Barış masası kurmak

Dosya Haberleri —

Bask / foto: AFP

Bask / foto: AFP

"BÜTÜN BUNLAR RESMİYDİ, AMA GİZLİYDİ": DİYALOG, MASA, MÜZAKERE

  • 1990’larda Kürt Özgürlük Hareketi'ne dahil olmak, onun ajandasından okumalar ile devam ederdi. Kuzey İrlanda’nın özgürlük mücadelesine dair IRA, Kolombiya’daki özgürlük mücadelesine dair FARC ve ELN’nin tarihlerini, Euskal Herria/Bask ülkesinin özgürlük mücadelesine dair de ETA’ya dair okumalar yapmak politik pratik bir süreçle devam ederdi.

ERCAN JAN AKTAŞ

-I-

İki kutuplu 1960/70’ler dünyasında başlayıp hala devam eden özgürlük mücadeleleri var. Egemen militer sistemlere karşı bu mücadelelerin çok önemli bir dilimi müzakere süreçleri ile devam etmiştir. Mücadelenin bir yerinde barış masaları kurulmuş. Ancak bu süreçler mücadelelerin en sıkıntılı ve zorlu süreçleri olmuştur. Hatta öyle ki çoğu zaman müzakere, barış süreçleri sekteye uğramış ve barış masaları ortada ve muhatapsız kalmıştır. Zira barış süreçleri oldukça kırılgan ve de çok farklı güçlerin etki sahasına açıktır. Kırılgan olan bu süreçlerde, barış inşası pek çok dinamiğin etkileşimine dayanmaktadır. Siyasi liderlerin iradesi, çatışan tarafların tutumları, uluslararası koşullar ve üçüncü tarafların rolleri gibi çeşitli etkenler çatışma yaşayan toplumlarda barış süreçlerini derinden etkilemektedir.

Barışı inşa etmek için barış masasını kurmak tarafların karşılıklı adımları ve tavizleri ile mümkündür. Bu süreçte taraflar bir yandan topluma yayılmış olan öfke ve şiddet belleği ile baş etmek ve süreci yönetmek zorunda kalırken, diğer yandan üçüncü taraflar, uluslararası dinamikler, süreci kişisel ve örgütsel çıkarına görmeyen bozguncu aktörler ve silahlı örgütlerin dönüşümü gibi farklı faktörlerin etkisi altında süreci yürütmeye başlarlar. 

Bu anlamıyla Filipinler’de 76’da başlayan süreç hala devam ediyor. Bu sürede defalarca kesintiye uğruyor süreç(ler). Kuzey İrlanda’da 25 yıllık bir çatışma var ve 1994’te imzalanan barış anlaşmasından bu yana barış hala inşa ediliyor. 1994’de barış anlaşması imzalanmadan bir gün önce taraflar hala pek çok konuda farklı düşünüyorlardı. Kolombiya’da da, bir barış anlaşmasına varmadan önce defalarca çözüm masa(lar)ı devriliyor.

Bunlardan bir diğer barış müzakere süreci de ETA ve İspanya devleti arasında olmuştur.  Bu yazıda, 1952 yılında, Franco’nun faşist sistemine karşı başlayan Bask halkının özgürlük mücadelesine bugünden geçmişine doğru yakından bakmaya çalışacağız. Bunu da, geride bıraktığı 74 yaşının 57 yılını bu mücadeleye adamış ve  mücadelenin bütün aşamalarını bizzat deneyimlemiş olan Josu Urrutikoetxea’nun yaşam patikasında yol alırken ve onun gözlem ve deneyimlerinden hareketle yapacağız.

1967 tarihinde, 17 yaşına iken Franco Faşizmine karşı ETA’da mücadeleye başlayan Josu, bir eylemci, militan olarak başladığı mücadelesinde ETA’nın en zirvesine kadar çıktı. Bir militan olarak başladığı mücadelesine müzakereci, diplomat, milletvekili olarak devam etti. Bütün bu süreçleri ve de zorluklarını Josu ile konuşacağız.

foto: AFP

-II-

Yoldaşlığın Patikasında Josu Urrutikoetxea ile Karşılaşmak

1990’larda Kürt Özgürlük Hareketine dahil olmak, onun ajandasından okumalar ile devam ederdi. Dünyanın farklı coğrafyalarında verilen halkların özgürlük mücadelelerinin tarihleri ve o mücadeleyi yürüten örgütlerin tarihleri de bu okumaların temel kaynaklarından olurdu. Kuzey İrlanda’nın özgürlük mücadelesine dair IRA, Kolombiya’daki özgürlük mücadelesine dair FARC ve ELN’nin tarihlerini, Euskal Herria/Bask Ülkesinin özgürlük mücadelesine dair de ETA’ya dair okumalar yapmak, devrimci kimlik edinme ve onun politik hattında yürümek için temel okumalardı.

