Gerkuş: Siyaseti sokaktan yürütüyoruz
Kadın Haberleri —
- Türkiye’de kadınların gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu'ndan İrem Gerkuş, “Biz siyaseti sokaktan yürütüyoruz” diyerek kadınların yerelden mücadelesine dikkat çekti.
ROJBİN KURT / BERLİN
Türkiye’de kadına yönelik şiddet, devletin Kurdistan’da devreye koyduğu soykırım ve savaş ile paralel olarak artıyor. Savaşın topluma getirdiği ekonomik yükün, yoksulluğun faturası ise kadınlara kesiliyor. Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu'ndan İrem Gerkuş, iktidarın geliştirdiği politikalar ile kadını bir şiddet döngüsünün içerisinde tuttuğunu belirterek bir devlet şiddetiyle karşı karşıya olunduğunu söyledi.
Almanya’nın başkenti Berlin’de düzenelenen Kadınlar Geleceğini Örüyor 2. Uluslararası Konferansı’n da konuğu olan Gerkuş gazetemizin sorularını yanıtladı.
- Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu adına buradasınız. Türkiye’ye dışarıdan baktığınızda kadın örgütlerinin, kadın hareketinin yine Kürt kadınlarının yaşadığı sorunlar nelerdir?
Sorunlarımızı incelikli ele alıp tartışmaya çalışıyoruz. Ben bu konuşmayı yaparken Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu’nun da İstanbul’da bir toplantısı olacak. Toplantının sonuçları daha sonra açıklanacak. Önümüzde bir seçim süreci var. O seçime doğru giderken kadın hareketinin gündemleri nelerdir? Neler olmalı konuları tartışılacak aynı zamanda. Biz kendi iç toplantımızda bir süredir içinde bulunduğumuz, yaşadığımız ve yaşam mücadelesini verdiğimiz konularda bütünlüklü ve topyekun bir mücadele vermemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bunları konuşabilmemiz için seçim biraz vesilesi oldu aslında. Son zamanlarda özellikle en çok önümüze çıkan şeylerden biri İstanbul Sözleşmesi süreci ile fark ettiğimiz aile meselesi. İktidarın genel olarak aile politikalarında kadın birey olarak değil, aile olarak görmek, aileye hapsetmek hem emeğini hem bedenini tam olarak o sistemde tutup yani onun bir aracı olarak kullanarak, onun haklarına el koymak gibi bir yöntemi var.
Gördüğünüz gibi son süreçte aile üzerinden anayasal değişikliğini gündeme almaya çalışıyorlar. Bunun üzerine kadın hareketinin önemli gündemlerinden birisi bu kadının aileye kıstırılması boyutudur. Kadının tüm sosyal hakların aile üzerinden tariflenmeye çalışılması, büyüyen ekonomik kriz, kadınların yoksullaşması önemli gündem konularımız.
Yine ev içinde verilen karşılıksız bakım emeği var. İktidar, ne bir yaşlı bakım merkezi açıyor ne de bir kreş açıyor. Ailedeki o bakım emeğini kadına yıkarak kapatmaya çalışıyor. Bu devletin bir politikası. Onun dışında zaten bu derinleşen krizle beraberde herkesin geçim derdi ve alınan mücadelenin hiçbir şekilde yeterli olmaması ve hayati sürdürebilmek gitgide zorlaşan bir konu oldu Türkiye’de.
Onun dışında sorunların başında tabiki de şiddet geliyor. Şiddetin gitgide arttığını görüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek zaten çok önemli konulardan biri. Şiddetle mücadele etmemek için, “Ben kadınların elde ettiği hakları korumuyorum” yaklaşımı var. İstanbul Sözleşmesi aslında bütünlüklü bir yol sunuyor devlete ve buna imzacı olan bütün devletlere. İstanbul Sözleşmesi, şiddet oluşmadan onu önlemeyi taahhüt etmek üzerine kurulu bir sözleşme. Devlet “Ben bundan da çekiliyorum” diyerek aslında, “Ben kadınların şiddet görmesine dair bir şey yapmıyorum” demek istedi. Yani devlet bir yandan bu işin bir tarafı ama diğer bir yandan da çok yoğun bir devlet şiddeti ile karşı karşıyayız. Yaptığımız birçok eylemde gözaltı riski ya da gözaltına alınma durumu var. Onun dışında cezaevlerinde olan şeyleri duyuyoruz. Cezaevlerinde çok büyük işkenceler var. Mecliste kadın politikaları ve temyiz politikaya dair söz söyleyen birçok milletvekili içeride. Yine birçok belediyede kadın politikalarını aktif bir şekilde yürütmeye ve hayata geçirmeye çalışan birçok politikacı içeride.
