Devlet çöktü, bize düşen örgütlenmektir

Dosya Haberleri —

Esengül Demir/Emirali Türkmen

Esengül Demir/Emirali Türkmen

  • HDK Eşsözcüsü Esengül Demir: "Topluma kurtuluşun kendi öz-gücünden gelebileceğini ve bunun için de öz-örgütlülüğünü oluşturmak gerektiğini anlatabilmek gerekir. Tüm demokratik kitle örgütlerini her bölgede birleşik mücadele için yan yana getirmeye ve süreci tartışmaya, tartışmanın da ötesinde hızlıca örgütlü bir mücadele aracına dönüştürmeye çalışmalıyız."
  • HDP Eşbaşkan Yardımcısı Emirali Türkmen: "Ülkede geniş bir rant ekonomisi oluşturulmuş, rantiye devlet kurulmuş ve ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi yaratılmış durumda. Devlet mafya ile iç içe geçecek şekilde yeniden yapılandırıldı. Toplumun ve insanın, sermayenin ve siyasi iktidarın mutlak tahakkümü altında ezilmesine karşı direnç üretemeyenler demokrasiye erişemez."

MİHEME PORGEBOL

Merkez üssü Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde yaşanıp 10 il ve yaklaşık 15 milyon insanı etkileyen depremlerden sonra birçok ihtiyaç belirdi. Gıda, barınma, ısınma, tahliye, enerji vb. birçok temel ihtiyacın yanında dayanışma, eşitlik, adalet gibi toplumsal ihtiyaçların hayatiliği de gözler önüne serildi. Bu ihtiyaçların en önemlilerinden biri de toplumsal örgütlenme ihtiyacıydı ve bu ihtiyaç sadece felaket zamanlarında değil toplum var oldukça sürecek olan bir ihtiyaç çünkü hafızamız bu ihtiyacı derinden hissettiğimiz halde gideremediğimiz felaket ve katliamlarla dolu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin ideolojik perspektifte sıklıkla vurgu yaptığı gibi Ortadoğu ve Kurdistan halkları için örgütlü toplumun gerekliliği, yaşanan iki büyük depremin ardından bir kez daha hayatiliğini gösterdi. Hele ki her şeyin tek merkezde toplandığı, milyonlarca yaşamın tek kişinin iki dudağının arasından çıkan söze bağlandığı bir ülkede, Türkiye’de…

Pazarcık merkezli ilk depremin hemen ardından dayanışma ağları örgütleyip sahaya inen, depremden zarar gören yurttaşların ihtiyaçlarına koşup yaralarını bir nebze olsa sarmaya çalışan birçok yapı oldu. Gençlik ve öğrenci örgütleri, meslek oda ve birlikleri, sivil inisiyatifler, siyasi partiler ve daha birçok örgüt, inisiyatif ve oluşum sahada haftalardır canla başla çalışıyor, devlet ve sermaye hariç. Depremlerde yöneticilerin keyfiyetinden, liyakatsizliğinden, isteksizliğinden, vicdansızlığından, beceriksizliğinden ölen yurttaşların yalnızca ismini yazmaya sayfalar yetmez, bizse onları gömecek mezar bulamıyoruz. Tam da bu fotoğraf toplum için devletin gerekip gerekmediğini sordururken toplumsal örgütlenmenin zaruretini ortaya koydu. Biz de bu konuları HDK Eşsözcüsü Esengül Demir ve HDP Eşbaşkan Yardımcısı Emirali Türkmen’e sorduk.

Depremin ilk anından itibaren devlet kadrolarının liyakatsizliği ve halka ulaşmadaki isteksizliği kendini gösterdi. Bu bağlamda yurttaşlar ya kişisel inisiyatifler alarak ya da güvendikleri kurum ve oluşumlarla birlikte hareket edip depremin yaralarını sarmaya çalıştı. Örgütlü dayanışmanın önemi de burada belirdi. Siz bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Esengül Demir: Son birkaç yılda yaşanan pandemi, seller, yangınlar, ekolojik ve kentsel yıkımlar devletin hiçbir toplumsal ihtiyaca cevap veremediği ispatlamıştı. Deprem ise devlet modelinin Türkiye’de tamamen çöktüğünü gösterdi. Dolayısıyla toplumun devletten bir beklentiye girmeden kendi sorunlarına kendi çözümlerini yaratabileceği alternatifler üretmesi ve bunu sağlayacak örgütsel altyapılarını oluşturması gerekiyor. Devlet denilen yapının toplumu ürküten, toplum üzerinde baskı uygulayan ve toplumu korkuyla kontrol altında tutmaya çalışan bir kâğıttan kaplan olduğunu senelerdir söylüyoruz. Büyük bir coğrafyada milyonlarca insanın hayatını etkileyen, kentleri yerle bir eden bir yıkımı fırsata çevirmeye çalışan, sorumluluklarını yerine getirmeyen bir devlet mekanizması var. Öte yandan da içinden geçtiğimiz süreç itibariyle toplumun kendi kendini yönetme kabiliyetinin de ortaya çıktığını görüyoruz. Bu bağlamda toplumun kendi idaresine dönük örgütlü mekanizmalar kurma ihtiyacı var.

