmasından dolayı referandumu boykot kararı aldılar.
Franco zamanı ile gerçek anlamda bir yüzleşme yaşanmadığı için Bask halkının özgürlüğünün tam bağımsızlıktan geçtiğine inanan ETA, eylemlerine devam ediyordu. Ancak İspanya’nın sınırlı da olsa içine girdiği demokratikleşme süreci ETA’ya olan desteği de önemli oranda azaltmıştı. Kabul edilen anayasa sonrasında Mart 1979’da Bask Otonomi Statüsü Bask Parlamenter Meclisi tarafından kabul edildi ve Madrid Hükümetinin kabul etmesi sonucu 11 Ocak 1981 tarihinde yürürlüğe girdi. Böylece Vizcaya, Guipúzcoa ve Alava bölgelerinden oluşan Bask Otonomi Topluluğu (CAV) kurulmuş oldu.
Ancak bu gelişmeleri yeterli görmeyen ETA’nın silahlı mücadelesini bu süreçte daha da geliştirdi. ETA’nın eylemlerine tepki olarak 1983 yılında “Antiterörist Özgürlük Grupları” (Grupos Antiterroristas de Liberación/GAL) adında paramiliter bir örgüt ortaya çıktı. Bu paramiliter örgüt etkili olduğu 1983-1987 yılları arasında onlarca kişinin öldürülmesi ve daha fazla kişinin yaralanmasına sebep oldu. Örgüt kendine hedef olarak ETA militanlarını ve sempatizanlarını seçmiş gibi görünse de mağdurlarının üçte birinin ETA ile ilgisi yoktu. Bu paramiliter yapılanmasının oluşturulmasının altında iki sebep yatmaktaydı. Bu örgütün ilk amacı, Fransa’da bulunan Bask bölgelerinde ETA’nın kendisine güvenli bölge yaratması, planlama yapması, destek bulması ve örgüte eleman temini konularında rahat hareket etmesinin önüne geçilmesidir. İkinci olarak ise Fransa’nın dikkatini çekerek ETA ile mücadele konusunda İspanya ile işbirliği yapmaya yönlendirmektir.
Dört yıl gibi kısa sürede faaliyet gösteren GAL amacına ulaştı. Şiddet olaylarının Fransa topraklarına taşınması Fransız hükümetini rahatsız etti ve 1984 yılında ETA’ya karşı İspanya ile işbirliği yapmaya başladılar. Bu politikalar sonucunda 1980’lerin ortalarında İspanya ve Fransa devletlerinin koordineli politikalarıyla ETA güç kaybı yaşadı. Öte yandan Güney Bask’ta – İspanya – halkın geniş kesimi artık şiddet politikalarından ziyade açık, legal ve demokratik bir mücadeleyi esas almaya başladılar.
İspanya’nın 1986 yılında Avrupa Topluluğu’na katılmasının ardından 1987’de İspanya genelinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ETA’ya yakın HB tarihindeki en yüksek oyu aldı. 1989 tarihinde İspanya ve ETA arasında ilk kez uluslararası barış görüşmeleri Cezayir’de başladı. Bu görüşmelerin başarısız olmasından sonra ETA aynı yıl Barcelona’da Hipercor alışveriş merkezine yapmış olduğu eylem ile süreç kesintiye uğradı. İspanya ve Fransa devletleri bu süreçte yakın bir işbirliğine girdiler. Fransa istihbarat ve polisinin verdiği bilgiler ile İspanya devleti Franda tarafına geçip ETA militanlarına yönelik suikasler yapmaya başladılar.
Mart 1992’de Fransa Bidart şehrinde gerçekleştirdiği bir operasyon sonucu ETA’nın bütün liderler kadrosunu yakaladı ve ele geçen dokümanlar sonucunda ETA örgütlenmesi ciddi şekilde zayıflamış oldu. ETA ile Madrid hükümeti arasında görüşmeler 1998 yılından bir kez başladı. Ancak bu görüşmelerde de önemli bir sonuç elde edilemedi.
İspanya’da 14 Mart 2004’te yapılan genel seçimlerden sonra iktidara gelen Sosyalist İşçi Partisi, Bask bölgesinde barışın sağlanmasına yönelik siyasi diyaloğu ön plana çıkarmıştı. Başbakan Zapatero, müzakerelerin sadece ETA’nın tamamen silah bırakması koşuluyla yapılabileceğini söylemişti. ETA 22 Mart 2006’da kalıcı ateşkes ilan etti. ETA ile İspanya hükümeti arasında silahlı faaliyetlerin sona ermesi ve örgütün silahsızlandırılması, siyasi tutuklular meselesi ve çatışmanın sonuçları gibi daha teknik konuların tartışıldığı bir masa kuruldu.