- Kadınlara, kadın örgütlerine yönelik şiddetten söz ettiniz. Devletin kadına bu derecede sert saldırısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Devlet şiddeti nasıl yaşama nüfus ettiriyor?
Yani orada aslında kendi iktidarını devam ettirmek için uygulamaya çalıştığı bir politika var, işte aile meselesi. Genel olarak bu şiddet; iktidarın, aile ve ailecilik politikaları ile çok bağlantılı. Seni ailenin içerisine hapsetmek istiyor. Böylelikle devlet olarak sorumluluk alıp hiçbir politika geliştirmeyecek. Sığınak açmak, kreş açmak, bakım hizmetleri vermek de buna dahil. Yani bir kadın evin içinde şiddete uğradığı zaman gideceği yolları o evden çıkış yollarını tamamen tıkamak üzerine bir politika uyguluyor. Yani kadın bir şiddet döngüsünün içinde tutuluyor. Orada kaldığı sürece de devlet aileyi aracı bir kurum olarak görüp erkeğin şiddeti ile tüm o yeniden üretim ağını devam ettiriyor.
Devletin sorumluluğu olması gereken birçok şeyin aslında aile üzerinden yürütüldüğü bir noktaya geldiğini görüyoruz. Yani bu son zamanların meselesi değil. AKP geldiğinden beri Kadın Bakanlığı’nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapılması, 2016’daki boşanma komisyonu raporu ya da onun dışında zaten 2012’de kürtaj üzerine, kürtajın tartışmaya açılması. Mesela işte 2012’de “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyerek böyle bir yandan da aslında ırkçılık üzerinden de politika yapıyor. Ayrıca bu başörtüsü meselesi de var ya da bu işte, “PKK’liler 10 çocuk doğuruyor, sende çocuk doğur” falan. Hani böyle “en az üç çocuk” meselesi ve yine beş çocuk meselesi. Yani “Sen çocuk doğuracaksın. Ben sana hiçbir yardım yapmayacağım, onlara da bakacaksın. Ucuz iş gücü olarak piyasayada girecek onlar. Tüm bu bakımda, yükümlülüğü de sağlık hizmeti de hiçbir şey vermiyorum. Bunların hepsi sana ait bu şekilde devam edeceksin. Orada gördüğün şiddetten kaçabilmenin yollarını da sana vermiyorum” demek aslında. Böyle bir bütünlükte gördüğünü düşünüyorum ben.
- Türkiye’de başörtüsü örtülmesin gibi bir yasak olmadığı gibi öyle bir güvencesizlik durumu da yok. Hatta tersinden bir dayatmayla yüz yüze kadınlar. CHP’nin başörtüsünü gündeme getirmesi ve AKP’nin bundan istifade yasal değişimlere gitmeyi gündemine alması oldu. Sizce CHP, AKP’nin kadına yönelik politikalarını görmeyecek bir parti mi?
Bütünlüklü düşünemediklerini görüyorum. Mesela CHP’nin dediği şeylerden biri, “Ben iktidara geldiğim zaman ilk işim İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe koymak” diyor. Ama onun içeriğini, neden olması ve korunması gerektiğini içselleştirdiğini düşünmüyorum. Başörtüsü meselesine gelince, bence genel olarak kadınların bedenlerine dair herhangi bir politikanın anayasa değişikliği ile konuşulacak, açılacak bir tarafı yok. Başörtüsüne dair herhangi bir engelleme ya da serbestisinin önüne geçilmesini birtakım yasalar ile güvenceye almak herhangi birimizin zaten karşı çıkacağı bir şey değildir. Ama oradaki manevrayı çok görebildiğini düşünmüyorum.
