Hamal durağında tükenen hayatlar
Toplum/Yaşam Haberleri —

Hamal Durağı
- İstanbul’un dar sokaklarında, yüksek taş binaların arasında yankılanan ağır adımlar... O adımlar, tarihin omzuna yüklediği son hamallara ait. Modern şehirleşmenin gölgesinde yavaş yavaş silinen bir mesleğin, asırlık emekçileri onlar.
- Hamalların büyük çoğunluğu Malatya, Adıyaman gibi şehirlerden göç eden insanlar. Eğitim ya da başka bir meslek imkanı olmayan bu insanlar için hamallık, yıllar önce tek seçimdi. Gençken o yükleri taşımak kolaydı ama yaş ilerledikçe yük ağırlaştı, beden zayıfladı, geçim daha da zorlaştı.
ERDOĞAN ALAYUMAT/İSTANBUL
İstanbul’un dar sokaklarında, yüksek taş binaların arasında yankılanan ağır adımlar... O adımlar, tarihin omzuna yüklediği son hamallara ait. Modern şehirleşmenin gölgesinde yavaş yavaş silinen bir mesleğin, asırlık emekçileri onlar.
Hamallık, İstanbul’un ticari geçmişinde sadece bir iş değil, bir sistemdi. Osmanlı döneminde loncalara bağlı çalışan hamallar; kimin, ne zaman, nerede, hangi sırayla iş alacağı belli olan, kurallı ve dayanışmacı bir düzenin parçasıydı. Bugün ise ne lonca kaldı ne de örgütlü yapı. İstanbul genelinde hala ayakta kalmayı başaran sadece 12 ila 15 kadar hamal birliği var. Her birliğin çatısı altında yaklaşık 100 ila 150 kişi çalışıyor. Bu da İstanbul gibi dev bir şehirde, hala bin 200 ila 2 bin kişinin geçimini bu yolla sağlamaya çalıştığını gösteriyor.
Asgari geçim sınırının altında
Eskiden şehrin her köşesinde yük taşıyan hamallar, bugün yalnızca dar sokaklara, eski hanlara ve yük asansörünün giremediği binalara yük taşıyor. Forkliftler, motorlu taşıma araçları ve teknolojik sistemler nedeniyle büyük depolar ya da modern işletmeler insan gücüne artık ihtiyaç duymuyor. Bu da hamalların iş hacmini azaltıyor.
Gelir, taşınan koli başına ödenen ücretle sınırlı. Kimi gün sabahın erken saatlerinde geldikleri sokak başında, akşama kadar tek bir iş bile alamadan bekliyorlar. Bu da birçok hamal için günlük kazancın asgari geçim sınırının bile altına düşmesi demek.
Görünmeyen emeğin görünür bedeli
İstanbul’un yükünü sırtlayan hamalların büyük çoğunluğu Malatya, Adıyaman gibi şehirlerden göç eden insanlar. Eğitim ya da başka bir meslek imkanı olmayan bu insanlar için hamallık, yıllar önce tek seçimdi. Gençken o yükleri taşımak kolaydı ama yaş ilerledikçe yük ağırlaştı, beden zayıfladı, geçim daha da zorlaştı.
Hiçbirinin sigortası, iş güvencesi yok. Hatta çoğu, yıllardır çalışmasına rağmen bir kez bile sağlık hizmeti alabilmiş değil. Uzun yıllar boyunca taşınan koliler, şimdi kronik sırt ağrılarına, fıtığa, kalıcı eklem sorunlarına dönüşmüş durumda. Ancak bu sorunların maliyeti de yine onların sırtında.
Kimi gün hiç iş çıkmıyor
Modern şehir hayatı bu insanları görmüyor. Kapalıçarşı’nın arka girişinde, Mahmutpaşa’nın merdivenlerinde ya da Sultanhamam’ın han içlerinde hala yük taşıyan insanlar var. Ama onları ne biri selamlıyor ne de bir sosyal destek ağı fark ediyor.
İsmet Bakış, 57 yaşında. Tahtakale’de bir hanın arka çıkışındaki duvara sırtını dayamış, bekliyor. Sırtında yılların birikimi, semeri, ipi, artık esneyen ayakkabıları. İstanbul’a ilk kez 1993’te, 26 yaşındayken gelmiş. Bir akrabasının yanına sığınmış. O dönem “işe yarayan adam” olmanın yolu, yük taşımaktan geçiyormuş.
İsmet işe başladığı dönemleri şöyle anlatıyor: “O yıllarda bir sistem vardı. Kimin ne zaman iş alacağı belliydi. Kazanç düzenliydi. Kira ödenir, mutfak döner, hatta memlekete bile para gönderilirdi. Ama artık işler böyle yürümüyor. Bir kamyon yanaştığında, ortalık karışıyor. Herkes o yükü kapmak istiyor. Çünkü o gün başka iş olmayabilir.”
İsmet’in ne bir sigortası var ne de düzenli bir geliri. İki yıl önce belinden ameliyat olması gerekmiş ama hastane masrafını karşılayamayınca “taşırken daha dikkatli olurum” demekle yetinmiş. Oğlu başka bir işe girmiş, bir daha bu sokaklara uğramamış. Kimi gün hiç iş çıkmıyor. O zaman semeri duvara yaslıyor, gözlerini kapatıp kalabalığı dinliyor. Belki bir ses gelir: “Usta, bir koli var.” Gelmezse İsmet eve eli boş dönüyor.
