Barışın garantisi özgürlük

Rojbin EKİN Haberleri —

  • Barış toplumsal ve zihinsel değişim olmadan olmaz. Üstün ırk kimliğinden sıyrılarak, kendisi için istediğini başkası için de istemeyi bilmek ve temel ilke edinmek gerekir. Özgür, eşit ve demokratik temelde birlikte yaşamın koşulları da bu biçimde şekillenir.

Simone de Beauvoir der ki “Barış, özgürlüğün ve eşitliğin el ele yürüdüğü bir yoldur.” Barışı garanti altına alabilecek yegane sonuç, şüphesiz özgürlük ve eşitliktir. Bunlar olmadan barışın ya da barışa yol açacak süreçlerin başarıya ulaşması mümkün değil.

27 Şubat çağrısı bu yüzden önemli. Asrın çağrısı olarak da ifade bulan "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" Kürtler için özgürlüğe uzanan umudu güçlendirdi. Bu çağrı sadece Kürdistan’ın kuzeyi için değil, diğer parçaları da içine alan domino etkisinde bir çağrı.

Çağrının kapsamı geniş de olsa iki ana güce, muhataba hitap ediyordu. Birincisi PKK, ikincisi de Türk devleti. PKK kongresini toplayıp kendisini feshettiğini ilan edecek, Türk devleti de hukuki ve siyasi zeminde adımlar atacak.

PKK 1 Mart’ta beklenen çağrıyı yaptı ve ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Çağrı’nın içeriğine tamamen katıldığını ifade etmekle birlikte Önder Öcalan’ın kongreyi toplayabilmesi için özgür yaşar ve çalışır koşullarda olması gerektiğini en temel şart olarak öne sürdü. Barışı inşa edecek temel muhatap ve gücün Önder Öcalan olduğunu belirtti. İlk aşamada elbette PKK üzerine düşeni yapmış oldu. Daha sonrası için de devletten doğru adımların atılması gerekiyordu. Ateşkesin kalıcı hale dönüşmesi için Türk devletinin de silahları susturmaya karar vermesi gerekiyordu. Ancak bu olmadı. Gerillanın üs olarak kullandığı alanlara yönelik aralıksız bir şekilde saldırılar sürdü.

Samimiyet, güven ve kararlılık tüm dünya örneklerinde olduğu gibi barış süreçlerinin en temel harcı. Bu aşamadan sonra elbette artık adım atması gereken devlet. Yani Önder Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü sağlayacak ilk adımı atması gerekiyor. Çünkü bu sürecin temel aktörü ve asıl yürütücü gücü O.

Bunlar konuşulur ve talep edilirken, Türkiye açısından gündemden düşmeyen, aslında temelde Kürtlerin yüzyıldır yaşadığı sorunla bağlantılı sorunlar da Türkiye’de ilk sıralara yerleşmiş durumda. Bu bir yandan iyi bir gelişme. Yani demokrasi, özgürlük eksenli değişimi konuşmak, talep etmek ve bunun için sokağa çıkmak güzel gelişmeler. Zaten hak, hukuk, adalet, demokrasi ve en nihayetinde özgürlüğün eksikliği değil miydi Kürtlere isyan ettiren? Bunları yüzyıldır en çok da Kürtler talep etti. Ama gerçek anlamda hiçbir zaman sorun olarak görülmedi, Türkiye’nin bir eksikliği ve yoksunluğu olarak görülmedi. Neden? Çünkü talep edenler ayrılıkçı ve bölücüydüler. Ama neden bugün bir sorun olarak görülüyor artık? Çünkü Kürtler dışında Türk toplumuna da yöneldiği için. Oysa hiç kimse ve hiçbir güç Kürtler kadar herkes için özgürlük, eşitlik, adalet, hak, hukuk ve demokrasi talep etmedi. Bunun için bir asırdır, hem de kesintisiz bir şekilde mücadele ediyor. Büyük bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor. Gördüğü zulümle, yaşadığı acılarla kimse bugün yaşadıklarını ölçmemeli. Kaldı ki Kürtler acılarını kimseyle yarıştırmayacak kadar erdemli ve tevazu sahibi bir halk. Türkiye’nin herkes için özgür ve demokratik bir ülke olması için mücadele etti ve ediyor. Dar ulusalcı ve milliyetçi zihniyet kalıbı ve retoriğiyle kendisini ister sağa ister sola konumlandıranlar şimdi Kürtlere ‘Şöyle yapmadınız, böyle yaptınız’ diyor. Kendisini bu konuda Kürtlere söz söyleme hakkına sahip görenler var. Türkiye’yi aslında hep zehirleyen bu dar ulusalcı, milliyetçi anlayışın ta kendisi oldu. Başa gelen, iktidar olan herkesi de zamanla bu kavrayış ve zihniyet yapılanması yozlaştırdı ve çürüttü. Türkiye’nin demokratik ve özgür geleceğine en çok da zarar verenler bu kavrayışa ve zihniyete sahip olanlar oldu.

Şimdi aslında barışı konuşmaya başlamışken, bu zihniyetle de nasıl mücadele edileceğini, değiştirileceğini de konuşmak gerekir. Çünkü barış toplumsal ve zihinsel değişim olmadan olmaz. Üstün ırk kimliğinden sıyrılarak, kendisi için istediğini başkası için de istemeyi bilmek ve temel ilke edinmek gerekir. Özgür, eşit ve demokratik temelde birlikte yaşamın koşulları da bu biçimde şekillenir.   

1992 yılında Nobel barış ödülüne layık görülen, annesi, babası ve erkek kardeşini 1960-1996 yılları arasında Guatemala’da süren iç savaşta kaybeden kendi döneminin devrimcilerinden olan Rigoberta Menchu’nun barışa dair kurduğu şu cümleyle bitireyim: “Barış, toprağın, insanların ve kültürlerin birbirine saygı duyduğu bir harmonidir.”

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.