Benim için stran, jiyan e

Dosya Haberleri —

Hozan Aydın

Hozan Aydın

Hozan Aydın, dengbêjlik tutkusunu, eserlerinin hikayesini ve yüreğindeki sanatı Özgür Politika’ya anlattı

  • Yaptığım her eserin bir hikâyesi vardır ve hepsi gerçektir. Hiçbiri piyasa için ya da sadece “bir stran olsun” diye yapılmadı. Beste yaparken sözleri yüreğimle yazarım. Yüreğim ne diyorsa, onu aktarırım. Benim için stran, jiyan e.
  • Kürt sanatçıları gerçekten sanat yapıyorlar. Teknik olarak yetersiz olabiliriz. Maddi imkanlarımız sınırlı olabilir. Ama buna rağmen sanat yapıyoruz. Benim de bir tarzım, çizgim, rengim, kimliğim var. Eserlerimin de kimliği var. Bana göre kimliği olmayan hiçbir şey sanat değildir.
  •  Kürt sanatçılarının başka bir dezavantajı da var: Özgürlük sorunu. Kimliğiyle bu kadar mücadele etmek zorunda kalan çok az toplum vardır. Bizim kültürümüz dağılmış, insanlar yorgun, kalpler yaralı.
  • Sen piyasaya göre değil, duruşla sanat yaparsın. Çıkar ilişkileri sanatçının önüne engel olarak çıkar. Ama biz yine de yapmaya devam ederiz. Yerimizden asla şikayetçi değilim. Bu bizim tercihimizdir.
  • Şu anda üzerinde yoğun olarak çalıştığım ve tamamlanmak üzere olan dört albüm projem var. Her albüm yedi eserden oluşuyor. Aslında toplamda otuz civarında eser yaptık, ama bu dört albümde toplam 28 eser yer alacak. Eserlerin sözleri ve besteleri tamamen bana ait.

ERKAN GÜLBAHÇE

Sanatı ruhsal, duygusal, içsel bir cevher olarak gören Hozan Aydın eserleri için ''Yaptığım her eserin bir hikâyesi vardır ve hepsi gerçektir'' diyor. Piyasa için veya sadece üretmek için üretmediğine dikkat çeken Hozan Aydın, ''Yüreğim ne diyorsa, onu aktarırım'' sözleriyle müziğin onun hayatında ne anlama geldiğini ifade ediyor. Albümlerine adını veren ''Stran, jiyan e'' sözünü kendisi için bir hayat mottosu haline getiren Hozan Aydın söyleşimizin ikinci bölümünde sanatının beslendiği damarı, şarkılarına ilham kaynağı olan olayları ve sanat anlayışını anlatıyor.

 

 

"Bêje" (2002) ve “Stran Jiyan e” mottosuyla çıkardığınız “Bavê Min” (2006) ve “Vejîn” (2008) gibi albümlerinizde hangi temaları öne çıkardınız? Bu albümler nasıl bir ruh hâliyle ortaya çıktı?

Benim için sanatın pazarlanabilir bir “stil”i yoktur. Tavrım vardır ama farklı olma çabam hiç olmadı. Dengbêjlik geleneğinden geliyorum, kendi eserlerimi söylüyorum. Geleneksel halk kilamlarına da yer veriyorum.

“Stran Jiyan e” benim sözüm, kimse kullanmadan önce ben kullandım. 2000’lerden önce bu adla kilamlar söyledim, 2000’de internet sitesi kurdum. Bu adla dört albüm yayımladım. Şimdi 5, 6, 7, 8. albümler bitmek üzere.

1994 yılında Dersim-Pülümür arasında, Sansor Deresi’nde 18 arkadaşımız kimyasal silahlarla katledildi. Aralarında okulda öğrencim olan, aynı zamanda kuzenim Rêzan da vardı. Bu acı olayın ardından onlara ithafen “Bêje” adlı eseri yazdım. Benim için çok özel bir anlam taşıyan bu kilam, aynı zamanda albümün ismi oldu. “Bêje”yi ilk kez 1995’te MED TV’de seslendirdim ve büyük beğeni topladı. Dengbêjî tarzında medyada öncülük eden eserlerden biri olarak dikkat çekti. Albümde kendi bestelerimin yanı sıra klasik halk eserleri ve dengbêjî kilamlar da yer aldı.

