Her gerillanın bir hikâyesi var diyordu Halil

  • Her gerillanın bir hikâyesi var diyordu Halil. Unutulmaması için çektiği her fotoğrafın altına kısa hikâyelerini yazarak, bir defter hazırladı. O defteri de Avrupa’ya gönderdi. Binbir zahmetle oluşturulan bu defter Kürdistan dağlarından kuryeler tarafından alınıp, günlerce yürünerek Şam’a götürülüyordu. Yolda, pusu da düşmanın eline geçme riski de vardı, Dicle nehrinden geçerken su da gitme riski de… 

SALİH DOĞAN

 

Halil ile 1995 yılının 6 Haziran’ında Önderlik Sahası’nda karşılaştık. Önder Apo, başta gerillalar olmak üzere dünyanın dört bir yanından gelen militanlara eğitim veriyordu. Halil de fotoğraf makinesi elinde, kamerası önünde her anı kayıt altına alıyordu. 1995 yılı boyunca Şam’daki bir çiftlikte süren eğitim devrelerindeki fotoğrafları o çekti. Önderlik spor yaparken, misafirleri karşılarken, gerillaları dağa uğurlarken her anı fotoğraflıyordu. Büyük bir aşkla, zevkle yapıyordu bu işi. Heyecanından dolayı eli ayağı yerinde durmuyordu… Yılın sonuna doğru o da bir gerilla olarak Kürdistan dağlarına doğru yol aldı. Fotoğraf makinesi ve kamerası her zamanki çantasındaydı. Özgürlük savaşına yolculuk…

KDP ile şiddetli savaşın yaşandığı günlerdi. Daha gerillacılığı öğrenmeden savaşın ortasına düşmüştü. Tam da Halil’in istediği gibi, her şeyi pratikte öğrenecekti. Yoldaşlığı da, fedakârlığı da, açlığı da, zorluğu da, kısacası özgür yaşama dair ne varsa her şeyi… Onun en büyük hayali halkı için yaşamlarını feda eden gerillaları dünyaya tanıtmaktı. Bunu yapmak içinde fotoğraf makinesini, kamerasını her zaman koruması gerekiyordu. Bir annenin çocuğu gibi hiç onları gözünün önünden ayırmazdı. Her saldırıda kayanın altına önce onları saklar yer kalırsa kendi girerdi. Basitmiş gibi geliyor ama tonluk kazan bombaları, vızır vızır sağından solundan uçan kurşunlar ya da yağmur gibi yağan obüs topları altında bile önce fotoğraf makinesi ve kamerasını sağlama alırdı. O gerillanın, özgürlüğün dünyaya açılan penceresiydi.

Şimdiki gibi dijital fotoğraf makineleri olmadığı için o zaman dağlarda bir fotoğraf makinesine sahip olmak, pozlarını bulmak neredeyse imkânsızdı. Bazen Şam’dan günlerce yürüyerek gerillaya gelen yeni savaşçılar birkaç poz getiriyor, bazen de KDP’nin denetimdeki şehirlerden köylüler gizlice getiriyordu. Zaten uzunca süre bu filmleri tab etme imkânı olmadı. Önderlik Sahası’na gönderiliyor, orada tab edilip arşivleniyordu. O nedenle de çok değerliydi…

Her fotoğrafın bir hikayesi var

1996 yılının başından itibaren Halil, Zap’ta oluşturulan basın biriminde yer aldı. Zap’ı adım adım gezdi, her gerillayı, her yeri, her eylemi, her doğal güzelliği fotoğraf makinesi ve kamerasıyla kayıt altına aldı. 

Her gerillanın bir hikâyesi var diyordu Halil. Unutulmaması için çektiği her fotoğrafın altına kısa hikâyelerini yazarak, bir defter hazırladı. O defteri de Avrupa’ya gönderdi. Binbir zahmetle oluşturulan bu defter Kürdistan dağlarından kuryeler tarafından alınıp, günlerce yürünerek Şam’a götürülüyordu. Yolda, pusu da düşmanın eline geçme riski de vardı, Dicle nehrinden geçerken su da gitme riski de… 

90’lı yıllarda internet yoktu, tüm alanda sadece bir telefon vardı, o da Önder Apo ile iletişim için kullanılıyordu. Onun dışında arada yazılan birkaç yazı ve haberi göndermek dışında kullanılmıyordu. Yarattıkça imkânlar arttı. Bir fotoğraf makinesi ve kameradan onlarcasına, daktilodan bilgisayara, telefonlara, dijital makinalara kadar tüm imkânlar sağlandı. PKK’nin felsefesinde bu vardı, hazırı bekleme yoktu. Çalışacaksın, yokluktan var edeceksin, tırnaklarınla kuyu kazarcasına… İşte Halil de bunların tümünü gerçekleştirmek için tüm gücüyle çalıştı. Halil o zaman imha edilen panzeri, vurulan helikopteri fotoğraflamasa, görüntülemese Kürdistan dağlarında basın faaliyeti bu kadar hızlı gelişmezdi… 

O bir özgürlük arayışçısıydı… Zap’tan Zagroslar’a, Kandil’den Botan’a kadar gerilla neredeyse orada olmak, Onun en büyük hayaliydi. Botan’da Agit arkadaşın ayak bastığı yerlere gitmek, Lolan’daki ilk PKK kampını fotoğraflamak, Cilo Dağı’nın zirvesinde kimsenin gitmediği deftere ulaşmak hakikat arayışçısı için vazgeçilmezdi. Özgür dağlardaki her anı dünyaya taşıdı. 

Binlerce belki on binlerce fotoğraf çekti. Bir kolunda silahı, diğerinde makinesi ile hep yollardaydı, zorluklardan yokluklardan hiç yılmadı, hep üzerine gitti ve sınırları zorladı. Zaten devrimcilik de bu değil miydi? Halil’den Sarya’ya, Selçuk’tan Jiyan’a basın şehitlerinin çok emeği var. Aslında çok da Halil’i anlatmaya gerek yok. Halil’i en iyi, en sade, en net kendisini anlatıyor: “Dağlarda uzun yıllar boyunca fotoğraf makinesi ve kamera kullandım. Hayatımın ve mesleğimin ilk ilkesini o günlerde edindim. Dağlarda yakaladığım bir tek simayı, bir tek sözü bile hiçbir şeye değişmeyecektim. Üzerinden atlamayacak, kıyısından geçmeyecektim. Hiçbir şekilde yaşanmamış saymayacaktım. Bir halkın yaratılış günlerinin en güçlü ifadesi olan dağların sözleri ve yüzleri benim yıllar boyunca bu coğrafyada yürümemin tek nedenidir. Dağlardaki arkadaşlarım kadrajlarımın nesnesi olurken kalbimin de öznesi haline geldiler. Objektifin bir tarafından onlara bakarken diğer tarafında onlarla yaşadım. Bazen yabancı bazen de onlardan biri haline geldim.

Gerillaların ardı sıra dağdan dağa yürüdüm. Onların tırmandığı her yüksekliğe, onların ulaştığı her menzile ulaşmak için ter döktüm. Her sözü her yüzü görüntüleyebilmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Ama hiçbir zaman yetişememenin acısını da en derinden yaşadım. Görüntüleyemediklerimin görüntülediklerimin yanında dağlar kadar olduğunu her zaman hissettim. Görüntüleyemediklerimi kalbime işledim.”  

 

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.