Emirali Türkmen: Modern dünyanın devlet diye tarif edilen aygıtı, toplumun sorunlarına cevap olan bir model değil. Üstelik Türkiye’deki tek adam rejimi, bütün bilgi ve karar mercilerini kendinde topladığı için toplumsal sorunlara cevap veremez durumda. Bu rejim toplumun, sözünü aşağıdan yukarıya doğru söyleyebilmesini çözüm araçlarını tasfiye ederek, kayyumlar atayarak ya da devletin zor aygıtlarını kullanarak önemli ölçüde ortadan kaldırmıştır. Oysa bu deprem bize gösterdi ki toplumların en önemli dayanaklarından bir tanesi örgütlenmektir. Aslında Türkiye yakın tarihinde de devletin siyasal araçlarının dayattıkları nedeniyle bu gerçekliği sık sık hatırlıyoruz ama diğer yandan da çok hızlı unutuyoruz. Hepimiz bir kez daha asıl önemli olanın toplumların öz-örgütlenmesi olduğunu, örgütlenme olmayınca kendi toplumsal sorunlarımıza çözüm bulamayacağımızı görmüş olduk.

Her ne kadar depremden daha az etkilenen kentlerden biri olsa da Amed ilk andan itibaren dayanışma mekanizmalarını oluşturup, gerekli müdahaleleri imkanları dahilinde yaptı. İkinci günden itibaren de depremin etkilediği diğer kentlerle dayanışmaya başladı. Bu örgütlenmenin önemine ilişkin nasıl bir örnek sunuyor bize?

Esengül Demir: Amed, aslında örgütlü toplum pratiği sergiledi. Kritik dönemlerde örgütlü toplumun nasıl hızlıca hareket edebildiğini ve kendi çözümünü nasıl hızlıca bulabildiğini gösteren belirgin bir örnek oldu. Türkiye genelinde de çok örgütlü olmamakla beraber, bütün ayrıştırıcı politikalara rağmen yurttaşlar hem bireysel hem de çeşitli kurum ve kuruluşlar aracılığıyla, kolektif dayanışma duygusuyla hareket etti; İktidarın gösteremediği bir refleksle hareket etti ama Amed örneğindekinin aksine yer yer kaotik şeyler yaşandı. İşte örgütlü toplum gerçeği böylesi kritik dönemlerde çok net açığa çıkıyor. Amed, bütün kurum ve kuruluşlarıyla depremi yaşayan bir il olmasına rağmen hızlıca bir araya gelen, ortaklaşan, örgütlenen, önce kendi yarasını sarıp sonrasında da diğer deprem bölgelerine giderek oraların yarasını saran bir tabloyla örgütlü halk gerçekliğinin çok net bir örneğini ortaya koydu. Amed’in yansıttığı tablo ve örgütlülük halinin bütün Türkiye için de örnek alınması gerek. Diğer kentlerde de böyle bir örgütlülük için çaba gösterilmesi gerek.

Emirali Türkmen: Amed, büyük sorunlara karşılaşmış ve kendi sorunlarına kendi enerjisiyle çözümler üretme hafızasına sahip bir kent. Bu durum kentin hafızasıyla ilgilidir. Devletin bütün baskı araçlarına rağmen Amed’deki toplumsallık ve dayanışma ilişkileri çok güçlü. Bundan dolayı da Türkiye tarihi açısından Amed’in özel bir yeri var ve bu depremde de gördük ki halk ilk anda bu hafızayı hatırlayıp anında örgütleniyor. Dayanışma zincirleri kuruyor. Çünkü bu kent dayanışmanın yaraları saran en güçlü duygu olduğunu geçmişten beri biliyor. Amed’deki yıkım oranının diğer kentlere oranla daha az olduğunu da gözden kaçırmadan, bütün renklerine rağmen Antakya’da neden Amed’deki gibi bir dayanışma sergilenemediği üzerine düşünmek gerek.