‘Kahveye bile borcum var’
Ali Eroğlu, 52 yaşında. Gününü Mahmutpaşa’nın dik merdivenlerinde geçiriyor. Ayakkabısının ucundan çıkan başparmağını kartonla sarmış. Ali, Malatya’dan İstanbul’a henüz 17 yaşındayken gelmiş. Babasının, “Taşırsın, yorulursun ama karnın doyar” lafıyla bu işe başlayan Ali, yıllarca yük taşımış. Çok yorulmuş ama ne karnı doymuş ne de bir geleceği olmuş.
Özellikle son yıllarda günlerinin belirsizlikle başladığını anlatan Ali, “İş olursa o gün eve eli dolu gidiyorum, yoksa akşama kadar aynı duvarda beklemek zorundayım. Çay içtiğim kahveye bile borcum var. En büyük korkum ise bir gün sırtıma aldığım kolinin altında kalmak. Çünkü çalışamaz hale geldiğim gün benim için açlık demek” diyor.
Yükü 29 yıldır bırakamadı
Hacı Altuntaş, 46 yaşında. Henüz 17’sindeymiş omzuna ilk yükü aldığında. Bu mesleği bir ömür boyu sürdüreceğini tahmin etmemiş. Aradan 29 yıl geçti. Bugün hala İstanbul’un tarihi yarımadasında, bir hanın köşesinde bekliyor. Hacı Altuntaş, Malatya’dan İstanbul’a 1990 yılında babasıyla birlikte göç etmiş. O dönem bölgeden gelen birçok aile gibi onlar da Eminönü’ne yerleşmiş. Kimisi tekstil atölyelerinde, kimisi inşaatlarda iş bulmuş. Bekar odalarında başlayan bu zorlu yolculuk, zamanla bütün aileyi peşlerinden sürüklemiş.
Bir meslek, iki ölüm
Hacı’nın babası hamallık yaparken hayatını kaybetmiş. Sırtındaki yüke kalbi daha fazla dayanamamış. Hacı, o anı unutamıyor. Dedesinin de hamal olduğunu söylüyor ve ardından ekliyor: “Sanki bu meslek bana yazgı olmuş.”
Hamallığa başladığında şartlar bugünkü gibi değilmiş. Hacı, “O yıllarda tekstil atölyelerinde haftalık 4 bin lira kazanıyordum hamallıkta ise haftada 7-8 bin lira kazanmak mümkündü. Bu yüzden düşünmeden bu işi seçtim” diyor.
Geceleri bekçi, gündüzleri hamal
Altuntaş, evli ve iki çocuk babası. Biri üç, diğeri on yaşında. Yıllar geçtikçe, hamallıkla geçinmek daha da zorlaşmış. Artık gündüz yük taşıyor, geceleri Eminönü’nde bir handa bekçilik yapıyor. Çoğu zaman haftada yalnızca iki ya da üç gün eve uğrayabiliyor. Ek iş yapmasa, eve ekmek bile götüremeyeceğini söylüyor.
“Tekstil mi, hamallık mı” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Aslında para aynı düzeyde ama zorluklar eşit değil. Hamallıkta bedenin tamamı çalışıyor. Sırtında, belinde, dizinde biriken yük bir ömürlük oluyor. Yine de bu saatten sonra başka bir işe geçmek zor. Bugün tekstil atölyesine gitsem, bu yaştan sonra çırak mı olayım?”
12-13 saate 1000-1500 lira
Tıpkı taksicilerin durağı gibi, onların da sabit durakları var. Ancak burada durabilmek için “hava parası” denilen bir depozito ödemek şart. O bedeli ödemeden kimse o yere adım atamaz, yük taşıyamaz. Ayrıca Esnaf ve Sanatkarlar Odası’na ve karakola da kayıtlı olmak gerekiyor. Dayanışmadan çok mecburiyetle kurulu, kurallı ve yıpratıcı bir yapı.
Günde 12-13 saat ayakta, onlarca kilo yük taşıyarak kazandığı ücret 1000 ila bin 500 lira arasında değişiyor. Üstelik çoğu zaman bu rakamın da altına düşüyor. Gençlerin bu işi tercih etmemesi ise şaşırtıcı değil. Hacı, “Belki buradakiler arasında en genç benim” diyor. Çoğu kişi 55 ila 65 yaş arasında.
Hepsi hastane müdavimi
“Risk büyük. Düşmek, kolu bacağı kırmak an meselesi” sözleriyle gençlerin bu mesleği neden tercih etmediği anlatan Hacı, ekliyor: “Bel, boyun, kasık fıtığı artık kalıcı sağlık sorunlarına dönüşmüş durumda. Herkes hastane müdavimi. Ama kimsenin sigortası yok.”
“Seçeneğim olsaydı bu işi yapmazdım” diyor Hacı. Kendisinin de babası ve dedesine benzer bir sonla karşılaşacağını biliyor ama çocuklarının böyle bir kaderi yaşamaması için elinden geleni yapıyor.
Sayıları 3 bine yakın
Bugün İstanbul’da hamallık yapanların sayısı 3 bini bile bulmuyor. Hacı, “Hepsi de tarihi yarımadada; Eminönü, Sirkeci, Laleli, Sultanahmet, Beyazıt civarında. Başka semtlerde bu işi yapan neredeyse yok” diyor.
Hacı’nın hikayesi bir meslekten öte bir yaşam hikayesi. Sırtına aldığı her yük, aynı zamanda taşıdığı geçmişin ve geleceğin de bir yansıması. Ve o yük, artık sadece fiziksel değil; babasından devraldığı, oğluna bırakmamaya kararlı olduğu bir kader.