Cellatokrasi

Kadın Haberleri —

.

.

  • Yüzyıllardır kadının istismarı ve katli üzerinden örülmüş olan ataerkil düzenin iyi bir evladı olan AKP hükümeti, erk mirasının hakkını vermek için kadının sömürüsünü ve öldürülebilirliğini derinleştirmek üzere kurmaya çalıştığı yönetim biçiminde, cellatlara, aldığı nefes kadar ihtiyaç duyuyor. Ölüm korkusu, sindiremediği, kadınlardaki korkusuzluktur.

DR. NEŞE KOÇAK

Cinayetin meşru kılındığı her kanlı masa -kendi genişliğince- daraltan bir yaşamı kurar. Bu masanın şaşaasının etkisinde süregiden, yaşamın daralışını dahi fark edemeyecek olanlar ile bu daralmanın içinde gittikçe nefesi içine düğümlenenler arasında gerilen bir ip olmamalıydı yaşamak. Oysa bu ülkede yaşam ne yazık ki bir çok şeyden daha fazla bu ipe benziyor ve ip her seferinde yaşam hakkının boynuna dolanıyor.
“Kadın da olsa çocuk da olsa ‘gereken’ yapılacaktır “ diyen bir cumhurbaşkanı ve şürekasınca yönetilen bir ülkede, her gün bir kadının öldürülüyor olması ile cinayete çağrı yapan bu dil arasındaki bağı nasıl bir körlükle görmezden gelelim?
Ölümü gücendirecek denli katilin savunulduğu bir ülkenin yönetim biçimi nedir diye sorulduğunda, “tabiattan tahtaya kalkan çocuklar” (*) değilse de, devlet eliyle öldürülmüş olanlar muhakkak cellatokrasiyi de tarifleyeceklerdir. İstediğinde öldürebilen bir devletin istediğince öldüren cellatlarının olması şaşırtıcı değil. Şeriat değilmiş gibi bir şeriatî şer yönetiminde, gönüllü katillerden daha “makbul” olan ne olabilir katil bir devlet için? Şeriat adı altında recm edilmiyorsa da kadınlar; beslenen, desteklenen, övülen ve çoğaltılan cellatların elleri ile öldürülüyor. “Modern-siyasal islam” devletin ahlakı ile özdeş katlini daha da normalleştirirken, -bir ölüm güzelleştirilemeyeceği için- , zamanın midesini ağzına getirmeyecek yöntemler ile suçu kendisinden uzaklaştırmaya yarayan -daha kabul edilir- araçlar ediniyor.

Yaşayan ölüler istiyor

Yüzyıllardır kadının istismarı ve katli üzerinden örülmüş olan ataerkil düzenin ardılı ve iyi bir evladı olan AKP hükümeti, İstanbul Sözleşmesi kadar hayati ve mutlak bir sözleşmenin uygulanmasını dahi tartışmaya açarken, erk mirasının hakkını vermek için kadının sömürüsünü ve öldürülebilirliğini derinleştirmek üzere kurmaya çalıştığı bu yönetim biçiminde, bu cellatlara, aldığı nefes kadar ihtiyaç duyuyor. Henüz doğmamış olana dahi kendisine atadığı cellatlarla ölüm biçen bu yönetim biçimi; devri aşan bir kötülüğü örüyor. Bugün öldürülen her kadın ile birlikte zamana kadın öldürmenin kirli tohumunu saplıyor ki, bu da, doğacak her günde bir ya da daha çok kadının cinayetine bir diken gibi boy verdiriyor. Bizden de, ne için yaşayacağımızı bilmeyen ve kendisi için ölebilecek bir teba yaratmaya çalışan, katile katil dememek; kurulmaya çalışan bu cellatokrasiyi bağırmamak üzre yaşayan ölüler var etmek istiyor.
Cellatokrasi, kendisi ve cellatlarının dışında kalan hiçbir şeye yaşam hakkı tanımıyor. Onun dışında kalan herşeyin - kadınların, Kürdün, Ermeninin, Alevinin, baroların, odaların, işçinin, çeşit çeşit canlısıyla dağın, onbeş bin yıllık ömrü ile Hasankeyf’in, dokuzyüz yıllık çam ormanın, yatağına razı bir derenin, deresinden razı köylünün, heteroseksizm dışı her varoluşun, gerektiğinde bir bebeğin katlini kendisine helal kılıyor.

Her cinayeti ibretlik işler

Şerden beslenen her düzen, propagandasını ölüm ile yapar. Kimi gün köyünden aldığı köylüyü helikopterden atarak öldürür, kimi gün bir yaşama onlarca kurşun sıkıp panzer arkasına bağlar, bedenini asfaltta sürükler. Bu insanlık suçunu fotoğraflar ve dağıtır. Kimi gün bir kadın gerillanın ölü, çıplak bedenini teşhir eder. Her cinayeti ibretlik işler ki, bu, bu bir sonraki cinayetin hem vaadi, hem habercisi, hem de tehdidi olsun.

  • İşte tam da burada katile katil diyen her ses, yanılgısını tokat gibi suratına çarpar hepsinin. Özgürleşmeye giden uzun yürüyüşü kısaltır. Yaşamdan yana olanı çoğaltır. Tüm canlıların yaşam hakkı için, cellatokrasinin saraylarına doğru haykırır: Buradayız, varız, var olacağız.

Korkusuz kadınları hedefler

Varlığını bir açıdan da kadın tahakkümü üzerine kurmuş olan cellatokrasinin ölüm korkusu, sindiremediği; kadınlardaki korkusuzluktur. Bundan dolayıdır ki hedefine korkusuz kadınları koyar. Onları polis terörüne maruz bırakır, kadın kurumlarını çalışamayacak hale getirmeye çalışır, sayısız davalarla tehdit eder, bir kaç ömre yetecek kadar cezayla esir alır; eğer anne ise hedefte olan, onu evladıyla tehdit eder. ‘Asla yalnız yürümeyeceksin’ diyenlerin-ki yürümeyeceğiz- üzerlerine bire yüz bir ordu ile gelir.
Cellatokrasinin iyi tanıdığı ve kendisinin de dişlerini dökecek olan o “demir leblebilere”; (**) Rosa Kadın Derneği’ne, Figen Yüksekdağ’a, Gültan Kışanak’a, Sebahat Tuncel’e, Şevin Alaca’ya ve daha yüzlercesine yönelmesi bu sebepledir.

Buradayız, varız, var olacağız

İşte tam da burada katile katil diyen her ses, yanılgısını tokat gibi suratına çarpar hepsinin. Özgürleşmeye giden uzun yürüyüşü kısaltır. Yaşamdan yana olanı çoğaltır. Tek başına yürünülen sokaklarda ölümün değil ve sadece kendisinden olanın da değil, tüm canlıların yaşam hakkı için, cellatokrasinin saraylarına doğru haykırır: Buradayız, varız, var olacağız. Zamana, cinayet cinayet sapladığınız her bir kirli tohumu, yaşamımıza uzanan her bir kirli eli çürüteceğiz. Tek tek ve hep birlikte.

*Meçhul Öğrenci Anıtı- Ece Ayhan
**Kürt siyasetinin Mor Rengi Gültan Kışanak

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.