Devletin çöküşünün artık daha geniş kitleler tarafından kabul edildiğini düşünüyorum. Belki de daha çok bu nedenle ülkenin ve dünyanın her yerinden dayanışma kampanyaları hızlıca organize edildi fakat bunlar devletin engellemeleriyle karşılaştı. Bu pratiği nasıl okumak gerek?

Esengül Demir: Bölgeden gelen dayanışma çabalarına müdahale edildiğini birçok örnekte gördük. TIR'ların engellenmesi ya da AFAD’a yönlendirilmesi, oraya desteğe gitmiş insanlara yönelik şiddet, 4 Kürt gencin hem polis şiddetiyle karşı karşıya kalması hem de çırılçıplak bir şekilde karların içinde ölüme terkedilmesi ve bu örneklerin dışında kamuoyuna yansımayan birçok örnek… Bunları örgütlü topluma karşı müdahaleler olarak değerlendiriyoruz. Bu müdahaleler aynı zamanda Kurdistan halkıyla Türkiye’nin batısındaki halkların arasındaki iletişime engel olmaya dönük bilinçli ve politik müdahaleler. Bu süreç bize çok net bir şekilde göstermiştir ki örgütlü toplum güçlü toplumdur. Örgütlü toplum hem devlet saldırılarına hem de doğal koşullardan meydana gelecek durumlara karşı güçlü durabilen toplumdur. Hem Kurdistan hem de Türkiye halklarını yan yana getirmeyen bir arada bulunmasını engelleyen bu sistemin karşısında örgütlülüğü daha çok büyütmek, daha çok ön plana çıkarmak gerekiyor. Türkiye halklarının iktidarın ayrıştırıcı politikalarına karşı örgütlü olması ve yan yana durması gerekiyor.

Emirali Türkmen: Devletin bu müdahaleleri apaçık bir şekilde toplumsal örgütlenmeyi hedef alıyor. Merkezi otorite bir yandan da sorunlara müdahale etmekteki acizliğini gizlemek istiyor. Ben önümüzdeki dönem devletin kendisi karşısında toplumsal alanda sorunlara cevap üretmeye çalışan halk dayanışmalarına imkan vermeyeceğini düşünüyorum. Çünkü böylesi dayanışma yapıları topluma örnek oluşturuyor. Toplum şunu görüyor; ‘Evet en olağanüstü durumda bile devlet bizim yanımızda değil ama toplumsal hareketler bizim yanımızda. Devlet gelmeden onlar geliyor ve bizi yıkılmış binaların altından onlar çıkarmaya çalışıyor. Bize sıcak çorba vermek için aş evi kuruyor.’ Dolayısıyla ben bu dayanışmanın da toplumda bir hafıza oluşturacağını düşünüyorum. Bu deprem dayanışmasının ön yargıları kırarak tek adam rejiminin toplumu kutuplaştırarak düşmanlar üretme siyasetinin de sonunu getireceğini düşünüyorum.

HDP çizgisinin temsil ettiği siyasi paradigmanın aslında epey uzun bir zamandır özyönetimler, öz-örgütlenme ve geniş toplumsal kesimlerin farklı düzeylerde örgütlenmesi üzerine ürettiği bir yaklaşım var. Bu yaklaşım, yani toplumun öz-örgütlülüklerinin yaratılması ve güçlendirilmesi sizce deprem sonrası süreçte nasıl uygulamaya geçirilebilir?