İlk solo albümüm buydu. Daha sonra dengbêjlik temalı bazı dengbêjlerle ortak çalışmalar ve hareketli parçalar içeren albümler de yaptım. Ama “Bêje” en özel çalışmamdır.

 

 

“Mîrê Mîran”, “Xewna Şevê bû” ya da, “Midûr Begê Hewlêrê” gibi parçalarınızın ortaya çıkış hikâyeleri nelerdir? Sizin için özel anlam taşıyan bir stranınız varsa onun öyküsünü dinlemek isteriz.

Yaptığım her eserin bir hikâyesi vardır ve hepsi gerçektir. Hiçbiri piyasa için ya da sadece “bir stran olsun” diye yapılmadı. Beste yaparken sözleri yüreğimle yazarım. Yüreğim ne diyorsa, onu aktarırım. Benim için stran, jiyan e. Zaten bu ifadeyi bir proje olarak da düşündüm. 2010’da televizyon programı yapmam istendiğinde, “Ancak bu proje hayata geçerse yaparım” dedim. Adı: Stran Jiyan e.

Proje masraflıydı çünkü bir ekip gerekiyordu, çekimlerin Kürdistan’da yapılması şarttı. Çünkü her stran bir yaşamdır. Her stranın bir geçmişi, bir hikâyesi vardır. Stranları hikâye ve geçmişleriyle halka sunmak istedim. Bu ismi bilinçli olarak seçtim. Bütün çalışmalarım da bu isim altında toplandı: Stran Jiyan e.

1999’da Kürt Halk Önderi uluslararası bir komployla yakalanıp Türkiye’ye teslim edildiğinde Berlin’deydim. Haberi aldığımda içimde öfke, acı, hayal kırıklığı birbirine karıştı. O ruh hâliyle “Mirê Mîran” kilamını neredeyse yarım saatte yazdım. Tarihi bir eserdir. O anki öfke ve yaşadığım acının bir anlık ürünüdür.

90’lı yıllarda özgür Kürdistan’a olan inancımız çok yüksekti. “Bir-iki yıl içinde özgürleşeceğiz, kendi ülkemizde kültürel çalışmalar yapacağız,” diyorduk. Ancak Önderliğin yakalanmasıyla bu inanç yerini derin bir kırgınlığa bıraktı. Mirê Mîran o atmosferin eseridir:

Mirê Mîran’i yarım saatte yazmıştım. Fakat 1989’da Fransa’da trafik kazasında ölen iki amcaoğlum için “Abdulrahîm û Kenan” adlı eseri yazmaya başladım ama ancak 2017’de tamamlayıp albüme koyabildim. Yani 28 yıl sürdü.

 

 

Xewna Şevê bû bestem ise, rüyamda babamı görmemle ortaya çıktı. Devletle yaşadığım baskı süreçlerini aileme anlatmamıştım. Ama ben oradan ayrılınca babamı alıp götürmüşler, işkence etmişler. Annem anlatıyordu; babamın vücudu simsiyah olmuştu. 'Oğlun devlet için tehdit' demişler. Eve döndüğünde yürüyemez durumdaymış. Feodal gururla içine atmış. Yaşadıklarını hiçbir zaman kimseye anlatmadı. İçimde hep bir 'keşke' kaldı: Keşke o zaman her şeyi anlatabilseydim, devlet gelip ona bunları işkenceyle anlatmasaydı.

1999’da bir ihbarla bizim tarlada gerilla sığınağı bulunur. Askerler köye baskın yapar, köyü boşaltmak isterler. Köylüleri meydana toplarlar. O sırada babam asker komutanıyla tartışır. Tartışma hararetlenince babam kalp krizi geçirir. Hastaneye götürülürken yolda hayatını kaybeder. Bu baskın, babamın ölümüne neden oldu. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki babam bir şehittir.

Bu yaşadıklarımdan sonra bir gece rüyamda babamı gördüm. Şapkası başında, tesbihi elindeydi. Ellerini arkasında bağlamış, köyde dolaşıyordu. Seslendim ama duymadı. Sesim ona ulaşmıyordu. Uyandığımda etkisinden çıkamadım. Xewna Şevê bû bestemi, rüyamın bir betimlemesi olarak yazdım. Adeta rüyamda gördüklerimi kâğıda döktüm.