- Konuya ilişkin feminist kadın avukatların açıklamaları oldu. Başörtüsü meselesi ile 140. Madde bağlamında, yine bunun aile yapısına dayanan boyutuna ilişkin. AKP başörtüsü bahane ederek bu maddelerde değişime gitmek istiyor. Bu maddelerin değişimi ne gibi sonuçlar doğurur?
Bu çok kötü bir sonuç doğurur. Yani az önceden beri konuştuğumuz bu aile politikası konusu aslında bu politikanın direk yasalaşması demek ve bu yüzden çok tehlikeli. Bence bu noktada zaten CHP biraz geri çekti o şeyi. Ama AKP kanadında konuşulup, çalışmalar devam ediyor.
Bana göre bazı şeyler tartışmaya açılmamalı. “Aile kurumu budur.” Bilmem ne budur şeklinde olmuyor. Bu kadınlara zarar verebilecek bir davranış ve politika. Başörtüsü ile biz yaşam tarzına bir müdahale görüyoruz. Müzik yasağından tutalım, içki yasağına, giyilen kıyafete kadar. Bir yanda bu kadınları birbirine düşüren bir yerde götürebilir. İşte bu çok tehlikelidir. Soruna topyekun bakmamız gerekiyor. Hani o ayrıma bizim de düşmemiz gerekiyor.
- AKP’nin torba yasalarında kadın aleyhine birçok yasa çıkarıldı. Bu yasalara karşı Türkiye’de kadın örgütlerinin, hareketlerinin ortak mücadelesi hangi düzeyde, siz bu mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Güçlümdür, hangi aşamadadır?
Ben güçlü buluyorum. Öncelikle mücadeleyi bırakmayan bir hareket, bu çok önemli bir şey. Mesela 6284 olsun ya da Medeni Kanun, AKP zamanında da konuşulup yürürlüğe geçmiş yasalardır aslında ve tamamen kadınların mücadelesi ile yasalaşan şeylerdir. Tabiki de AKP’nin çıkardığı yasaların nasıl işlediğine de bakmak gerekiyor. Mesela İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladık ama yürürlükte değildi. Buna rağmende İstanbul Sözleşmesi’nden çekilindi yani. Mesela Tecavüz Kriz Merkezleri’nin kurulması gerekir İstanbul Sözleşmesine göre örneğin. Hani bunların hiçbirisi yapılmadı ve kadın hareketleride bunların yapılması için mücadele veriyordu. Bu bir tıkamak değil ama tabiki kadın hareketini bir reflekse sıkıştıran tarafı var. Yani biz o bütünlüklü politikayı ve taleplerimizi dile getirmekte biraz zorlanıyoruz; çünkü sürekli bir saldırı ve o saldırıya cevap ve onun mücadelesini vermek üzerinden de biraz politika yürütmek durumunda kalıyoruz ve bir yandan bunu ben şey olarak görmüyorum; hani İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olabilir ama şu iki senede sokaktan geçen herhangi bir insan bile artık “İstanbul Sözleşmesi nedir, ne işe yarar?” Sorularının cevabını biliyor. Niye vardı biliyor? Yani biraz öyle bir şey mücadele bence. Yasalar veya uygulamalar o saldırılar değil ama bizim verdiğimiz mücadele sonucunda toplumda, çevremizde yani birçok alanda neye yol açıyoruz bence o önemli ve budur güçlü olan. Yani İstanbul Sözleşmesi’ni artık Türkiye’de bilmeyen yok mesela. Benim annemde biliyor, bakkal da biliyor. Bu gerçekliğin kendisi bence önemli olan. Çekilmiş olabiliriz ama onlar gidecek, o İstanbul Sözleşmesi de geri gelecek, eşitlikte sağlanacak yani o açıdan kadın hareketinin sadece oraya odaklanmadan hem sokakta ve hem de birçok alanda bunu devam ettirilmesi bence güçlü.