Esengül Demir: Aslında HDP ve HDK’yi oluşturan temel fikriyatını toplumun öz-örgütlülüğünün ortaya çıkarılması olarak tanımlayabiliriz. Buna ilişkin kurulduğu günden itibaren hem kongre hem de parti mümkün olduğunca bütün toplumsal kesimleri kapsayacak şekilde hareket ediyor. Bu yapılar demokratik ulus çizgisinde kendi öz-örgütlülüğünü oluşturacak bir örgütlenme perspektifine sahip. Yer yer bunun olanaklarının oluştuğu ve hayata geçirilmeye çalışıldığı dönemler olsa da sistemin baskısından ötürü yeteri kadar hayata geçirilemediğini söyleyebiliriz. Ama depremle beraber aslında bu fikriyatın hayata geçirilebilmesi için bir olanak da oluştu. Özellikle yıkımın yaşandığı yerlere olumlu anlamda bir devlet müdahalesinin olmayışı, devletin vatandaşın ihtiyacını karşılayamaması aslında tam da böyle bir örgütlülüğün açığa çıkabilmesi için bir zemin oluşturdu. İlk andan itibaren HDK ve HDP hem kendi kadroları hem de gönüllüleriyle birlikte deprem bölgesine giderek hızlıca koordinasyonlarını sağladılar. Bunu bütün illerde yaptık. Hatay’da bu durum çok daha çarpıcı bir şekilde ortaya çıktı. Belki Maraş ve Adıyaman’da ağırlıklı olarak HDP ve HDK kadrolarının oluşturduğu inisiyatifler vardı ama Hatay’da bizim dışımızda başka inisiyatifler de vardı. Farklı demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler de vardı. Orada HDP ve HDK’nin paradigmasal bakış açısını çok iyi yansıtan bir işleyiş oluştu. HDP ve HDK bütün bileşenleriyle ortak bir koordinasyon oluşturdu. İçine onlarca gönüllü ve depremden zarar görmüş yerel halkı da katarak geniş bir çalışma yürüttü. Parti flaması, bayrağı, rozeti olmadan bir çalışma yürütüldü. Tam da aslında HDP ve HDK’nin örgütsel paradigmasına uygun bir çalışmaydı buradaki. Herkes oradakilerin HDP ve HDK’li olduğunu biliyordu ama bunun bayraklaştırılarak toplumun gözüne sokulmasının bir manası yoktu. Bu haliyle daha kapsayıcıydı. Herkesin emeğini değerlendiren, herkesin emeğini oraya katmasına olanak tanıyan bir çalışmaydı. Nitekim daha da büyüyerek ilk günden bugüne geldi. Dolayısıyla böylesi dönemlerde kolektif bakış açısı, kolektif örgütlenme perspektifi ve toplumun bütün kesimlerini kapsayan, herkesin kendi bilgi birikim ve yeteneği doğrultusunda çalışmasını sağlayan bir yaklaşım ortaya çıktı. Bu yaklaşımın ciddi anlamda sonuç alıcı olduğu görüldü.

Emirali Türkmen: Depremden sonra en çıplak haliyle herkes gördü ki siyasi iktidar mutlak üstünlüğünü güvenlik çemberleriyle sarmalarken, doğayı, insanı ve toplumu güvencesiz kılıyor. Tekçi iktidar, piyasayı ve siyasi iktidarı dokunulmazlık zırhına büründürürken, yaşam alanlarımızın tümü üzerinde engelsiz bir denetim kurmak istiyor.

İflas eden bu sistemin tek çözümü HDK ve HDP’nin savunduğu yerinden yönetim ve yerel demokrasidir. Merkeziyetçilik ve tekçilik zehrinin panzehiri yerinden yönetim ve yerel demokrasidir. Bizim için demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesi yerelden başlar. Siyasetin demokratikleştirilmesi ve topluma ait kılınması, halkların kendi kendini yönetmesiyle; güçlü, demokratik, özerk yerel ve bölgesel yönetimlerle mümkündür. Bunun mekanizması ise en küçük yerel birimden, mahalleden merkeze doğru inşa edilecek toplumsal ağlar, meclisler, her türlü örgütlenme araçları, platformlar ve kurumların inşasıyla mümkündür.

Türkiye artık bir yol ayrımında. Ya faşizm kurumsallaşacak ya da bütün ezilenlerin onurlu yaşam özlemlerini gerçekleştirecek, radikal demokratik adımlarla, köklü değişim yolunu açacaktır. Devletin kutsandığı, halkların ve kültürlerin, dillerin, inançların yok sayıldığı, katı merkeziyetçi siyasi/idari yapılanmaya, atanmışların gücüne ve hukuk adı altında dayatılan anti-demokratik yasalara, uygulayıcı kurumlar karşısında her düzeyde halk denetiminin geliştirilmesi artık ertelenemez bir zorunluluktur. Halkın kendi hayatı üzerinde örgütlü bir güç olarak gerçek iktidar haline gelebilmesinin araçları üretilmelidir.

Depremle birlikte yaşanan politik felaket aynı zamanda devletin ve sermayenin örgütlenme biçimine dair de çok şey gösterdi. Demokratik özerklik paradigması hem merkezi devlet aygıtının sorumlulukları hem de yerel mekanizmaların önemine dair devlet ve sermaye iş birliğine itiraz eden bir çerçevede neler önerebilir?