Bu görüşmeler de başarılı bir sonuca ulaşmadı ancak ETA 2011 yılında tek taraflı olarak faaliyetlerini durdurdu. İspanya cezaevlerinde hala onlarca eski ETA militanı tutsak olarak bulunmaktadır. Her yıl Basklı tutsaklar ile dayanışma için yüzbinlerce kişinin katılımı ile Bilbao ve irili ufaklı bütün Bask yerleşimlerinde yürüyüşler ve kampanyalar örgütlenmektedir. Bunlardan en sonuncusu 13 Haziran 2024 tarihinde Bilbao’da yapıldı.
Bu tarihsel okumalarım devam ederken Josu Urrutikoetxea’nun yargılanması tutuklu şekilde devam ediyordu. Paris Temyiz Mahkemesi Temmuz 2020 tarihinde Josu Urrutikoetxea'nın adli gözetimi altında serbest bırakılmasını kabul etti. 17 yaşında bir emekçi iken 1967 tarihinde ETA’ya katılarak mücadeleye başlayan Josu Urrutikoetxea’nun bütün hayatı mücadele içinde geçer. Kırk yıllık aktif bir mücadeleden sonra 2000’li yıllarda başlayan sonra 2011'de İspanya'nın Oslo devleti ile müzakere etmeye yönelik son girişimler sırasında çözüm için ETA delegasyonunda müzakerelere katılan Josu ile yolum beklemediğim bir zaman diliminde çakıştı.
-IV-
ETA (Euzkadi Ta Azkatasuna- Bask Ülkesi ve Özgürlük)’nın Son ‘Lideri’ Josu Urrutikoetxea İle Tarihin İzinde Sohbet
Günün birinde Joseph ile bizim bahçede çalışırken patikanın karşısındaki Egoitz’lerin bahçesinde daha önceden görmediğim birisinin çalışmakta olduğunu görünce kim olduğunu daha sormadan, halimi anlamış olan Joseph, ‘işte Josu gelmiş’ demesi ile içimde kocaman bir heyecan uyanıyor. Öğle arası yolumu Egoitz’lerin oraya doğru çıkarmaya çalışırken karşımda üzerinde çalışma elbiseleri içinde tebessüm ile bana bakan Josu’yu görüyorum. Kendisine bende birikmiş olan bilgi ve duygu yoğunluğu ile yaklaşıyorum ve hemen oracıkta kucaklaşıyoruz yılların içinde geçmiş bir dostluk ve yoldaşlık duygusu ile. Kendisine hoş geldin diyorum, ‘asıl sen hoş geldin’ diyor hala devam etmekte olan tebessümü ile.
İşte bu şekilde Josu ile sonunda çakıştı yolumuz. Günün herhangi bir saatinde – üzerinde her zaman iş elbisleri ile – ya bahçede çalışırken, ya eve odun taşırken, ya da bitmeyen ev tadilatlarından dolayı elinde bir alet ile evleri ile uğraşırken bulmaya başladım kendisini. Her defasında yapmakta olduğu işi bırakıp yanına varmama vesile oldu. 1970’lerden bu yana Bask halkının, halkların, emeğin özgürlük mücadelesinin hemen hemen her aşamasında yer almış, en sonunda örgütünün barış/müzakereler sürecinde yer almış, şimdi ise gündelik hayatın çok mütevazi bir parçası olmuş Josu Urrutikoetxea.
Her defasında evlerinin arka bahçesindeki terasa geçip sohbete başlamadan kendisi kahvelerimizi hazırlar. Babet ve Gerard’lar, Joseph, Monique, Egoitz, Péio’lar ile siyaset konuşurken zaman zaman dönüp kendime, ‘ya bu kadar da olmaz, insanları biraz rahat bırak’ diyen iç sesim Josu ile sohbete başlayınca susuyor. Kendisi ile her şeyi saatlerce konuşabilirim rahatlığını veriyor bana.
‘Josu seni biraz senden dinlemek isterim, ETA’nın son şefi olarak nasıl başlamak istersin ?’ demem ile birlikte yüzünde ilk kez tebessüm dışında bir şeyi fark ediyorum.
‘Erjo öncelikle şunu bir düzeltelim, ben eski bir şef değilim, hiç bir zaman da olmadım. Bizde şef yok.’ Bu konudaki önceki bütün okumalarımı bir kenara bırakarak sade vatandaş Josu ile sohbete devam ediyorum.
‘O zaman senin için ne demeliyim ?’
‘Heval Josu tamam, ama illaki bir şey demek istiyorsan, eski militan ya da yeni sade bir yurttaş diyebilirsin.’ Karşımda 70 yaşında bir militan duruyor. Kendisinin doğumundan iki yıl sonra Ekin adında bir dergi çıkar ve Josu 8 yaşında iken bu dergi ETA isimli bir örgüte döner, Josu erken yaşlarda bir emekçi olarak çalışmaya, emek örgütlenmesinde yer almaya, 17 sinde ise ETA’ya katılmaya karar verir. Bu tarihini kısmen biliyor olsam da kendisinden dinlemek çok başka bir heyecan veriyor bana. Sürgünlerde, cezaevlerinde, dağlarda geçen 53 yılın ardından Josu şimdi 70 yaşında. Sürgünlerde ve cezaevlerinde doğduğu kasabadan daha çok yaşamış bir militan.
