Göçmenlerin kayıtdışı mezarlığı

Toplum/Yaşam Haberleri —

Mülteciler/ foto:AFP

Mülteciler/ foto:AFP

  • Madonna Leoncan, Sierra Leone’den İstanbul’a geldiğinde henüz gençti. Tekstil atölyelerinde çalıştı. Tüberküloz teşhisi konduğunda artık nefes almakta bile zorlanıyordu. Sonra kimse onu bir daha görmedi.
  • Gavkhar Tadoıbacva, Özbekistan’dan Türkiye’ye geldiğinde yanında sadece küçük bir çanta ve birkaç adres vardı. Tek isteği çalışmaktı. İstanbul’un kalabalığı içinde o da yüzlerce “görünmeyen kadından” biri oldu.
  • Zeynep Nafi’yi Fas’tan İstanbul’a yoksulluk sürmüştü. Bir sabah, kucağında çocuğu, elinde battaniyesiyle Tarlabaşı’nda görünmüştü. Bir otobüs terminalinde kayboldu. Zeynep Fas’ta mı, başka bir şehirde mi bilinmiyor.

ERDOĞAN ALAYUMAT

Umut, bir bavula sığar mı? Birkaç giysi, bir pasaport fotokopisi, birkaç isim… Savaşlardan, açlıktan, işkenceden kaçtılar; ama geldikleri ülke, çoğu için sığınak değil, gömüldükleri isimsiz bir mezar oldu. Yolların, atölyelerin, hastanelerin ve kimsesiz mezarlıkların arkasında kalan bu sessizlik, aslında bir devlet politikasının eksikliğinden doğan derin bir boşluğun sesi.

Türkiye yıllardır milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapıyor, ama bu evin duvarları çatlak. Ne sağlık sistemi onları tanıyor ne eğitim sistemi kapsıyor ne de barınma hakkı güvence altında. Her kriz döneminde mülteciler, kolayca suçlanan, aşağılanan, dışlanan bir topluluğa dönüşüyor. Mültecilerin adı var ama politikası yok; uygulama var ama hak yok. Mülteciler bu ülkede var olabiliyor, ama yaşayabilmeleri hâlâ bir lütuf gibi görülüyor.

Madonna Leoncan’dan Phionah Nalumansi’ye, Prince Boateng’den Grace Eshun’a kadar, her biri kendi ülkesinden bir umutla yola çıktı. Fakat geldikleri bu şehirde, hastane kayıtlarına, tutanaklara ve mezar taşlarına sıkışmış bir yaşamla baş başa kaldılar. Her biri hem devletin yok saydığı hem de toplumun görmezden geldiği bir gerçeğin sessiz tanığı oldu. Çünkü bu sistemde umut, bir prosedür kadar kısa; bir ölüm kaydı kadar soğuk. Bu dosya, kaybolan umutların, sessiz ölümlerin ve sorumluluk almak yerine seyirci kalan kurumların hikayesini anlatıyor.

Bir daha haber alınamadı

Madonna Leoncan, Sierra Leone’den İstanbul’a geldiğinde henüz gençti. Geride bıraktığı ülke, yıllar süren iç savaşın izlerini taşıyordu, sağlık sistemi neredeyse çökmüş durumdaydı. Türkiye’ye geliş nedeni basitti: Yaşamak. Ancak burada da onu, bir sığınak değil, sessiz bir mücadele bekliyordu.

Bir süre tekstil atölyelerinde çalıştı. Fakat ağır koşullar, yetersiz beslenme ve kötü yaşam şartları, kısa sürede bedenini yıprattı. Tüberküloz teşhisi konduğunda artık nefes almakta bile zorlanıyordu. Verem Savaş Dispanseri’nde ayakta tedavi gördü, bir süre ilaçlarını düzenli aldı. Fakat tedavinin ortasında kayıtlardan silinir gibi kayboldu.