Esengül Demir: Bizim deprem bölgesinde yürüttüğümüz çalışmalar paradigmamızın küçük bir nüvesiydi. Aslında bu çalışmalar bir açıdan bakınca laboratuvar düzeyinde çalışmalardı. Ama bütün olarak Türkiye’yi düşündüğümüzde bunun çok daha güçlü bir ağa dönüşmesi gerektiğini kabul etmemiz gerek. Örgütlülük düzleminde henüz tüm Türkiye’yi saracak güce kavuşamadığımızı açıklıkla söyleyebilmeliyiz. Devlet çok örgütlü ve sermayeyle ittifak halinde. Dolayısıyla devletin gücünü ve rolünü küçümseyemeyiz. Deprem sürecinde de gördük ki devletin birincil önceliği güvenlik. Türkiye Cumhuriyeti, depreme güvenlikçi devlet perspektifiyle yaklaştı ve tüm yönelimini de bunun üzerine kurdu. 10 il depremle yıkılmış, yüz binlerce insanın kaybından bahsediliyor, devasa bir trajik tablo var ortada ama devlet dediğimiz olgu gücünü halk için seferber etmek yerine savaşa yöneliyor. Savaş siyasetini devam ettiriyor. Halk için değil, sermaye için var olan bir devlet olgusundan bahsediyoruz. Devletin böylesi bir depremde yaşanacaklara dair bütün bu süreci önceden bildiğini de biliyoruz. 2019’da yapılmış bir tatbikat var mesela. Maraş merkezli 7’nin üzerinde bir depremin olabileceği ve bunun sonuçlarına dair bir kurgu vardı devletin ajandasında. Ama gel gelelim ki devletin bugün gösterdiği refleks ve attığı tüm adımlar sermayenin depremden kaynaklı ortaya çıkan açığını nasıl kapatılacağı üzerine. Sermayeyi yeniden nasıl güçlendirebileceklerinin hesaplarını yapıyorlar. Dolayısıyla bunun karşısında da daha örgütlü, daha güçlü, devletten bir şey beklemeden, kendi paradigmasına uygun, örgütsel mekanizmalarını kuracak güçlere ve toplumsal bir yapıya ihtiyaç var.

Emirali Türkmen: AKP iktidarı altında geçen 20 yıllık süreçte tüm ekonomik kaynaklar, para ve maliye politikaları, sosyal politikalar ve kurumlar, dahası hukuk sistemi ve üniversiteler sermaye lehine kullanıldı. Doğa bu amaçla dizginsiz bir biçimde sömürüldü. Ülkede geniş bir rant ekonomisi oluşturulmuş, rantiye devlet kurulmuş ve ahbap-çavuş-akraba kapitalizmi yaratılmış durumda. Devlet mafya ile iç içe geçecek şekilde yeniden yapılandırıldı. Toplumun ve insanın, sermayenin ve siyasi iktidarın mutlak tahakkümü altında ezilmesine karşı direnç üretemeyenler demokrasiye erişemez. Toplumun her bir öğesinin varlık ve yaşam koşullarının toplumun tümü tarafından güvence altına alındığı bir yeni yaşamı inşa etmeliyiz. Doğadaki sınırlı iktisadi kaynakların ve varlıkların gerçek anlamda etkin, verimli kullanımını, emekten yana adaletli bir gelir bölüşümünü, toplumsal barışı, doğa ile uyumlu kalkınma ve büyümeyi, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve eşit yurttaşlığın tesisini, çocukların ve engelli haklarının korunmasını sağlamaktır. Yerli ve yabancı tekellere kaynak aktaran ya da inşaat-emlak rantından dünya devleri yaratan değil, küçük üretimi ve yerelleri esas alan bir örgütlenme modeli çerçevesinde, başta tarım olmak üzere, sanayide doğa dostu, istihdam yaratabilen kamusal yatırımlarla refah üreten bir ekonomik büyümeyi esas almalıyız. Ekolojik yıkıma, sömürü ve yoksulluğun artmasına yol açan, kâr amaçlı büyüme fetişizminden vazgeçilerek, yerine doğa ile uyumlu, halkın sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir büyümeyi de içeren bir sosyoekonomik kalkınma stratejisinin ikame etmeliyiz.

Depremin getirdiği muazzam yıkımla devlet aygıtının da büyük ölçüde enkaz altında kaldığını geniş kitleler de görüyor artık. Buradan yola çıkarak bu bilgi toplumun kendini örgütlemesi yönünde nasıl seferber edilebilir? Devleti hem teşhir eden ve daha fazlasını yapmaya zorlayan hem de toplumun kendini örgütleyen mekanizmalar ve politika önerileri neler olabilir?

