İnsanlar nasıl muhafazakarlaşır?

Doğan Barış ABBASOĞLU Haberleri —

  • İnsanların politik tercihlerini belirme süreci karmaşık dinamiklere dayansa da temel hareket noktaları birbirine benzer. Muhafazakarlığın temel dinamiği statükonun korunması ve güvenliktir.

İnsanların politik tercihlerini nasıl yaptığı konusunda konuşurken pek az insan; evrimi, biyolojiyi, psikolojiyi işin içine katar. Aslında bu durum oldukça şaşırtıcıdır. Oysa politik tercihler söz konusu olduğu zaman insanlar sadece mantık kurarak, sonuç çıkararak hareket etmezler. Hatta biraz iddialı bir belirleme olabilir ama önemli bir bölümü genelde bunu yapmazlar.

İnsanlık tarihine bakalım, toplumların ileriye doğru gelişme hızı, insan düşüncesinin düzeyiyle, kapasitesiyle pek de doğru orantılı sayılmaz. Evet insanlar doğruyla, hakikatle ilgilidir ama hayatlarını alışagelmiş yöntemlerle, gelenekle sürdürme yönünde de çok güçlü eğilimlere sahiptir. İnsanlar statükoyu severler, onları ilerlemenin, gelişmenin getirileri konusunda ikna etmek hiç de kolay değildir.

Bugün bir toplumda değişim iddiasında olan ve bunu belirli ölçüde gerçekleştirmiş olan hareketlerin harcadığı enerji olağanüstü boyutlardadır. Buna karşın değişim de genelde arzu edilen hızda olmaz.

Peki insanları muhafazakar, tutucu, hatta gerici kılan nedir? İnsanlar neden böyle bir tercih yaparlar?

Toplumların gelenekte ısrarı

İnsanların temel olarak dünyaya iki gözlükle baktığını biliyoruz. Birincisi ihtiyaç gözlüğüdür. İnsanlar yaşamlarını güvenli, tehlikeden uzak, yeterli beslenme imkanlarının olduğu bir ortamda yaşamak ister. Gıdaya erişimin dramatik bir şekilde kısıtlandığı ya da güvenliğine yönelik ağır bir tehdit oluştuğu zaman insanlar ekstrem davranışlar sergilerler.

İkincisi ise haz, tutku gözlüğüdür. Birçok ahlak felsefecisine göre tüm insan eylemleri temelinde hazzı barındırır ve insanlar haz duyduğu eylemlerini toplumsal görev ve ahlaki prensipler ile baskılayabilir. Bertrand Russell gibi filozoflara göre ise görev de haz duyulan bir eylem olabilir.

Bir toplum bu iki konuda bir dengeye ulaştığı zaman sağlıklı hale gelir ve karmaşık sayılabilecek bir mekanizmayla geleneği oluşturur. Ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde bu gelenek içinde sorgulayan, ihtiraslı, idea sahibi insana pek yer yoktur. Bu tanımlama içindeki insanlardan bir toplumu dönüştürebilecek güce sahip olanları tarihin özel anlarında ortaya çıkan özel insanlardır.

Onbinlerce yıl çok ciddi tehditler altında yaşayan insan toplumlarının kendisini güvende hissettiği toplumsal kurallarda, gelenekte, çözümlerde ısrar etme durumu anlaşılırdır. Bu ısrar çoğu zaman demode yöntemler ve araçlarla sürdürülmeye çalışıldığı zaman, toplumlar içinde tutucu ve değişimden yana dinamikler arasında çatışma ve çelişkiler başlar. Bu demode olma durumu birçok etkenle ortaya çıkabilir. Kimi zaman bu etken değişen çevre koşullarıdır, kimi zaman ekonomik şartların değişmesidir, kimi zaman da felsefedir, yeni düşüne akımlarıdır.