Ne dispanserin kayıtlarında güncel bir bilgi vardı ne de onu tedavi sürecinde yönlendiren kurumların elinde. Kimine göre ülkesine döndü, kimine göre Avrupa yollarına düştü. Ama kesin olan tek şey, Madonna’nın bir daha görülmediğiydi.

Gerçekten arayan kimse olmadı

Gavkhar Tadoıbacva, Özbekistan’dan Türkiye’ye geldiğinde yanında sadece küçük bir çanta ve birkaç adres vardı. Yıllar süren ekonomik kriz, kadınlar için neredeyse yaşanmaz hale gelen toplumsal baskılar, onu bu yolculuğa zorlamıştı. Türkiye’ye geldiğinde tek isteği çalışmak ve biraz nefes alabilmekti. Fakat İstanbul’un kalabalığı içinde o da yüzlerce “görünmeyen kadından” biri oldu.

Bir süre ev işlerinde çalıştı, sonra hastalandı. Kadın hastalığı teşhisiyle Hafız Cemal Vakfı tarafından özel bir hastanede tedavisi üstlenildi. Orada kısa süreli tedavi gördü; ama ne hastalığının tanısı konuldu ne de tedavi süreci tamamlanabildi. Hastane kayıtlarında tedavisi bitti görünse de Gavkhar ortadan kayboldu.

O da kimine göre ülkesine döndü, kimine göre Avrupa’ya geçti. Ama onu gerçekten arayan kimse olmadı. Ne kurumlar ne tedavisini üstlenen dernek ne de birlikte kaldığı insanlar… Onun adı artık yalnızca eski bir hasta listesinin satır aralarında geçiyor.

Gavkhar’ın kayboluşu, Türkiye’deki mülteci kadınların görünmezliğini belki de en net biçimde anlatıyor. Sağlık sistemine erişemeyen, çalışma izni olmayan, kimliksiz bir yaşam süren kadınlar, bir gün sessizce yok oluyor. Ne ölüm kayıtlarında ne dönüş listelerinde ne de dernek raporlarında izleri kalıyor.

Sokakta geçen bir kış

Zeynep Nafi, Fas’tan İstanbul’a geldiğinde yanında sadece iki küçük çocuğu ve biraz umudu vardı. Savaş değil, yoksulluk sürmüştü onu yollara; ama vardığı yer, geride bıraktığı yoksulluğun başka bir biçimiydi. Pandeminin en ağır günlerinde, kapanan sınırlar ve sessizleşen şehirle birlikte Zeynep’in hayatı da daraldı.

Bir sabah, kucağında çocuğu, elinde battaniyesiyle Tarlabaşı’nın ara sokaklarında görünmüştü. Kadın sığınma evleri doluydu, belediyelerin kapıları kapalıydı. Yardım kurumları o dönemde gıda kolisi dağıtmakla meşguldü; ama kimse, iki çocuğuyla birlikte sokakta kalan bir kadının geceleri nasıl atlattığını sormadı.

Zeynep, bir süre gönüllülerin yardımıyla ayakta kalmaya çalıştı. Pandemi yasakları kalktığında, şehir eski temposuna döndü ama Zeynep’in artık dayanacak gücü kalmamıştı. Birgün bir otobüs terminalinde kayboldu. Aylar sonra komşularından biri, “Ülkesine dönmüş” dedi. Akıbetlerinin ne olduğu bilinmiyor. Zeynep bugün Fas’ta mı, yoksa başka bir şehirde yeniden hayata tutunmaya mı çalışıyor bilinmiyor.

Phionah Nalumansi ve bebeği

Uganda’dan İstanbul’a gelen Phionah Nalumansi, doğuştan kalbi delik olan bebeğinin hayatını kurtarmak için Türkiye’ye sığınıyor. 2021’de Özel Bahat Hastanesi’nde tedaviye başladı. Doktorlar, bebeğin durumunun kritik olduğunu belirtti ve bir süre yoğun bakım ünitesinde gözlem altında tuttular. Ancak bir sabah parası olmadığı için tedavisi tam bitmeden bebeği ile birlikte hastaneden ayrıldı.