Politik bir mülteci olarak 2017 yılından itibaren Fransa’da yaşamaya başlamam özgürlük mücadelelerine dair tanıklıklarımı çoğaltmaya başladı. Bir yandan, L'École des hautes études en sciences sociales (EHESS) – Études politiques / Paris Yüksek Sosyal Bilimler Okulu ile yeniden dahil olduğum akademiden doğru devlet, şiddet, militarizm, toplumsal barış okuma ve çalışmaları öte yandan tanığı olduğum Paris sokakları sorularıma yeni sorular katmaya devam etti.

Paris’te başlayan hayatımda ilk olarak Afrikalı göçmenlerin yoğunluğundan dolayı Fransa’nın Afrika karası üzerindeki sömürge tarihine/ilişkilerine dair okumalar içinde oldum. Zaman zaman da bu sömürü ve savaşlardan dolayı yaşadıkları ülkeleri terk ederek Fransa’da politik mülteci olarak yaşayan Afrikalıları dinledim. Ülkede her sorunun sebebi gösterilen siyah nüfusun bu yoğunlukta kendi ülkelerini neden bırakıp da buraya geldiğini sorgulamak dün olduğu gibi bugünde çok da tercih edilen bir şey değil. 

Sonrasında Fransız devleti tarafından itina ile üzeri örtülen başka bir gerçek ile karşı karşıya geldim. 17 Ekim 1961 Paris katliamı (1). Fransa'da 5 Ekim 1961'de, Paris'te ve çevresinde yaşayan Cezayirliler için sokağa çıkma yasağı konulur. 30 bine yakın Cezayirli, Paris'teki sokağa çıkma yasağına tepki göstermek ve ülkelerindeki bağımsızlık mücadelesini desteklemek için 17 Ekim 1961'de barışçıl gösteri düzenlerler. Ancak eylemciler, dönemin Paris Emniyet Müdürü Maurice Papon'un emri üzerine polisin sert müdahalesiyle karşılaşır ve korkunç bir katliam yaşanır. Sein nehrine atılanlar, sokaklarda kurşunlanarak öldürülenler ile Paris sokakları korkunç bir katliama tanıklık eder. Binlerce kişinin yaralandığı, yaklaşık 14 bin kişinin gözaltına alındığı olayda toplam kaç kişinin hayatını kaybettiği resmen tespit edilemese de katliamın tanıkları ve bağımsız kaynaklar, 300'den fazla Cezayirlinin çoğunun Fransa polisi tarafından vurularak öldürüldüğünü belirtmişti.

Paris’ten sonra Güney Batı Fransa Béarn bölgesinde bir buçuk yıl Babet ve Gerard’lar ile birlikte yaşadım, hala zaman zaman gidip orada yaşamaya devam ediyorum. Bu şekilde başka bir tarihin izlerini daha yakından sürmeye başladım. Gerard’ın annesi Franco İspanyası’nda faşizme karşı barikatlarda mücadele eden devrimci milis bir kadındır. İspanya iç savaşından kaçan aile Fransa’nın Béarn bölgesinde yaşamaya başlar, iç savaştan kaçan diğer binlerce İspanyol gibi. Yaşadıkları bu bölge geçmişin derin izlerini taşıyor. Bir yandan Fransa devletinin État-nation/Ulus-devlet projesinden kaynaklı derin bir asimilasyon yaşayarak kendi dilini ve kültürünü önemli oranda kaybeden bir halk, öte yandan İspanya’da Franco ve Portekiz’de Salazar diktarörlüklerinden kaçıp bölgeye yerleşen İspanya ve Portekiz halklarından insanların birlikte yeni hayatlar kurdukları bir bölgedir Béarn.