Esengül Demir: Tabandan, yani en alt birim dediğimiz mahallelerden başlayarak kendi örgütsel ağını oluşturacak bir çalışmanın içinde olmak, toplumun içinde olmak, sokakta olmak ve anlatmak... En güçlü mekanizma da en yerinde politika da buradan hareketle oluşturulabilir. Topluma kurtuluşun kendi öz-gücünden gelebileceğini ve bunun için de öz-örgütlülüğünü oluşturmak gerektiğini anlatabilmek lazım. Bunun onlarca örneği yaşandı ve deprem de en son örneğiydi. Kendi sorunlarıyla baş başa kalan bir halk gerçekliği var. Burada devletin aciziyeti yok aslında. Devlet bilinçli bir tercih olarak kaynaklarını deprem bölgesine aktarmamıştır. Şimdi seçimler üzerinden bir gündem var ancak seçimler köklü çözüm getiren yöntemler değildir. Seçimler belli adımlar atmaya yol açabilir ama insanların yaşadığı yerden başlayarak, kendi binasından, sokağından, mahallesinden başlayarak kendini örgütlemesi ve o örgütlü yapının içerisinde yer alması hayati önem taşıyor. Bu toplum yıllar boyunca örgütlü bir yapının içerisinde olmakla suçlanmış ve örgütlülüğü öcüleştirmek üzerine kurulmuş bir korku imparatorluğuyla yönetilmiş. Örgütlü olmak terörizmle bağdaştırılmış. Örgütlü olmak vatan hainliğiyle, devletini sevmemekle bağdaştırılmış. Bu korku aracılığıyla toplum üzerinde büyük bir hegemonya kurulmuş. Tam tersine örgütlü olmanın bizi güçlendirdiği, hayatta tuttuğu ve dayanışmaya sevk ettiği gerçeğinden yola çıkarak örgütlü toplumu en küçük birimlerinden başlayarak kurmak gerekiyor.

Emirali Türkmen: İçinde yaşadığımız tablo gösteriyor ki devlet yok, toplum var. Ülkenin dört bir yanından insanlar yüreklerinde derin acı, tüm imkanlarıyla seferber olup yaraları sarmaya, elinden geleni yapmaya çalıştı. Tamam, deprem şehirleri yıktı ama insanlık yıkılmadı. Dimdik ayakta. Dolayısıyla devletin yaptıklarını teşir ederken aynı zamanda depremzedelerin tüm yaşamsal ihtiyaçlarını (kira, konut, gıda, haberleşme v.b) devlet tarafından karşılanması talebi bütün toplum kesimleri tarafından yükseltilmelidir. Sonrasında depremi yaşandığı bölgelerde kalıcı konutları inşasına başlanması bütün bunların devlet tarafından karşılanmasıdır. Deprem bölgelerinde devreye konacak olan göç ettirme ve insansızlaştırma politikalarına karşı halkımızla birlikte yerinden ve yeniden inşa atağı başlatmalıyız. Yaşamın yeniden başlaması ve yıkılmış kentlerin yeniden inşa edilmesi için tüm toplumsal güçlerle seferberlik ruhuyla harekete geçmeliyiz.

İçinde bulunduğu kırılgan duruma karşı toplumsal meşruiyetini artırmak için hem zora dayalı politikalarıyla hem de farklı rant dağıtma mekanizmalarıyla harekete geçecek iktidara karşı en geniş muhalefet nasıl örgütlenebilir?

Esengül Demir: Bu konuda parçalı davranma halini, tek başına yetebileceğini düşünme halini mahkûm etmek gerekiyor. Bu depremde de çok açığa çıktı bu durum. Zaten sistemin istediği şey bütün muhalefeti parçalı hale getirmektir: yan yana getirmemek, gücünü bölmek ve onları etkisizleştirmek. Dolayısıyla bu süreçte de çok açık bir şekilde görüldü ki böylesi bir sisteme karşı mücadele yürütmek için bütün muhalefet kesimlerinin güçlerini birleştirmesi, parçalı ve bölük pörçük olmak yerine birleşik bir mücadele hattında buluşması gerekiyor. Bu gibi süreçler aslında bize gerçekliğimizi hatırlatan süreçlerdir. Birleşik bir mücadele içerisinde yer almama halini demokrasi güçleri ve özellikle de halk teşhir ve mahkûm etmeli. Demokrasi güçleri ve muhalefet odaklarının deprem sürecinin en büyük yükünü üstlendiğini söyleyebiliriz. Eğer halkla dayanışmaya gidilmemiş olsaydı bugün tablo çok daha korkunç olurdu. Ancak halkın bu muhalefet odaklarının güçlerini birleştirmeleri için bir basınç uygulaması gerekir. Bizim de bütün demokrasi güçleri ve muhalefet odaklarını ortak mecrada buluşturmak konusunda zorlamamamız gerekiyor.