Phionah, tedavi sürecinde resmi belgeler ve oturum hakkı eksikliği nedeniyle ek zorluklarla karşılaştı. Hastane kayıtlarına göre bebeğin tedavisi tamamlandı, ancak Phionah’ın sonraki durumu belirsiz. Ülkesine döndüğünü, Avrupa’ya geçtiğini söyleyen de var. Ancak durumuna dair kesin bir bilgi yok.

Hayatta kalmanın bedeli

Sierra Leone’den Türkiye’ye daha iyi bir yaşam umuduyla gelen Alpha Saba Bangura ise 2022’de İstanbul’da bir tekstil atölyesinde çalışırken makineye elini kaptırdı. Ağır iş koşulları, uzun mesailer ve güvenlik önlemlerinin eksikliği, bu kazayı kaçınılmaz hale getirdi.

Kaza sonrası Okmeydanı Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu Şehir Hastanesine kaldırılan Bangura’dan ameliyat için 60 bin TL para talep edildi. Bu miktarı ödeyemeyen Bangura, çareyi özel bir hastanede aradı. Özel Okmeydanı Hastanesi’nde 15 bin TL karşılığında kolundan ameliyat edildi ve uzun bir tedavi sürecinin ardından taburcu edildi.

Bangura bugün hâlâ İstanbul’da yaşıyor. Bangura ile görüşmek istedim ama onun tedavisini sağlayan vakıf kendisi ile iletişimlerinin kesildiğini aktardı.

Onun hikayesi, hayatta kalmanın ne kadar pahalı, insan emeğinin ise ne kadar ucuz olduğunu gösteren çarpıcı örneklerden biri olarak hafızalarda yer ediyor.

Sessizce kayboldu

Sierra Leone’den Türkiye’ye gelen Nabinty Kargbo verem hastalığıyla mücadele eden yüzlerce göçmenden biriydi. Uzun süre İstanbul’da kaldı, Verem Savaş Dispanseri’nde ayakta tedavi gördü. İlaçlarını düzenli olarak aldı; ancak doktorlar, hastalığın tam olarak iyileşmediğini, Nabinty’nin taşıyıcı durumda olduğunu belirtti.

Tedavi süreci tamamlandıktan sonra ondan bir daha haber alınamadı. Hiçbir kaydı tam tutulmayan mülteciler gibi o da sessizce kayboldu. Ondan geriye ne bir kapanış raporu ne de “iyileşti” ya da “öldü” ibaresiyle biten bir dosya... Sadece bir isim, bir hastalık ve belirsiz bir son kaldı.

Işığın altında karanlık bir hayat

Sierra Leone’den Türkiye’ye 2024’ün sonlarına doğru gelen İbrahim Sow, İstanbul’da bir avize atölyesinde hamallık yapmaya başladı. Günlük 12-13 saat süren ağır mesailerde, parıltılı avizeleri taşırken kendi bedenindeki yük her geçen gün arttı. Sırtında ve kollarında biriken ağrılar, zamanla kalıcı hale geldi.

Ne sigortası vardı ne de dinlenme hakkı… Her gün, taşıdığı avizelerin altına sıkışmış bir yaşam sürdü. Kazandığı para, ne doğru dürüst bir ev tutmasına ne de sağlık kontrolüne gitmesine yetiyordu. Onu görenler, çoğu zaman sessiz ve yorgun bir adam olarak hatırlıyor.

Bir sabah atölyeye gelmedi ve kimse ondan haber alamadı. Ülkesine mi döndü, başka bir şehre mi geçti, yoksa bir sokak köşesinde sessizce mi kayboldu, kimse bilmiyor.

İbrahim Sow’un hikayesi, Türkiye’de binlerce göçmen işçinin görünmeyen emeğini, tükenen bedenlerini ve sessizce silinen izlerini anlatıyor. Işıltılı avizelerin altında, görünmeyen bir hayat kaldı geriye.