Muhafazakar düşüncenin temel dinamikleri arasında en öne çıkanları statüko savunuculuğu ile hiyerarşi ve eşitsizliğin kabulüdür. Bunlar klasik insan doğasına uzak düşünceler değildir, hatta çok uyumludur. Bu düşünceler fazla bir efor da gerektirmez çünkü doğal olarak varlardır.

Statükoyu savunur çünkü değişim belirsizlik içerir. Temel hareket noktası erkektir, düzen ister, herkesin yerini bildiği, bir rolü olduğu bir rejimi savunur. Çünkü varlığını, toplumun hayatta kalmasını bu geleneğin sağladığı düşüncesi çok güçlüdür.

Doğa ve değerler sistemi

Bunun tarihteki en dramatik örneklerinden biri evrenin sonsuz olduğunu, Dünyanın evrenin merkezi olmadığı savunan Giordano Bruno’nun, Roma’nın Campo de Fiori meydanında yakılarak öldürülmesidir. Basit bir bakış açısıyla irdelediğimizde evrenin sonsuz olup olmamasının Kiliseyi ilgilendiren bir tarafı olmamalıdır. Ama Kilise olaya öyle bakmaz. Dünyanın merkez olduğu, başı sonu belli olan bir evrende herkesin yeri bellidir ama sonsuz evrende ise herkes merkezdir.

Aynı düşünce Hallac-ı Mansur’u, Seyyid Nesimi’yi de yok etmiştir. Çünkü hakim gelenek başta kudretli bir yaratan ve onun kulları fikrine dayanır. Yaratanı kendi ruhunda arayan bir fikir düzeni temelinden tehdit eden bir durumdur. Bu düşünce kulu kulluktan çıkarır. Kulun biat özelliği geleneğin yürümesi için elzemdir.

Eşitsizliği ve hiyerarşiyi kabul eder, bunlar da doğaldır. Doğaya bakın bir eşitsizlik cennetidir, güç ve adaptasyonun hakim olduğu bir alandır. Doğa bir değerler alanı değildir. Doğada güçsüz yok olur, adaptasyon yeteneği düşük olan türler ortadan kalkar. Zayıf doğan bir yavru ölüme terk edilir, yetenekli, adaptasyonu güçlü olan birey başarılı olur, yaşamını sürdürür.

İnsanın ilkel özellikleri bu eğilimleri taşır ve bu özellikler modern insanda da çok güçlü bir şekilde devam etmektedir.

Tehdit altında olduğunu düşünen birey değerlerle hareket etmez

İnsan toplulukları Neolitik Devrimden bu yana değerler ortaya çıkarmaya başladı. Örneğin paylaşım bir değerdir, özgürlük bir değerdir, eşitlik bir değerdir, sevgi bir değerdir, merhamet bir değerdir. Bunlar insanlığın toplumsallıkla ortaya çıkardığı değerler olsa da tehditlerle karşı karşıya kaldığı durumda hiç düşünmeden bunlardan vazgeçebilir. Tehdit çoğu zaman gerçektir, en azından tehdit altındaki birey bunu tanımlayabilir. Ama birçok örnekte gördüğümüz üzere salt politik manipülasyonlar üzerinden da şekillendirilebilir. Özellikle son dönemdeki popülist, otokratik rejimler bu algıyla güçlü bir şekilde oynama yeteneği edinmiştir.

Tehdit altında olan ya da tehdit altında olduğunu düşünen veya düşündürttürülen bireyin politik tercihleri değerler merkezli olmayacaktır.

Politik psikologların son dönemlerde yaptıkları deneylerde çıkan sonuçlar da bunu destekliyor. Örneğin yapılan bir araştırmada muhafazakar olarak kendini tanımlayan insanların, kendilerine tehditkar ya da rahatsız edici resimler gösterildiği zaman diğer insanlara göre daha fazla reaksiyon verdikleri görüldü.

Yine araştırmalara göre muhafazakar bireyler negatif uyarıcılardan pozitif uyarıcılara göre daha fazla etkileniyor. Kötü tecrübeler de olumlu tecrübelerden daha belirleyici oluyor.