Emirali Türkmen: Kentsel planlama süreçlerinde aşırı kar hırsına bağlı olarak gelişen çarpık gelişmiş şehirlerin ranta dayanan, evsizleştiren, ötekileştiren 'kentsel dönüşüm' mantığını bütün toplum kesimlerinde teşhir etmeliyiz. Aynı zamanda kamu hizmetlerinin planlanması ve yürütülmesinde kentsel planlamayı yerel dinamiklerle birlikte ve onların öz-örgütleri aracılığıyla yerinde gerçekleştirmeyi esas almalıyız. Bize göre zaman, kurucu siyaset zamanıdır. Toplum olarak taleplerimizi gür sesle dillendirmenin tam vaktidir. 20 yıllık sürece damgasını vuran ‘tek millet-tek mezhep’ anlayışı artık en zayıf döneminde. 20 yıldır devlet içerisine ciddi şekilde yerleşmiş ve kendi bekasını ülkenin geleceğinin önünde tutan faşizan bir siyasi iktidarla karşı karşıyayız. Rejim; keyfi yönetim tarzı, hukuk dışılık, anayasa tanımazlık, savaş ve şiddetten beslenme, kutuplaştırıcı siyaset, gerginlik ve nefreti kışkırtan ötekileştirme, devlet gücünü tek elde toplama ve otoriter yönetimi hâkim kılma özelliklerini pekiştirerek sürdürmek için bütün devlet imkanlarını kullanmaktadır. Öyleyse, içeride de dışarıda da ülke ve bölge halklarına kan ve gözyaşından başka verecek bir şeyi olmayan AKP-MHP ittifakından kurtulmak önümüzdeki dönemin öncelikli görevleri arasındadır.

Yeni bir yaşamı örgütlemek için mevcut kapitalist ilişki biçimlerine karşı toplumu savunan, dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma temelli iktisadi ve toplumsal mekanizmalar, birimler neler olabilir, deprem sonrasında neler oluşturulabilir?

Esengül Demir: Deprem bölgesinde halen dayanışma koordinasyonları devam ediyor. Deprem bölgesine dönük hem ülkenin hem de dünyanın her yerinden dayanışma devam ederken biz de en azından Türkiye’nin batısındaki çeşitli kurumların bir araya gelmesi için girişimlerde bulunduk. Burayı daha da aktifleştirmeye çalışıyoruz. Mümkün olduğunca hepsini yan yana getirmek konusunda zorluyoruz çünkü bir de deprem sonrası var. Deprem sıcağı sıcağına yaşadığımız yıkımdır ama depremin sonrasında da ortaya çıkacak sonuçları vardır. O sonuçlara da hazırlıklı olmak, onlara karşı da örgütlü olmak gerekiyor. Bu yüzden odalar, sendikalar, siyasi partiler, dernekler ve diğer tüm demokratik kitle örgütlerini her bölgede birleşik mücadele için yan yana getirmeye ve süreci tartışmaya, tartışmanın da ötesinde hızlıca örgütlü bir mücadele aracına dönüştürmeye çalışmalıyız. Bunun altından başka türlü kalmak mümkün değil. Başka türlü bahsettiğimiz yeni yaşamı inşa etmek mümkün değil. Bu toplumda Gezi Direnişi sürecinde uyanan bir arada yaşama ve ortaklaşma kültürünün yaşadığımız tüm felaketlerde de hayat bulduğunu görüyoruz. HDP ve HDK’nin de ısrarla değindiği birleştiren, ortaklaştıran bir mücadele hattının toplumda ciddi bir karşılığı olduğunu ve bunun mayasının tuttuğunu çok net bir şekilde söyleyebiliriz. Ama buna dönük çabayı büyütmek gerek. Mevcut haliyle yetmiyor. Hiç kimseyi dışarıda tutmadan, herkesi kapsayacak şekilde ve herkesi fikri ve deneyimiyle ortaklaştıracak bir şekilde mücadeleler geliştirmeliyiz. Depreme karşı dayanışma merkezleri ya da birimleri oluşturulabilir örneğin. Ya da Türkiye’nin yeniden inşası için bir araya gelmiş mücadele birlikleri oluşturulabilir. Türkiye’nin bu haliyle devam etmesinin mümkün olmadığı çok açık. Değişim talebinin gerçekleşebilmesi için, güçlü ve örgütlü bir toplum inşası için biz üzerimize düşeni yapmaya ve bu alanı zorlamaya çalışıyoruz. Bizim dışımızdaki kuvvet ve odakları da bu çizgiye, en azından bu ortak mücadele hattına çekmeye büyük bir çaba gösteriyoruz. Bürokratik, çürümüş devlet sistemine karşı halkın kendi öz-gücüyle oluşturduğu katılımcı demokratik yönetimler ve örgütlenme ağları yaratılmalıdır.