Ifiok’un yükü kadar ağır kaderi

Ifiok Obot Etok 2025’in ocak ayında Nijerya’dan Türkiye’ye gelmişti. Geçimini sağlamak için hamallık yapıyordu. Her gün sabahın erken saatlerinden gecenin karanlığına kadar ağır yükler taşıyor, bedenindeki ağrılarla sessizce yaşamaya devam ediyordu. Omuzları çökmüş, elleri nasır tutmuştu ama işini bırakma şansı yoktu.

Bir süre sonra sırtındaki ve belindeki ağrılar dayanılmaz hale geldi. Çalıştığı çevrede onu tanıyanlar, “Son günlerde yüzü solgundu, konuşmaz olmuştu” diye anlatıyor. Ardından bir sabah, Ifiok ortadan kayboldu. Ne hastane kayıtlarında ne işyerinde ne de arkadaş çevresinde bir iz bırakmadan. Kimi onun ülkesine döndüğünü, kimi de Avrupa’ya geçmeye çalışırken izinin kaybolduğunu söylüyor. Ama gerçekte kimse bilmiyor.

Taliban’dan kaçan Farah Naz

ABD’nin Afganistan’dan askerlerini çekmesinin ardından yönetimi devralan Taliban, binlerce kadının hayatını bir gecede karanlığa gömdü. O kadınlardan biri de Farah Naz’dı. Ülkesinde can güvenliği kalmayan Naz, Türkiye’ye sığınarak hayatta kalmaya çalıştı.

İstanbul’a geldikten sonra sağlık sorunları yaşamaya başladı. Hafız Cemal Vakfı tarafından tedavisi yaptırıldı, ancak kısa süre sonra ondan bir daha haber alınamadı.

Ne resmi kayıtlarda ne de mülteci kurumlarının listelerinde adına rastlanıyor. Ülkesine mi döndü, Avrupa’ya mı geçti, yoksa bu şehirde sessizce kayboldu mu bilinmiyor. Farah Naz’ın hikayesi, Türkiye’de varlıkları kadar yoklukları da görünmeyen mültecilerin ortak sessizliğinde kaybolan bir başka hayat olarak kaldı.

Tedavi edilmeyen İmane Nafi

2025’in başında İran’dan Türkiye’ye gelen İmane Nafi, ciğerlerinden rahatsızdı. Nefes almakta zorlanıyor, her geçen gün daha da zayıf düşüyordu. İstanbul’da kamu hastanesine yönlendirildi, ancak oturum izni olmadığı için kendisinden yüksek miktarlarda para istendi.

Okmeydanı Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu Şehir Hastanesi’ne götürüldüğünde, tedavi süreci maddi nedenlerle başlatılmadı. Günlerce hastane koridorlarında bekledi, sonunda hiçbir tıbbi müdahale yapılmadan taburcu edildi. Kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi.

Raporlara göre ölüm nedeni “doğal” olarak kayda geçti. Ancak bu doğal ölüm değildi; sistemin ihmaliyle gelen ölümün soğuk yüzüydü. İmane Nafi’nin cenazesine kimse sahip çıkmadığı için Kilyos Kimsesizler Mezarlığı’na defnedildi. Ne bir mezar taşı var ne de adını anan biri.

Kadıe Fofanah ve isimsiz bebeği

1996 doğumlu Sierra Leoneli Kadıe Fofanah, hamileliğinin son aylarında İstanbul’daydı. Maddi imkânı yoktu, oturum izni de. Karnındaki bebek uzun süre hastaneye kabul edilmediği için hayatını kaybetti. Fofanah, ölü bebeğini taşıdığı halde günlerce İstanbul’da hastane hastane dolaştı. Hiçbir yer onu kabul etmedi.

Sonunda bir hastane, ameliyatı yapmayı kabul etti. Operasyonun ardından, sağlık personeli eline küçük bir plastik kap tutuşturdu içinde kendi bebeğinin cansız bedeni vardı. Kadıe o anı kimseye anlatmadı, anlatamadı. Gözlerinin önünde, henüz ismi bile konmamış bir hayat, bir mavi torbanın içinde yok olup gitti.