Doğup büyüdüğümüz topraklardan tehdit edilerek kaçmak zorunda kaldık. O topraklar bize yasaklandı. Güney Kürdistan’a gittiğimizde ise en azından “Burası Kürdistan” diyoruz. Bu, insana bir nebze olsun iyi geliyor. Kürdistan’la buluşup, halkımızla buluşacaktık.

2008’de Ozan Dino ile birlikte Güney Kürdistan’a, Maxmûr’da konser vermeye gittik. Frankfurt’tan uçağa bindik, Hewlêr’e indik. Yol boyunca heyecanlıydık. “İner inmez toprağı öpeceğiz, halkımızla kucaklaşacağız,” diyorduk. Xindeqan’a gidiyormuşuz gibi aynı duygularla ve aynı hislerle yola çıkmıştım.

Hewlêr Havaalanı’nda pasaport kontrolünde durdurulduk. “Sizi VIP’den geçireceğiz,” dediler, sevindik. Bize değer veriyorlar diye düşündüm. Ancak gerçek bambaşkaydı. Bizi doğrudan uçağın yanına götürdüler, duvara dayayıp suçlu gibi fotoğraflarımızı çektiler. Nedenini anlamak için yetkililerle tartışırken, uçağın Alman pilotu aşağı indi ve eğer siz istemiyorsanız uçağı kaldırmayacağını söyledi. Ancak burada hayatımızın güvende olmayacağını da belirtti. Pilota, “Bunlar tehlikelidir, sazlarında bomba var,” demişler. Uzun tartışmaların ardından gerekçe açıklanmadan, sadece “Yukarıdakiler öyle istiyor. İsminiz Güney Kürdistan’a giremeyecekler listesinde,” diyerek uçağa bindirildik ve geri gönderildik.

Aynı yıl ikinci kez gitmeye çalıştım, bu kez farklı mesleklerden 15 kişi vardı. Yine içlerinde ben durduruldum ve 13 saat boyunca bekletildim. Saatler sonra havaalanı müdürü geldi, bacak bacak üstüne atıp alay eder gibi “Geçemezsiniz” dedi. Ben de “Burası senin babanın mülkü mü? Elbette geçerim,” dedim. O da “Geçebiliyorsanız, buyrun geçin,” diye yanıt verdi. Tüm tartışmalara rağmen yine uçağa bindirildim ve geri gönderildim.

Bunun üzerine, sıcağı sıcağına dönüş yolculuğunda, uçakta Midûr Begê Hewlêrê kilamını yazdım ve besteledim. O anın heyecanıyla çok sert sözler yazdım, ancak zamanla biraz daha yumuşattım.

Sonradan öğrendim ki kilama Mîrê Mîran bestemde Barzanî’ye yer vermediğim için Güney Kürdistan’a girişim yasaklanmış.

Lorî bestesi, Roboskî süreciyle aynı döneme denk geldiği için herkes bu katliama yazıldığını düşündü. Aslında Ranya’da Türk devletinin hava saldırısında ailesiyle birlikte katledilen Solîn bebek içindi. Haberi okuduğumda içim parçalandı. Halepçe’de katledilen çocuklar, dört parça Kürdistan’da öldürülen çocuklar gözümde canlandı. Solîn ağıtını yazdım.

Meke Bira ise halkımıza yönelik bir isyandır. 40 yıldır süren bu mücadelenin hâlâ görmezden gelinmesi kabul edilemez. Bütün dünya yaşananları biliyor, ama Kürtler hâlâ tam farkında değil. Bu kadar bedel ödendi, bu kadar can gitti, ama birlik sağlanamadı. Hâlâ çıkarcılık, ihanet ve bireysel hesaplar önde. Kürdî bir ittifak hâlâ kurulamadı. Meke Bira, bu tabloya bir çağrı ve sitemdir.

 

 

Sizce Kürt müziği bugün bir duraklama ya da yön arayışı içinde mi? Tüm bu mücadele ve hafıza birikiminin yeterince sanatsal üretime dönüşmemesinin nedeni sizce nedir? Günümüzün ruhuna ve toplumsal dönüşümüne ne ölçüde ayak uydurabiliyor?

