Halil Dağ'ın Sineması: "Tetiğimiz Deklanşör"

  • Sinemayı; gerilla olmanın getirdiği yükü, savaşı, mücadeleyi ve özgürlük özlemini aktarmanın bir yolu olarak kullanmıştır. Sinema onun için mücadelenin bir kolu olmalıdır ve hiçbir filmi de mücadeleden bağımsız değildir. Kaseti şarjör, pilleri mermi, deklanşörü tetik olarak tanımlaması bunun en net örneğidir. 

 

BÜŞRA ŞAHİN/ARMANC ARŞ

 

"Bir ara fark ettim ki çektiklerim, çekmediklerimin yanında çok ufak bir bölüm. Çekmediklerim daha çok. Ben onlara 'kalbimin fotoğrafları' dedim."

 

1973'te doğan Halil Dağ, Kürt Özgürlük Hareketi’ne kendini adamış fotoğrafçı ve yönetmendir. Almanya'da dünyaya gelen Dağ, İzmir'de kolej eğitimini tamamlayıp yeniden Almanya'ya döndü ve fotoğrafçılık eğitimi aldı. 1995'te kurulan MED TV'de çalışmaya başladıktan bir süre sonra içindeki çağrıya kulak verdi ve yüzünü dağlara döndü.

Halil Dağ'ın hayatı üzerine daha ayrıntılı bilgilere gerek internet üzerinden gerekse gazete ve dergilerden ulaşılabilir. Ancak Halil Dağ'ın sinemaya yaklaşımı, sinematografisi, filmleri üzerine detaylı incelemelere maalesef ulaşılamıyor. Bugüne kadar Kürt sineması üzerine yapılan çalışmalarda Halil Dağ üzerine özellikle eğilen, filmlerini ve sinema yaklaşımını ele alan bir çalışmaya rastlamadık. Bu da Kürt sineması alanında büyük bir eksiklik olarak duruyor. Bu eksikliğe dair giriş niteliğinde bir başlangıç yaparak Halil Dağ'ın emeklerinin görünür olmasına katkımızı bu yazı ile yapıyoruz.

Öncelikle Halil Dağ'ın neden sinemayı tercih ettiği konusuna değinmek gerekir. Halil Dağ, dağlara çıktığı andan itibaren tek derdi olan kayıt altına alma işine uzun süre fotoğraf ile devam etmiş ve artık tek kare görüntüler yetmeyince anılarını yazmaya başlamıştır. Fakat anılar da zamanla Dağ'a yetmemeye başlamış, "eksik kalıyor" duygusunun verdiği heyecanla belgesel ve sinemaya yönelmiştir. Bu noktada Kürt Özgürlük Hareketi’nden etkilenme boyutu da çok önemli. Bu etkilenmenin derecesi çok büyük olduğu için her türlü aktarıma önem veriyor. Anları aktarmak için durağanlık yetmeyince harekete başvuruyor. Kendi cümleleriyle aktarmak gerekirse:

"Neden sinema? Yani, bizim sinemaya girişimiz uzun bir yolculuktur aslında. Fotoğrafçılıkla başladık. Kamera çekmeye başladık. Ardından sinemaya geldik. Ben Kürdistan dağlarına fotoğraf, kamera kullanmak için... En azından hedefim buydu. Gerillayı çekmek, fotoğraflarını çekmek, yaşantısını çekmek... Uzun süre de böyle çalıştım. Kürdistan dağlarında, coğrafyasında, bölgelerinde, alanlarında hep gerillanın peşinden koştum. Yani onlar benim kahramanımdı. Ben de onların... Nasıl anlatayım, yani yaşadıklarına tanık olmak isteyen birisi, bu tanık olduklarını da aktarmak isteyen birisi."

Kendini bir tarih aktarıcısı olarak gören Dağ, elindeki tüm imkânları kullanmaya başlar ve sonu Bêrîtan'a kadar ulaşacak bir yolculuk başlamış olur. Sinemaya bir araç olarak yaklaşır Dağ. Gördüklerini, duyduklarını, okuduklarını daha sonraya taşımanın bir aracıdır sinema onun için. Sinemayı; gerilla olmanın getirdiği yükü, savaşı, mücadeleyi ve özgürlük özlemini aktarmanın bir yolu olarak kullanmıştır. Sinema onun için mücadelenin bir kolu olmalıdır ve hiçbir filmi de mücadeleden bağımsız değildir. Kaseti şarjör, pilleri mermi, deklanşörü tetik olarak tanımlaması bunun en net örneğidir. 

"Benim davam sinema yapmak değil. Benim bir davam var yani ben bunu anlatmak istiyorum. Ben gerillayı anlatmak için geldim dağa. (...) Bunu fotoğrafla yapmaya çalıştım, yazılarımla yapmaya çalıştım, televizyona yaptığım belgesel çalışmaları ile yapmaya çalıştım. Sinema da bunlardan biri. Benim bir meselem var. Bu mesele, tanık olduğum bu dünya."

Sinemayı bir araç olarak görmesi elbette teknikten anlamadığı ve sadece vakanüvislik yaptığı anlamına gelmemeli. Dağ, elindeki imkânlar dâhilinde sinemada da farklı anlatım teknikleri kullanmaya ve en iyisini yapmaya çalışmıştır. İmkânların en iyisini de, davasını en iyi şekilde anlatmak için kullanmıştır. Propagandist olarak tanımlanabilecek filmlerinde gerillanın ne olduğunu, dağdaki yaşamı, savaşı, mücadele eden insanlar arasındaki ilişkileri bulmak mümkün. Zaten sinemaya başlamasının nedeni de bunlar.

Bu yazının kapsamına aldığımız üç filmi (Eyna Bejnê, Dema Jin Hez bike, Bêrîtan) çerçevesinde genel olarak Halil Dağ sinemasının bir portresini çıkarmaya çalışacağız. Filmlerden kısaca bahsetmek, okurlar için de bir kolaylık olacaktır. Eyna Bejnê, küçük yaştaki bir kız çocuğu Sakine'nin hikâyesine odaklanır. Sakine kendisini hiç boy aynasında görmemiştir. Bir grup gerillanın ona boy aynası ulaştırma hikâyesinin anlatıldığı Eyna Bejnê, Halil Dağ'ın arkadaşının anılarından yola çıkılarak çekilmiştir. Dema Jin Hez bike, yeni katılım yapmış genç gerilla Kulîlk'in, orayı tanıma ve adapte olma sürecini anlatır. Bêrîtan ise Halil Dağ'ın son filmi olup bir sembol hâline gelen Bêrîtan’ın mücadelesini, gerilla kimliğini özü ile nasıl bütünleştirdiğini anlatır. Yaşanmışlıklardan yararlanılarak çekilmiştir ve Halil Dağ için de çok önemli bir filmdir: "Yaşamımızı anlamlı kılmak istiyoruz. Ben yaşamımda anlamlı bir şey yapmak istiyorum. Bence Bêrîtan'dan daha anlamlı bir çalışma olamazdı benim için. Ömrümü, düşüncemi, duygumu bu çalışmaya akıtmak, bu çalışmaya vermek bana en anlamlı iş geldi." Bu üç filmde dikkati çeken ortaklıklar ve farklılıklar çerçevesinde Halil Dağ'ın sinemasını anlamak mümkün.