Bebek, kimliksiz ve kimsesiz olarak Kilyos Kimsesizler Mezarlığı’na defnedildi. Ne doğum kaydı vardı ne de ölüm belgesi. Kadıe Fofanah’ı tanıyanlar o günden sonra sessizliğe karıştığını söyledi. Kadıe’nin hikayesi, Türkiye’de mülteci kadınların hem sağlık sisteminde hem de insan onurunda nasıl görünmez kılındıklarının en çarpıcı örneklerinden biri olarak kaldı geriye.

Hastane koridorundaki son

1997 doğumlu Prince Boateng, Gana’dan İstanbul’a gelmişti. Daha iyi bir yaşam kurma umuduyla çıktığı bu yolculuk, Taksim İlk Yardım Hastanesi’nin soğuk koridorlarında son buldu.

Bir süre boyunca yüksek ateş ve ağrılarla yaşamaya çalışan Boateng’in vücudu kısa sürede tamamen enfeksiyon kaptı. Durumu ağırlaşınca çevresindekiler onu hastaneye götürdü. Taksim İlk Yardım Hastanesi’nde günlerce tedavi altında kaldı, ancak iyileşemedi. Enfeksiyon vücudunu sardı, kalbi dayanamadan sustu.

Boateng’in ölüm nedeni hastane kayıtlarına “doğal ölüm” olarak geçti. Oysa kimse, onu kimin ziyaret ettiğini, yanında bir dost ya da yakının olup olmadığını bilmiyordu. Cenazesi sessiz sedasız Kilyos Kimsesizler Mezarlığı’na defnedildi.

Kimyasallar ciğerini söndürdü

2025 yılında Uganda’dan Türkiye’ye gelen Mariya Koretti, İstanbul’da bir bisiklet fabrikasında çalışmaya başladı. Fabrikada kullanılan kimyasal boyalar, Mariya’nın akciğerlerini yıprattı ve kısa sürede tüberküloz hastalığını tetikledi.

Durumu ağırlaşınca Süreyya Paşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırıldı ve burada tedavi altına alındı. Tedavisi henüz tamamlanmadan hastanede gözaltına alındı ve Geri Gönderme Merkezine (GGM) gönderildi. Burada bir süre sonra sağlık durumu ve yaşam koşulları belirsiz bir şekilde ülkesine geri gönderildi.

Geriye sadece fotoğrafları kaldı

Mültecilerden geriye kalan, bazen sadece fotoğraflarda görülebilen izler… Sınırdan gelen göçmenler, madde bağımlılığı nedeniyle çocuğu koruma kurumuna alınan bir Faslı kadın, pandemi döneminde iş kazası geçirip ayakları kırılan Nijeryalı mülteci, sokakta poşetle kalan İranlı bir mülteci, karnındaki bebeği ölen Sierra Leoneli Kadıe Fofanah ve tedavi sürecinde karşılaştığı fahiş ücretlerle ölen bebeğin Kilyos Kimsesizler Mezarlığı’na defnedilişi, İran sınırından geçerken elleri donan ve parmağı kesilen mülteci, sokakta kalan ve ülkesine geri dönen Ganalı Rita’nın durumu ve izbe bir evde kalan Sudanlı baba-kızın yaşam mücadelesi… Bu fotoğraflar, Türkiye’deki göçmen ve mülteci krizinin somut izleri olarak, insan hakları ve devlet politikalarının eksikliklerini sessiz ama çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor.

* Hikayeler, Türkiye’de mültecilerle çalışan bir kurumun yetkilisinin paylaştığı bilgiler temel alınarak hazırlanmıştır. Yetkili anonim kalmak istemiştir; katkıları için teşekkür ederiz. Metinde kullanılan fotoğraflar ise hikayelerde adı geçen kişilerin değil, benzer durumdaki mültecilerin arşiv niteliğindeki görselleridir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.