Béarn'ın ilk sakinleri, yüksek dağ vadileri ve piedmont platoları arasında yaylacılık ve avcı-toplayıcılardı. Bir köylü toplumu olan Béarn, vatandaşlarına çok geniş bireysel özgürlükler sağlayan forsları ve çeşitli adli ve siyasi kurumları etrafında örgütlenmiştir. Gaves de Pau ve Oloron ovalarını, çevredeki yamaçları ve Ossau, Aspe ve Barétous'un yüksek vadilerini kapsayan Béarn, 12. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar sınırlarına dokunmamıştır. O dönemde Avrupa'nın en küçük prensliklerinden biri olan Béarn, yine de 17. yüzyılın başlarına kadar Avrupa sahnesinde öncü bir rol oynamıştır. Sonrasında devam eden büyük savaşlardan sonra Fransa’da uygulamaya sokulan ulus-devlet modeline tabi olurlar.

Béarn bölgesinde Babet ve Gerard’ların çiftliklerinde onlar ile birlikte yaşarken onların gündelik hayatlarının, emek süreçlerinin de bir parçası oldum. Çeviriye başvurmaksızın Fransızca cümleler kuramazken bizler içinde geldiğimiz mücadele tarihlerinden doğru gözlerimiz ile anlaşmaya başlamıştık. Benzer toplumsal dertlerden özgürlük ütopyası sahibi olmanın getirdiği bir kolaylıktı. Sözcükler ve cümlelere ihtiyaç duymadan da çok iyi bir şekilde anlaşabiliyorduk. Bir gün Babet ‘Jan buraya gelir misin ?’ diye bana seslendi. İlk binası 1667’de yapılmış yaşam kompleksinin 1915 tarihinde yapılmış üç katlı binanın giriş katındaki odalardan birisine önce Babet, arkasından da ben girdim.

Sonra ahşap zemin üzerindeki bir dolabı kaydırmamı istedi. Asırlık ahşap dolabı kaydırmak zor da olsa sonunda başarabildim. Sonra ahşap zemindeki bir metal parçasını işaret etti, ‘ondan çekip kaldırabilir misin ?’ dedi. Ahşap metalden tutarak kaldırdım ve karanlık bir alan... El lambası ile içine baktım, ne zaman üretildiği belli olmayan üzerinde kağıtları zamanla aşınarak yok olmuş birkaç şişe şarap. Kollarım ile uzanarak onları büyük bir şaşkınlıkla çıkardım. Ben uzun yıllardır bu mahzen gibi yerde kaldıkları için üzerindeki etiketleri ve şişe kapakları ile uğraşırken Babet bana dönerek; ‘ Jan işte ikinci dünya savaşı zamanında Hitlerin ordusu bizim arazinin bitişiğindeki şu yoldan geçerken benim babam bu karanlık çukurda bizim bölgede yaşayan Yahudi çocuk ve kadınları saklıyormuş,’ diyerek bu evin bir sırrını paylaştı. Faşizmden kaçan Yahudi çocuklarından kalan bu evde şimdi politik mülteci bir Kürt yaşıyordu (2).

Babet’nin dahil olduğu yerel tarım çiftlikleri ortaklıklarında Joseph ile çakıştı yollarım. ‘Bir insan bir lisan’ başka bir halka, ülkeye açıldı. Joseph ile tanıştıktan sonra Soule’de yaşamaya başladım. ‘Dağların ve Bulutların Ülkesi’ dediğim Euskal Herria/Bask Ülkesi yedi bölgeden oluşur. Bu yedi bölgenin dördü Güney Bask/İspanya, üç bölgesi de Kuzey Bask/Fransa sınırları içinde bulunur. Fransa sınırları içinde bulunan bu üç bölgenin bir tanesi Soule’dür (3).

Soule ; dağların eteklerinde, derin ovaların içinde hayvancılık ve tarıma dayalı doğal bir hayat asırlardır kendi ritminde devam ediyor. Kürdistan ve Türkiye’de ‘başka bir hayat’, ‘ekolojist bir hayat’ ve mücadele belirli aktör ve de çeşitli küçük oluşum ve yapılar üzerinden ‘profesyoneller’in yaptıkları bir tartışma ve küçük kimi kolektiflerden ibaretti. Burada ise binlerin yaşadığı bu bölgede doğaya yabancılaşmadan, mümkün oldukça vahşi kapitalizmden uzak kolektif ve ‘özgür’ bir hayat devam ediyor. Asırlık beton köprülerde, içinden aktığı hayata dair derin izler taşıyan duvarlarda ‘Gora ETA’ yazılamaları durur hala. Bu yolda Josu Urrutikoetxea’nın içine doğduğu yol, 17 yaşında iken dahil olduğu ETA’nın mücadelesi, sonrasında kurulamayan ‘barış masası’ üzerinden devam edeceğim.