Ben bu düşüncemi her zaman dile getiriyorum. Çünkü gerçekten böyle. Daha önce de söyledim; kendimde sanatı ve sanatçıyı tarif etme hakkını görüyorum. Ve şunu da açıkça ifade edeyim: Hiç kimse “Çocuğumu okula göndereceğim, eğitim alacak ve sanatçı olacak” diyemez. Sanat böyle bir şey değildir.

Sanat; ruhsal, duygusal, içsel bir cevherdir. Kalbin öğretmeni olmaz. Hislerin öğretmeni olmaz. Sanat bir his meselesidir. Sanatçı da bu şekilde yaşayan, hisseden ve üreten kişidir. Okulla, diplomayla sanatçı olunmaz.

Ben çok iyi bir dinleyiciyim. Çocukluğumdan beri her türlü müziği dikkatle dinlerim. Tanıdığım çok sanatçı var. Yüz yüze olmasa da, toplumlar tarafından tanınan pek çok ismi takip ederim. Kimin amatör, kimin profesyonel olduğunu ayırt edebilirim. 33 yıldır Avrupa’dayım. Avrupa’yı da dünyayı da sanatsal anlamda yakından takip ediyorum.

O yüzden rahatlıkla söylüyorum: Eğer bugün “Sanat nasıl yapılır?” diye sorulacaksa, Kürtleri dinlemek yeterlidir. Çünkü dünya genelinde sanat artık büyük ölçüde ekonomik ve teknik imkanlarla yapılmaya çalışılıyor. Özellikle müzikte bu çok belirgin. Pop, rap, hip hop gibi türler altında büyük bir birleşme yaşanıyor. Ama Kürtler gerçekten sanat yapıyor. Temasıyla, sözüyle, tarzıyla net bir çizgisi ve estetik bir duruşu var. Rant kaygısı olmadan üretiliyor. Kimlikli ve ilkesel bir üretim bu. Ben sanat yapan birini değerlendirirken bu unsurlara bakarım.

Kürt sanatçıları gerçekten sanat yapıyorlar. Teknik olarak yetersiz olabiliriz. Maddi imkanlarımız sınırlı olabilir. Ama buna rağmen sanat yapıyoruz. Benim de bir tarzım, çizgim, rengim, kimliğim var. Eserlerimin de kimliği var. Bana göre kimliği olmayan hiçbir şey sanat değildir.

Sanatta önce bireysel kimlik, sonra toplumsal kimlik gelir. Sanatçı, mensup olduğu toplumun sanatçısıdır. Bu tüm dünyada böyledir. Sanat bir duruş sergiler, bir gerçeklikten söz eder. Beğenilir ya da beğenilmez ama bir teması olur. O tema da sanatın temelidir.

Bu açıdan baktığımda, Kürt müziği doğru yerdedir. Sadece teknik olanaklar açısından dünyaya yetişemiyoruz. Bunun yanında Kürt sanatçılarının başka bir dezavantajı da var: Özgürlük sorunu. Kimliğiyle bu kadar mücadele etmek zorunda kalan çok az toplum vardır. Bizim kültürümüz dağılmış, insanlar yorgun, kalpler yaralı.

Pek çok toplumda böyle bir sorun yok. Oralarda sanat, insanları eğlendirmek için yapılır. Biz ise düşündürmek için yapıyoruz. Bu da sistemleri rahatsız eder. Sanatçı pek çok engelle karşılaşır. Organizasyonlar seni çağırmaz, düğünlerde yer bulamazsın. Hakkında “fazla politik” ya da “farklı” gibi etiketler yapılır. Çünkü sen piyasaya göre değil, duruşla sanat yaparsın. Bu çıkar ilişkileri sanatçının önüne engel olarak çıkar. Ama biz yine de yapmaya devam ederiz. Yerimizden asla şikayetçi değilim. Bu bizim tercihimizdir.

 

 

Bugünkü tecrübenizle, imkanınız olsa geçmişe dönebilseydiniz, genç Hozan Aydın’a ne söylemek isterdiniz?