Emirali Türkmen: Toplumun temelinin güçlendirilmesi, geniş toplumsal kesimlerin enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, yoksulluk, barınma sorunu gibi acil ihtiyaçlarına çözümler üretirken diğer yandan da bu sorunların bir daha yaşanmaması için, kapitalizmin sınırlarını aşan orta ve uzun vadeli çözüm önerileri sunan bir ekonominin inşası ile mümkündür. Ekolojik yıkıma, sömürü ve yoksulluğun artmasına yol açan, kâr amaçlı büyüme fetişizminden vazgeçilerek, yerine doğa ile uyumlu, halkın sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir büyümeyi de içeren bir sosyo-ekonomik kalkınma stratejisinin ikame edilmesinin imkanları oluşturulmalıdır. Bu sebeple ekonomideki üretim ve dağıtım örgütlenmesinin demokratik kooperatifler, kolektifler, komünler ve platformlar-meclisler, dayanışma ekonomileri, demokratik kooperatif bankaları gibi diğer kolektif mülkiyet biçimleri altında yapılması ve bu temele uygun bir adaletli sosyal bölüşüm ilişkisinin hayata geçirilmesi gerekliliği bugün yaşananlarla daha da görünür hale gelmiştir. Devlet, tek bir kişinin ve onun etrafındaki hiyerarşik zümrenin belirlediği esaslarla artık yönetilemez. Demokratik değişim için bu sisteme itirazı olanların ortaklığı ve gücüyle her şeyin Ankara’dan belirlendiği bürokratik ve hantal merkeziyetçi yapıyı köklü biçimde değiştirmek elimizde. Halkın doğrudan kendini yönettiği, farklılıklarını özgürce ifade ettiği, geleceği hakkında söz üretip karar sahibi olduğu yeni yaşam mücadelesini yükseltme zamanı. 

Ülkenin emek, özgürlük ve demokrasi güçleri devletin kutsandığı, halkların dillerin, inançların ve kültürlerin yok sayıldığı bu otoriter faşizan rejimin karşısında, Türkiye toplumunun çok etnisiteli, çok kültürlü ve çok inançlı yapılardan oluşan 'çok kimlikli' realitesi temel alınarak cinsiyetçi olmayan, ekolojik, eşitlikçi, sosyal ve özgürlükçü bir Demokratik Cumhuriyetin inşası bugün acil bir görev olarak bizlere sorumluluk yüklemektedir. Baskıların arttığı bu süreçte, savunduğumuz mücadele değerlerini toplumsallaştırmak ve birbirinden ayrı duran mücadele alanlarını buluşturmakla işe başlamalıyız. Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet zemininde bir araya gelmek zorundayız. Toplumsal muhalefetin parçalı yapısının giderilip güçlenmesini, Türkiye halklarının geleceğinde söz ve karar sahibi olmasını sağlamak için mücadele ortaklığını inşa etmek en önemli ödevimizdir.

Rejimin faşizme yürüyüşünü durdurmak yolsuzlukların, soygun ve vurgunun üzerinde yükselen tek adam rejimine son vermeyi en önemli sorumluluğumuz olarak biliyoruz. Çıkış yolunun düzen muhalefetinin dillendirdiği restorasyoncu politikalar değil; tek sahici ve anlamlı seçenek olan Türkiye halklarının kendi kimlikleriyle, kültürleriyle, dilleriyle, inançlarıyla eşitçe, özgürce ve insanca birlikte yaşayabilecekleri politikalarımızı geliştirirken, demokratikleşmeyle barışın birbirini besleyen, güçlendiren iç içe geçmiş iki önemli mücadele alanı olduğunu bir an bile aklımızdan çıkarmadan Demokratik Cumhuriyet’i inşa etmek hepimizin geleceğidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.