Bu çok da doğal olmayan bir durum değil. İnsanların kötü tecrübelerden çıkardıkları derslerle benzeri bir durumdan kaçınmaları, iyi tecrübeyle tekrar ettikleri davranışlardan daha önemli. Fakat ya bu durum sanalsa ve sadece temelsiz verilere, irrasyonel düşünceye ve öngörüye hatta manipülasyona dayanıyorsa?

İlkel düşünce insanlığa yönelik en büyük tehdit

İlkel düşünce derken kimi insanların eğitim düzeyleriyle paralel olarak geliştirdikleri az bilgi içeren ve kendi tecrübeleri ve deneyimlerine değil söylemlere dayanarak geliştirdikleri düşünceden bahsetmiyorum.

Beynimizin otomatik pilotu genel olarak bize fayda sağlar. Evrim beynimizde birçok kısa yol oluşturmuş ve hayatı kolaylaştırıcı yöntemler geliştirmiştir. Her kararımızı, her hareketimizi, her davranışımızı ince ince planlayıp uygulamak zorunda olsaydık bu muhtemelen korkunç bir hayat olurdu. Ancak bu çok etkili işleyen sistem, günümüz toplumsallığında çok ciddi sorunlara neden oluyor.

İnsanlar tarihlerinin çok büyük bir bölümünde küçük toplumlar halinde yaşadı. Dolayısıyla düşünce sistemimiz küçük toplumlar içindeki hayata son derece uyumlu. Ama günümüzde karşı karşıya kaldığımız eşitsizlik, anti-demokratik rejimler, hak ihlalleri, ırkçılık, adaletsizlik, eşitsiz gelir dağılımı gibi sorunlar, analitik olarak düşünmeyi, buna karşı örgütlenme de büyük efor sarf etmeyi gerektiriyor. Bu konuda insanlığın çok büyük bir kesiminin sınıfta kaldığı söylemek yanlış olmaz. Özellikle alternatif bakış açıları geliştirmek, geleneksel toplumsal yapıların şekillendirdiği düşünce dünyasından sıyrılmanın gerektirdiği yetenek oldukça sınırlı. İnsanlar bu düşünsel gelişimden ne kadar uzak olursa o kadar manipülasyona açık oluyor.

Sadece Türkiye’deki seçimlerde değil, ABD, Hollanda, Almanya, Rusya vb bir sürü ülkede bugün bu sorun çok açık bir şekilde yaşanıyor. Popülist, otokratik rejimler bu zaafları değerlendirmeye çalışıyor. Bu sorunun tehlike yaratan tarafı iktidarı eline geçiren bu eğilimlerin modernitenin sağladığı imkanlarla güç biriktirip bu gücü ilerici insanlığa karşı bir tehdit olarak kullanması.

Ne olacak?

Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkması gibi bir huyu vardır. Şimdi tutup geçmişte ortaya atılıp kendini tesis etmesi yüzyıllar almış gerçeklerden, düşüncelerden bahsetmeyeceğiz. Çünkü o kadar zamanımız yok. Bugün otokratik, köktenci, oligarşik, hegomonik rejimler sahip oldukları imkanlar ve şiddet potansiyelleri göz önüne alındığında insanlık için tehdit durumunda.

Buna karşın diğer bir tehdit de demokratik, ilerici değerleri savunma iddiasında olup, dünyayı iki kamp halinde görme eğilimine giren ve karşı kampa tepeden anlamsız ve hiçbir fayda sağlamayan bir kibirle bakan yaklaşımdır. Bunun da kökeninde ilkel düşünce yatar.

Güç siyaseti, iktidarla, yönetmekle ilgilenen siyaset başka bir şeydir, toplumsal dönüşüm, zihniyet inşasıyla ilgilenen siyaset başka bir şey. Bu tür rejimlerin insanları nasıl manipüle ettikleri üzerinde durup bunun nasıl dönüştürülebileceğini düşünmek büyük önem taşıyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.