Vallahi şu anda geriye dönüp baktığımda, genç Hozan Aydın’a “Aferin sana, yüz bin defa aferin” derdim. Tercihlerin karşısında saygıyla eğiliyorum. Sanata verdiğin emek, duruşun, tavrın... Hepsiyle bir sanatçı nasıl olmalıysa öyle davranmışsın. Bu yüzden kendime bir övgüde bulunmaktan çekinmiyorum.

Sanatsal anlamda asla bir “keşkem” olmadı. Böyle bir düşünce aklımdan hiç geçmedi. Ama başka bir keşkem var: Keşke bizim de başkaları gibi bir devletimiz, kendi ülkemiz olsaydı. O zaman biz de halkımızı sadece eğlendirmek için müzik yapabilirdik. Stanlarımızı keyifle, zevkle söyleyebilirdik. İnsanlarımız mutlu olurdu, biz de onları eğlendirirdik.

O durumda, devlet kapısında yardım parası almak yerine Allah’ın verdiği yeteneği meslek edinir, geçimimizi onunla sağlardık. Asıl keşkem; özgür bir ülkemizin olmamasıdır. Keşke bizim de ortak bir pazarımız, birliğimiz, dayanışmamız olsaydı. Neden bu kadar parçalanmış durumdayız? Neden bir araya gelemiyoruz? Ama dediğim gibi, bu keşkeler asla sanatımla ya da duruşumla ilgili değil.

 

 

Biraz da geleceğe dönük projelerinizden bahseder misiniz?

Şu anda üzerinde yoğun olarak çalıştığım ve tamamlanmak üzere olan dört albüm projem var. Her albüm yedi eserden oluşuyor. Aslında toplamda otuz civarında eser yaptık, ama bu dört albümde toplam 28 eser yer alacak. Eserlerin sözleri ve besteleri tamamen bana ait.

Bu yedi eserlik yapı benim için çok özel bir anlam taşıyor. Çünkü ben inançlı bir insanım. Allah’a inanıyorum. Birçok alimin de ifade ettiği üzere, Allah’ın insana verdiği yedi temel özellik var: Düşünebilmek, hissedebilmek, konuşabilmek gibi… Özellikle hissetmek, sanat açısından çok belirleyici. Çünkü sanat yürekle, duyguyla yapılır. Bence bir insan, Allah’ın bu yedi özelliğiyle insan olur. İyi niyetli olmak, ahlaklı davranmak, duruş sahibi olmak, akıl ve ruhla bir çizgiye sahip olmak… Bunların hepsi Allah’ın insana bahşettiği özellikler. Ve sanat bu duygularla üretilir. Bu yüzden yedi rakamı benim için anlamlı. Her albümde bu nedenle yedi eser yer alıyor.

Buna ek olarak, yedi albümlük bir geleneksel halk müziği projem de var. Bu projeyi daha önce de dile getirmiştim. Ancak oldukça maliyetli bir çalışma. Teknik boyutunu halledebilirsek, bazı söz veren destekçiler de var, bu projeyi gerçekleştirmek istiyorum. Mevcut albüm çalışmaları tamamlandıktan sonra bu projeye yoğunlaşacağım. Allah’a şükür sesim hâlâ yerinde, durumum da iyi. Bu nedenle bu projeleri hayata geçirme arzusu içindeyim.

Rotinda’yla olan ortak çalışmamızdan da bahsetmek isterim. Aslında bu geleneksel proje üzerine daha önceden konuşmuştuk. Rotinda ve Maruf’la birlikte, klasik halk ve folklorik ezgiler üzerine bir projemiz var. Kısa bir süre önce Rotinda’yla tekrar konuştuk. Projemiz kabul edilmiş durumda. İnşallah yakın zamanda bu çalışmayı da hayata geçireceğiz.

Tüm bunların yanında, yıllardır içimde büyüyen başka bir arzum daha var. Bu bir proje değil ama bir özlem: ülkemize dönebilmek. Kendi topraklarımıza, kendi insanlarımızın arasına, doğduğumuz yerlere gönül rahatlığıyla gidebilmek. Bu sürecin neler getireceğini zaman gösterecek. Ama bu, hepimizin ortak arzusu. Umuyorum ki en kısa zamanda bu da gerçekleşir.

BİTTİ

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.