Güvenilmez adam! 

Cafer TAR yazdı —

  • Düşen her bombadan sonra Türkiye’nin iç barışını sağlamanın daha da zor hale geldiğini hepimizden daha fazla biliyorlar. Fakat Kürtlere düşmanlık gözlerini öylesine kör etmiş ki; bu noktada Erdoğan’la aralarına mesafe koyamıyorlar.
  • Birçok insan politikada güven faktörünü çok önemli bulmazlar; halbuki gerçek bunun tam tersidir, çünkü politika son tahlilde insansal bir faaliyettir ve bütün insani ilişkilerde gelişme ve ilerleme inanç ve güven üzerinden yürür.

Erdoğan uzun bir süredir ilişkileri ısıttığı Sünni Arap ülkeleri ile yeniden barışmanın yollarını arıyordu; geçenlerde Mısır Cumhurbaşkanı Abdullah el-Sisi ile görüşen Erdoğan nihayet muradına ermiş oldu. Bir zamanlar İhvan hareketi üzerinden Sünni İslam dünyasının liderliği rüyaları gören ve işin garibi buna inanan Erdoğan, Sisi ile görüşmeyi kabul ederek bu iddiasından tamamen vazgeçtiğini bütün dünyaya ilan etmiş oldu. 
 
Bunun Türkiye’nin hem iç siyasetine hem de dış politikasına önemli etkileri olacaktır. Her şeyden önce Türkiye dışındaki siyasal İslamcıların bu saatten sonra tıpkı diğer politik muhatapları gibi Erdoğan’a güveni kalmayacak, artık Ortadoğu’da hiçbir siyasal parti veya grup Erdoğan’a ve Türkiye’ye güven üzerinden herhangi bir konuda tutum almayacaktır. 
 
Erdoğan eskiden bütün Batı dünyası için güvenilmez bir politik figürdü; sonra aynı şeyi Rusya ile yaşadı. Geldiğimiz noktada Erdoğan artık sadece devletler değil, sokaktaki insan içinde güvenilirliğini önemli ölçüde yitirmiş bir politik figüre dönüşmüştür. 
 
Yıllarca Sisi’den mi yoksa benden mi yanasınız diyerek iç kamuoyunu ajite eden Erdoğan, uzun bir süredir Mısır ve onun darbeci lideri Sisi ile ilişki kurmanın yollarını bulmaya çalışıyordu. Bunun için ilk yaptığı iş sesiz sedasız rejim muhaliflerinin Türkiye’de sürdürdükleri siyasal çalışmaları durdurmak ve Sisi muhaliflerinin İstanbul’daki televizyon stüdyolarını kapatmak oldu. 
 
Halbuki bu insanların hepsini kendisi Türkiye’ye davet etmiş ve onları uzun bir süre finanse etmişti. Emin olun aynı şey Suriye’de de olacak. Türkiye ve Erdoğan bölgede her şeyden önce ahlaki olarak kaybeden taraftır. Bugün ak dediğine yarın kolaylıkla kara diyebilen bir ülkeye ve onun liderine artık kimse güvenmez. 
 
Ve güven aslına bakarsanız politikanın olmazsa olmazıdır. Birçok insan politikada güven faktörünü çok önemli bulmazlar; halbuki gerçek bunun tam tersidir, çünkü politika son tahlilde insansal bir faaliyettir ve bütün insani ilişkilerde gelişme ve ilerleme inanç ve güven üzerinden yürür. 
 
Şimdilerde Erdoğan Esad’la yeniden barışmaktan bahsetmeye başladı; bu noktada şimdiye kadar Erdoğan’a güvenerek Suriye yönetimine karşı mücadele etmiş çevrelerin içine düştüğü açmazı tahmin etmek hiç de zor olmaz.  
 
Geldiğimiz noktada ÖSO da dahil bütün çeteler Erdoğan’ın elinde başkalarına karşı kullanılan birer şantaj aracına dönüştüler. Suriye yönetimi ve diğer çevrelerle pazarlıklar bir noktaya gelince kaçınılmaz sonu onlar da yaşayacaklar. 
 
Erdoğan’ın dış politikayı iç siyasetin bir aracına dönüştürdüğünü yıllardır yaşıyoruz; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle yakınlaşma tam da bunun için. Erdoğan’ın yaklaşan seçimleri kazanabilmek için yabancı para girişine ihtiyacı var. 
 
Mısır’la yakınlaşmadan bu ülkelerle ilişkileri bir yola koymak mümkün olmayacaktı. Erdoğan o kadar sıkışmıştı ki, yıllardır hakaret ettiği Sisi ile görüşmek ve daha da kötüsü bunun ne kadar iyi bir şey olduğunu övünerek kamuoyuna anlatmak zorunda kaldı. 
 
Suriye meselesi ise biraz daha karmaşık; hem muhalefet hem iktidar bu konuda çok ilkesiz bir noktada duruyorlar. Özellikle Rojava’ya saldırılar ve Suriyeli göçmenler konusunda Türkiye kamuoyunda yürütülen tartışmalar gerçekten utanç verici. 
 
Ümit Özdağ gibi ırkçı politikacıların Türkiye’deki mülteciler üzerinden sürdürdüğü ilkel tartışmalar her geçen gün daha fazla Türkiye kamuoyunca ilgi ile takip edilmeye başlandı. Özellikle ülkenin içine düştüğü yoksulluk koşullarında insanlar göçmenleri günah keçisine dönüştürmeye başladılar. 
 
Bu insanları evlerinden barklarından etmeyi bir tür siyasal ranta dönüştüren Erdoğan, şimdi de onları savaştan harap olmuş ülkelerine işsiz güçsüz göndermeyi siyasal ranta dönüştürmenin yollarını bulmaya çalışıyor. Bu noktada Esad’la bir yol bulup sözüm ona Türkiye kamuoyuna seçim öncesi bunun müjdesini vermek istiyor. 
 
Rojava konusuna gelince bu noktada Erdoğan/Bahçeli faşizminin pozisyonu belli; fakat muhalefetin tutumu içler acısı. CHP Sözcüsü Faik Öztrak “harekatın iç siyasette malzeme olarak kullanılmasına karşı olduklarını ancak terörle mücadeleye destek olduklarını ifade etti.” İYİ Parti’nin tutumundan bahsetmeyi bile zül buluyorum. 
 
Halbuki gerçek bunun tam tersi; her gün ağızlarından demokrasi ve insan haklarını düşürmeyen düzen muhalefeti Rojava’ya atılan her bombanın aslında Türkiye demokrasini daha fazla açmaza sürüklediğini, düşen her bombadan sonra Türkiye’nin iç barışını sağlamanın daha da zor hale geldiğini hepimizden daha fazla biliyorlar. Fakat Kürtlere düşmanlık gözlerini öylesine kör etmiş ki; bu noktada Erdoğan’la aralarına mesafe koyamıyorlar.   
 
İşte tam da bu noktada Rojava’daki mücadele daha da önemli bir hale gelmiştir. Rojava’yı savunmak dar anlamda sadece bir toprak parçasını savunmaya indirgenemez. Rojava’yı savunmak halklarının bir arada barış içerisinde özgürce ve refah içerisinde yaşadığı bir Ortadoğu’yu savunmaya denk düşer. 
 
Öyleyse Rojava’yı savunmak sadece Kürtlere değil, bütün Ortadoğu halklarına düşen bir görevdir. Bize düşen ise Rojava’nın özgürlüğü için mücadele etmek, diğer insanları da çok geç olmadan üzerlerine düşeni yapmaya davet etmek olmalıdır.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.