Erdoğan’ın Irak hamlesi ve Kürtler
Cafer TAR yazdı —
- Erdoğan’ın Irak’a gitmek istemesinin iki önemli gündemi var; bunlardan ilki ve en önemlisi Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürüttüğü imha hareketini bir adım daha ileri taşımak, diğeri ise 1200 kilometrelik Basra Körfezini Türkiye’ye bağlayacak “Kalkınma Yolu Projesi” ile yeniden oyuna dahil olmak.
Dünya uzun bir süredir tabiri caizse küçük bir köye dönüştü! Artık hiçbir ülke sadece kendi iç pazarı için üretim yapmıyor. Aslına bakarsanız istese de bu mümkün değil; geldiğimiz aşamada üretim süreçlerinin neredeyse tamamı evrensel bir karakter kazandı.
En gelişmiş teknolojilere sahip ülkeler bile orta ölçekte bir endüstriyel metanın üretim sürecini tamamlayabilmek için dışarıdan teknoloji, insan ve materyal alma gereksinimi duyuyorlar. Dolayısıyla ülkeler dışa açık olmaya mecburdurlar; işte tam da bu yüzden dünya egemenliği için rekabet eden ülkeler, üretilen metaların bir yerden başka bir yere transfer edildiği güzergahlara hâkim olma mücadelesi veriyorlar.
Türkiye bölgede uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle Batı tarafından bir tür tecrite uğramış ülke pozisyonunda duruyor. Uzunca bir süredir dış ilişkilerini tehdit ve şantaj üzerinden sürdürmeye çalışan Türkiye gelinen noktada dış politikada tıkanmış durumdadır...
Türkiye coğrafi olarak çok uygun olmasına rağmen özellikle ABD’nin inisiyatifi ile “Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru” projesinin dışında tutulmuştur. Bu Türkiye için gerçekten çok sert bir stratejik yıkım olmuştur. Erdoğan’ın sonrasında yeniden Batı’ya yönelmesi, İsveç’in NATO üyeliğine onay vermesinde bu gelişmenin önemli bir payı olduğunu düşünüyorum.
Türk egemen sınıfları soğuk savaş yılları boyunca NATO’nun güneydoğu kanadında Sovyetler Birliği’ne karşı konumlandırılmış, silahlandırılmış bir devlettir. Bütün bu yıllar boyunca Türkiye halkları soğuk savaşın bütün ağırlığını yaşarken, özellikle bazı sermaye çevreleri ve askeri bürokrasi bunun rantını yemiş, NATO tarafından desteklenmiş hatta yer yer şımartılmıştır.
Yıllarca bu konfora alışmış çevreler aynı şeyi soğuk savaş sonrasında da sürdürmek istediler; ikinci körfez savaşı döneminde ABD başkanı olan oğul Bush Türk yöneticilerin bu tutumunu “at pazarlığına” benzetmişti. Ellerinde çok değerli olduğunu düşündükleri Türkiye halklarının anavatanını bir tür poker masasına sürmeyi dış politika sananlar baltayı taşa vurmuşlardı.
Fakat ısrarla bundan ders almamakta ısrar ediyorlar ve bu onlara her defasında ağır bedeller ödetiyor. Önceleri Türkiye olmadan bir koridor olmaz diyen Erdoğan, gelinen noktada arkadan dolanarak yeniden oyuna dahil olmak istiyor. Erdoğan’ın son zamanlarda yeniden Irak’la ilgilenmesinin en önemli nedeni biraz da bu olmaktadır.
14 Mart’ta Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı’nın ABD ziyaretinden hemen sonra Irak’a gitmesi Erdoğan’ın bölgede inisiyatifi kaybetmiş olmasının telaşından kaynaklanmaktadır. Başta ABD olmak üzere bütün Batı dünyası Erdoğan/Bahçeli ikilisinin blöfünü gördü ve onları oyun dışı bıraktı.
Tam da bu noktada Erdoğan/Bahçeli ikilisi Irak üzerinden yeniden oyuna girmek istiyorlar. Bu amaçla Erdoğan önce savaş kabinesini Irak’a gönderdi, yakında da kendisi Irak’a gitmeyi planlıyor.
Erdoğan’ın Irak’a gitmek istemesinin iki önemli gündemi var; bunlardan ilki ve en önemlisi Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürüttüğü imha hareketini bir adım daha ileri taşımak, diğeri ise 1200 kilometrelik Basra Körfezini Türkiye’ye bağlayacak “Kalkınma Yolu Projesi” ile yeniden oyuna dahil olmak.
Böylece Türkiye dışlanmış olduğu Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoruna” yeniden dahil olmayı umuyor veya en azından bir aşamadan itibaren devreye girebileceğini umuyor.
Fakat Türkiye’nin gözden kaçırdığı bir şey var; Türkiye ne yaparsa yapsın Kürtlerden rıza almadan bu süreci devam ettiremez. Türkiye’nin dünya ticaret yollarına dahil olmak istediği bütün güzergahlar Kurdistan’dan geçiyor.
Erdoğan’la veya Erdoğan’sız bir noktada Türkiye zorunlu olarak bir tercih noktasına gelmiştir. Türkiye gibi askeri ve ekonomik potansiyeli sınırlı bir ülke; Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin kendi içindeki Kürt özgürleşmesini engelleyemez. Ya Kürtlerle barışacak ve dünyada olmayı istediği yerde pozisyon almaya çalışacak ya da baltayı ayağına vuracak!
Kürtler her iki seçeneğe de açık duruyorlar; bu noktadan sonra tercih Türkiye’yi yönetenlerindir.