‘ Bildim bileli mücadele içinde olan birisiyim, başka bir hayatım da olmadı. 17’imde ETA’ya katıldım.’ Başta Avrupa olmak üzere dünyanın dört bir yanında kapitalist sisteme karşı sınıfsal ve ulusal özgürlük mücadelelerinin yaygın olduğu 1967-68 tarihlerinde aktif olarak başlayan mücadelesine devam ediyor. İçinde bulunduğu aktif mücadelesinden hareketle 1971 tarihinde yaşamakta olduğu bölgeyi terk ederek Güney Bask – Bask’ın Fransa tarafına – ‘a geçer. Burada 1975 – 80 yılları arasında politik mülteci statüsünde mücadelesine devam eder.
Ancak Franco’nun 1975 tarihinde ölmesinden sonra İspanya yeni bir politik sürece girer. Faşist geçmişi ile hesaplaşmadan kimi demokratik düzenlemeler yapmaya başlar. 1977 tarihinde Bask Bağımlıkçı parti Herri Batasuna’nın boykot ederek girmediği bir seçim de yapılır. Seçimden bir yıl sonra 1978 tarihinde de gidilen bir referandum ile yeni bir anayasa yapılır. Bask, Galiçya, Katalan bölgeleri başta olmak üzere İspanya'yı oluşturan etnik grupların ve bölgelerin özerklikleri tanınır. Anayasa'nın ilgili hükümleri dışında, 17 bölgeden her birinin kendisine ait özerklik yasası bulunmaktadır. Bölgelerin kendi parlamento ve yürütme organları vardır.
Bu süreci Josu ; " Tamam faşist lider Franco öldü ve İspanya’da yeni bir dönem başladı. Devletin suç işleyen tarihine dokunmadan, asker üniformaları içindeki Franco’nun faşist kadrosu bir günde sivil elbiseler giyerek adeta aklandılar. ‘Tamam ETA militanlarına özgürlükler, Bask’a da demokrasi konusunda gelişmeler’ oldu. Ancak devletin suçlarını kimse konuşmak istemedi. Samimi bir yüzleşmeye gidilmedi. 40 yıllık faşist devlet suçları bir anda affedildi." İspanya’daki bu değişimden sonra 1979 tarihinde Fransa devleti ‘İspanya demokrasi sürecine girmiştir’ diyerek Josu ile birlikte yoldaşlarının da politik mülteci statülerini iptal ederek kendilerini İspanya’ya geri gönderir. Bu şekilde 1971 tarihinde terk ettiği İspanya’ya tekrardan dönmek durumunda kalır.
İspanya ve Fransa devletleri tarafından iki parçaya bölünen Euskal Herria/Bask Ülkesi sahip olduğu coğrafyasından dolayı hiç bir zaman bölünmedi. Zira egemen devletlerin güçleri Pyrénées dağlarını bir birbirinden ayırmaya yetmedi. Les Pyrénées dağlarının güney etekleri Güney Bask’ı, Kuzey etekleri de Kuzey baskı ve mücadelesini her zaman korudu. Pireneler, Avrupa kıtasının güneybatısında yer alan bir dağ silsilesidir. Akdeniz'den (Cap de Creus) Biscay Körfezi'ne (Cap Higuer) kadar yaklaşık 430 kilometre boyunca doğu-batı yönünde uzanırlar ve Aneto zirvesinde 3.404 metre yüksekliğe ulaşırlar. İber ve Avrasya levhalarının çarpışması sonucu ortaya çıkan coğrafi bir engel olan Pireneler, güneydeki İber Yarımadası'nı kuzeydeki kıta Avrupası'nın geri kalanından ayırır. Devlet sınırlarını tanımayan bu dağlar her zaman egemen devletlerin zulmüne karşı mücadele edenlerin korunağı olmuştur. Josu’nun da İspanya ve Fransa devletlerinin baskısından kaçıp sığındığı bu dağlar olmuştur yoldaşları ile birlikte.
Cezaevinden çıktıktan sonra mücadelesine kaldığı yerden devam eder. 1988 yılında İspanyol gizli servisleri (CESID) Kuzey Bask Bölgesi'nde Josu Urrutikoetxea'yı uyuşturucu vererek kaçırırlar. İspanya mahkemelerinde yargılanan Josu bütün davalarda beraat etmesine rağmen, her defasında yeni soruşturmalar gerekçe gösterilerek tutsak tutulmaya devam eder.